Evrensellik Mitosu. Doğan Özlem

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Evrensellik Mitosu - Doğan Özlem страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Evrensellik Mitosu - Doğan Özlem

Скачать книгу

fiilen koruyamaz durumdadırlar. Çünkü üniversitelerin yaşaması artık, kapitalist düzenin onlara tanıdığı imkânlara bağlıdır ve devletleri yönlendirme gücüne sahip olan kapitalistler, üniversitelere bu imkânları, ancak onların kendilerine sağladıkları yararlarla orantılı olarak sağlamaktadırlar. Hele “vakıf üniversitesi” adını kılıf gibi kullanan özel üniversitelerde bu durum çok açıktır. Kısacası, üniversitelere, kapitalist düzene hizmet ettikleri kadar ve sürece yaşama hakkı ve imkânı tanınmaktadır. Bu konuda kullanılan bir terim aydınlatıcı olabilir: “Bilim endüstrisi”. Bugün artık, bilimsel faaliyet endüstrileşmiştir. Üniversiter eğitim, büyük ölçüde özel sektörün elinde, kapitalist düzenin taleplerine uygun öğrenci yetiştiren ve bu arada iyi kâr sağlayan bir ticari sektördür. Bilimsel yayıncılık yayıncılık sektörünün en kârlı dallarından birisidir. Uluslararası hakemli dergi yayıncılığı, uluslararası sermayenin taleplerine uygun yazıların çoğunlukla ücret karşılığı yayımlandığı, sermayenin taleplerine uymayan yazılara gizli bir sansürün uygulandığı, önemli ve çok kârlı bir yayıncılık dalı olup çıkmıştır. “Citation index”ler, bilim endüstrisi alanında yatırım yapan, uluslararası görünümlü, fakat esasen Amerika Birleşik Devletleri kaynaklı sermayenin nasıl bir denetim ve sansür uyguladığının belgeleri olarak ortadadır. Üniversiteler, akademisyen biliminsanları varoluşlarını artık ancak mevcut sosyoekonomik düzene entegre olma becerilerine bağlı olarak sürdürme şansına sahiptirler. Bilimsel faaliyet hiçbir dönemde son elli yılda olduğu kadar sosyal sistemin bir parçası haline gelmemiştir. Başka bir ifadeyle bilim, son dört yüz yılda son elli yılda olduğu kadar düzene bağımlı olmamıştır.

      Birkaç Değerlendirme Notu

      “Bilim Nedir, Ne Değildir?” sorusuna bir küçük tarihçe içinden ve özcülük-nominalizm, evrenselcilik-tekilcilik kutuplaşmaları açısından yanıt vermeye çalıştım. Konuşmamı birkaç değerlendirme notuyla bitirmek isterim.

      Son dört yüz yıldır bilime özcü/evrenselci bir anlayışın yön verdiğini, hatta bu anlayış doğrultusunda yapılan bilim tanımının tek, biricik tanım sayıldığını belirttim. Bununla birlikte, bilim hakkında özellikle son yüz elli yıldır birbiriyle tartışan anlayışlardan söz ettim ve artık, özcü/evrenselci anlayışın yaptığı tanımın tek ve biricik tanım olmaktan çıktığını, hele son elli yıldır nominalist/tekilci anlayışın önemli ölçüde taraftar bulduğunu söyledim. Benim nominalist/tekilci anlayışın yanında olduğum, konuşmam süresince muhakkak ki anlaşılmıştır. Ben bu anlayışın ülkemizde de taraftar bulmasını, biraz sonra değineceğim kültürel ve siyasal nedenlerle de istiyorum.

