Hayaletgören. Schiller Friedrich von

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hayaletgören - Schiller Friedrich von страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hayaletgören - Schiller Friedrich von

Скачать книгу

ortaya çıktı. O anda büyücü baygın bir halde yere yığıldı.

      “Ne oluyor?” diye bağırdı İngiliz dehşet dolu bir sesle ve ona bir kılıç darbesi indirmek istedi. Hayalet onun koluna dokundu ve kılıç yere düştü. O anda korkudan alnım ter içinde kaldı. Baron von F** de aynı anda dua okuduğunu sonradan itiraf etti. Bütün bu zaman boyunca Prens, korkusuz ve sakin bir tavırla gözlerini hayalete dikmiş, duruyordu.

      “Evet! Seni tanıdım,” diye sonunda haykırdı duygulanarak, “Sen Lanoy’sun, sen benim arkadaşımsın… Nereden geliyorsun?”

      “Ebediyet dilsizdir. Bana geçmiş yaşantıma ait sorular sor.”

      “Bana tarif ettiğin manastırda kim yaşıyor?”

      “Benim kızım.”

      “Nasıl? Sen baba mı oldun?”

      “Ah, ne yazık ki, çok az babalık yaptım!”

      “Mutlu değil misin, Lanoy?”

      “Tanrı beni yargıladı.”

      “Bu dünyada sana ne gibi bir hizmette bulunabilirim?”

      “Hiç, sen kendini düşün yeter.”

      “Bunu nasıl yapmalıyım?”

      “Roma’da bunu öğreneceksin.”

      O anda bir şimşek daha çaktı ve gök gürledi. Odayı kara bir duman bulutu kapladı; dağıldığında, hayalet yok olmuştu. Bir pencerenin kepengini açtım. Sabah olmuştu.

      Şimdi büyücü de ayılıyordu. “Neredeyiz?” diye haykırdı, gün ışığını görür görmez. Rus subay onun hemen arkasında duruyor ve omzunun üstünden ona bakıyordu. “Düzenbaz,” dedi ona doğru dehşet saçan bir bakışla, “bir daha asla ruh çağırmayacaksın.”

      Sicilyalı arkasına döndü, dikkatle onun yüzüne baktı, tiz bir çığlık attı ve ayaklarına kapandı.

      Bir anda hepimiz sözümona Rus olan adama baktık. Prens, onda Ermeni’nin yüz hatlarını tanımakta zorlanmadı ve biraz önce kekelemekte olduğu söz ağzına tıkıldı kaldı. Dehşet ve hayretten hepimiz adeta taş kesilmiştik. Hiç ses çıkarmadan ve kıpırdamadan bu esrarengiz varlığa gözlerimizi dikmiş, bakıyorduk; o ise sessiz gücün ve azametin ifadesi olan bir bakışla içimizi okuyordu. Bu suskunluk bir dakika sürdü, sonra bir dakika daha. Herkes soluğunu tutmuştu.

      Birden kapıya birkaç kez kuvvetle vuruldu ve hepimiz kendimize geldik. Kapı parçalanarak salona devrildi, içeriye nöbetçilerle birlikte mübaşirler8 daldı. “İşte nihayet sizi bir arada bulduk!” diye bağırdı şefleri ve yanındakilere döndü. “Hükümet adına!” diye haykırdı bize doğru. “Sizleri tutukluyorum.” Daha aklımız başımıza gelmeden, göz açıp kapayıncaya kadar etrafımız sarılmıştı. Şimdi kendisini tekrar Ermeni diye adlandıracağım Rus subay, mübaşirlerin şefini kenara çekti ve o anki karışıklıkta fark edebildiğim kadarıyla, kulağına gizlice birtakım sözler fısıldadı ve ona yazılı bir belge gösterdi. Bunun üzerine, mübaşir hiç konuşmadan, önünde saygı dolu bir reverans yaparak onun yanından uzaklaştı ve bize doğru dönüp şapkasını çıkardı. “Beni bağışlayın, baylar,” dedi, “sizi bu sahtekârla karıştırdım. Size kim olduğunuzu sormayacağım; çünkü bu bey karşımdakilerin onurlu kişiler olduğuna dair bana güvence veriyor.” Bunları söylerken adamlarına bizi serbest bırakmalarını işaret etti. Sicilyalı’yı ise gözaltına alıp bağlamalarını emretti. “O serserinin artık vakti doldu,” diye ekledi. “Yedi aydır onu yakalamak için pusuda bekliyorduk.”