      Yalnız daha önce, felsefe tarihinden öğrenmiş olduğumuz bir hususu hatırlamak gerekir. Felsefe tarihi boyunca çeşitli anlayışlar, “izm”ler, “felsefe”ler arasında tanık olduğumuz tartışmanın, rekabetin ve hatta zaman zaman savaş halini alan mücadelenin tam bir galibi ve mağlubu olmamıştır. Konumuzla ilgili olarak şu söylenebilir: Son dört yüz yıldır özcü/evrenselci bilim anlayışı üstünlüğünü kabul ettirmiş, fakat bu üstünlük günümüzde oldukça sarsılmıştır. Ama tekrarlamalıyım ki, “Özcü/evrenselci bilim anlayışının üstünlüğü, hâkimiyeti ortadan kalkar mı; bu anlayışın yerini nominalist/tekilci bilim anlayışı alır mı?” diye sorulacak olursa, bunun kesin bir yanıtı olamaz. Şu anda görülen, nominalist/tekilci anlayışın sesinin eskisine oranla çok daha fazla çıkmaya başlamış olmasıdır. Ayrıca ben, özcü/evrenselci anlayışın, yalnızca bilimde değil, hemen her konuda, insanların büyük çoğunluğunun bir temel psişik ihtiyacına, tümeli, geneli, evrenseli (reel olarak mevcut olmasalar da) bilme ve ona sahip olma ihtiyacına yanıt verdiğini, bu nedenle düşünme alanında taraftar üstünlüğünü elden bırakmayacağını düşünüyorum. Özcülük/evrenselcilik, büyük filozofların önemli kısmının paylaştığı bir anlayış olmasına rağmen insanın düşünme serüveni içinde sığlığın, kolaycılığın da yurdu olmuştur. Buna karşılık nominalizm ve tekilcilik (ve özellikle onun son iki yüz yıldaki en önemli versiyonları olan tarihselcilik ve hermeneutik) dünyanın, toplumun ve bizzat insan düşünmesinin karmaşık, hatta kaotik niteliklerinin farkında olan bir anlayış olarak, bizzat bu karmaşıklık ve kaosu, o da kısmen kavramayı hedeflemiş olmakla, düşünen insanı yoğun ve zor bir düşünme serüvenine çağırırlar. Onların altın tepsi içinde sunacakları tümelleri, evrenselleri yoktur; bunları bulamadıklarından ötürü değil, onların mevcut olmamalarından ötürü. Dilthey, nominalizmin, tekilciliğin ve bağlı olarak hermeneutiğin, felsefi ve bilimsel düşünüşün krize girdikleri dönemlerde hep yeniden yardıma çağrıldığını ve etkili olduğunu, ne var ki kriz atlatıldıktan sonra, insanların yine tümeller, evrenseller peşinde koşmaktan yılmadıklarını belirtiyor.[7] Kısacası, nominalizmin, tekilciliğin, tarihselciliğin ve hermeneutiğin, özcülük ve evrenselcilik karşısında taraftar üstünlüğü sağlamasının önünde psişik engeller var. Zaten bunların özcülük ve evrenselcilik karşısında üstünlük tasladıkları da yok. Çünkü onlar şunun bilincindedirler: Her türlü üstünlük iddiasının kökeninde bir çeşit totalitarizm arzusu vardır. Tümeli, evrenseli bulduklarına, bildiklerine inananlar, bunu tüm insanlığa mal etme, tüm insanlığı o tümel, o evrensel ile aydınlatma sevdasına da kapılırlar. Bu da düşünmede olduğu kadar sosyal yaşamda ve hele siyasette çeşitli totalitarizmlere yol açar. İnsanların büyük çoğunluğunun psikelerinde var olan, sonuçları bakımından düşüncede dışlamacılığa, sosyal yaşamda ve siyasette yok ediciliğe kadar varan uygulamalara kaynaklık eden bu güçlü eğilime karşı, etkisi zaman zaman cılız kalsa da, nominalist, tekilci, tarihselci bir tepkiyi hep canlı tutmak, düşünsel, sosyal ve siyasal bir ödev niteliği de taşımaktadır. Bu zor bir ödevdir ve bu ödevi ancak özcü/evrenselci kolaycılığa kapılmama dirayetini gösterebilenler yerine getirebilirler.

      Bu belirlemeler ışığında, özcü/evrenselci bilim anlayışına karşı ayrıca şunlar da söylenebilir:

      Bilimin özcü/evrenselci yorumunun yüceltilmesi, bilimin kendisine de pek yarar getirmemiştir. Tam tersine, bu yüceltme bilimin dogmatikleşmesine, onun bir tür dine dönüşmesine yol açmıştır. Bunun en önemli ve sakıncalı sonuçlarından biri şu olmuştur: Özellikle uygulamalı bilimlerin araçlaştırılmasıyla sağlanan siyasal yönlendirme ve baskı, eskisiyle oranlanamayacak ölçüde artmıştır. Son on yılların en yaygın fenomeni olan küreselleşme veya globalleşme süreci içinde bu yönlendirme ve baskı, muazzam bir propaganda faaliyeti eşliğinde gerçekleşmektedir. Bilimden, özellikle uygulamalı fen bilimleri ve uygulamalı “sosyal bilimler”den[8] beklenen, mevcut sosyoekonomik düzenin küreselleşmeye hizmet edecek şekilde dönüştürülmesi veya pekiştirilmesine hizmet etmeleridir. Buna bağlı olarak üniversiteler sanayi ve ticaret dünyasına hizmet veren bir hizmet sektörü haline gelme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar ve kısmen de gelmişlerdir. Üniversitelerde bağımsız araştırma yapma imkanları gittikçe daralmakta, araştırmalar ancak piyasaya ve sanayi ve ticaret dünyasının talep ve beklentilerine uygunlukları oranında destek bulabilmektedirler.

      Bu konferansta çizmeye çalıştığım çerçeve üstüne daha kişisel bir değerlendirme yapmaya çalışarak sözlerimi bitirmek istiyorum.

      Tekrarlıyorum: Ben, nominalist, tekilci ve rölativistim. Felsefedeki kariyerimi de zaten nominalist, tekilci ve rölativist bir epistemolojiye dayanan hermeneutik gelenek içerisinde yaptım. Yalnız, şunu da eklemeliyim ki, nominalist, tekilci ve rölativist olmak, benim için sadece bir felsefi inanç ve tercih meselesi olmanın ötesinde

Скачать книгу


<p>7</p>

Terimi tırnak içinde kullanmanın gerekçeleri konusunda, bu kitaptaki şu yazıma bkz. “Doğabilimleri ve ‘Sosyal Bilimler’ Ayrımının Dünü ve Bugünü Üzerine”.

<p>8</p>

Ben bu konferansı bir devlet üniversitesinde veriyorum. Büyük çoğunluğu kapitalist işletmelere eleman yetiştirme amaçlı kapitalist işletmeler, birer ticarethane olarak çalışan özel üniversitelerde (“vakıf üniversitesi”?) bu konferansta işlenen konuların işlendiğine, dile getirilen görüşlerin irdelenip tartışıldığına dair bir yazılı/basılmış işaret, örneğin bu üniversitelerin herhangi birinin bir yayını olarak yayımlanmış bir kısa yazı bile, benim izlediğim kadarıyla yoktur.