      Bu sefil adam gerçekten acınacak durumdaydı. İkinci hayaletin görünmesi ve bu beklenmedik baskının yarattığı çifte korku, aklını başından almıştı. Bir çocuk gibi onu bağlamalarına izin verdi; bir ölününkini andıran yüzünde gözleri kocaman açılmış, sabit bakıyordu; dudakları usul usul seğirir gibi titriyor, ama ağzından hiçbir ses çıkmıyordu. Her an bir kasılma nöbeti geçirecek gibiydi. Prens onun durumuna acıdı ve kendini tanıtarak salıverilmesi için mübaşiri ikna etmeye yeltendi.

      “Saygıdeğer bayım,” dedi mübaşir, “böylesine bir yüce ruhlulukla kendisine aracılık ettiğiniz bu adamın kim olduğunu biliyor musunuz? Sizi aldatmak için kurduğu düzen onun en hafif suçlarından biri. İşbirlikçileri elimizde. Onun hakkında iğrenç şeyler söyleniyor. Bundan sadece kürek cezasıyla kurtulursa, kendini şanslı saymalı.”

      O arada otel sahibinin de çalışanlarıyla birlikte iplerle bağlanmış olarak avludan geçirildiklerini gördük. “O da mı?” diye bağırdı Prens. “O ne suç işledi?” Mübaşirlerin şefi, “O, onun suç ortağı ve yardakçısı,” diye cevapladı. “Elçabukluğu numaralarında ve hırsızlıklarında ona yardımcı olan ve ganimeti paylaştığı kişi. Biraz sonra buna ikna olacaksınız, saygıdeğer bayım.” (O sırada adamlarına doğru döndü.) “Bütün evi baştan başa arayın ve ne bulursanız derhal bana bildirin.”

      Şimdi Prens etrafına bakınarak gözleriyle Ermeni’yi arıyordu ama ondan eser yoktu; baskının yarattığı genel karışıklık sırasında fark edilmeden uzaklaşmaya fırsat bulmuştu. Prens çaresizdi; hemen adamlarını peşinden yollamaya kalktı; hatta bizzat kendisi gidip onu aramak istedi, beni de beraberinde sürüklemek niyetindeydi. Pencereye doğru koştum; bütün evin etrafını bu olayın söylentilerini duyan meraklılar sarmıştı. Kalabalığı aşmak imkânsızdı. Prens’e şöyle telkinde bulundum: “Bu Ermeni bizden gizlenmeyi gerçekten istiyorsa, saklanmanın yolunu mutlaka bizden iyi biliyordur ve tüm aramalarımız da boşa çıkacaktır. Bence dilerseniz biraz daha burada kalalım, saygıdeğer Prens. Belki bu mübaşir onun hakkında bize daha fazla bilgi verebilir; eğer doğru gördüysem, ona kendini tanıttı.”

      Hâlâ yarı çıplak olduğumuzu fark etmiştik. Hemen odamıza gittik ve hızla kıyafetlerimizi üzerimize geçirdik. Geri döndüğümüzde, evde yapılan arama bitmişti.

      Altarı dışarı çıkarıp salonun döşeme tahtalarını kaldırınca, içinde bir insanın dik olarak rahatça oturabileceği, genişçe bir mahzen ortaya çıktı, kapısından dar bir merdivenle bodruma iniliyordu. Bu mahzende bir elektrikleme makinesi, bir saat ve küçük bir gümüş çan bulundu; çan ve elektrikleme makinesinin, altar ve onun üstüne tutturulmuş olan haçla arasında bir bağlantı yapılmıştı. Şöminenin tam karşısındaki pencerenin kepengi delinmiş ve bir sürgü takılmıştı, böylece daha sonra öğrendiğimiz gibi, bu deliğe bir laterna magica9 yerleştirilerek istenen görüntü şöminenin üzerindeki duvara düşürülmüştü. Tavan arasından ve bodrumdan çeşitli davullar çıkardılar, üzerlerinde iplere bağlanmış iri kurşun küreler asılıydı, herhalde duyduğumuz gök gürültüsü seslerini bu yolla meydana getirmişlerdi. Sicilyalı’nın kıyafetleri incelendiğinde, bir kutunun içinde çeşitli tozlar, aynı şekilde cam tüpler ve kaplarda cıva, bir cam şişede fosfor, demir düğmelerin üzerine yapışmasından mıknatıs özelliği olduğunu hemen anladığımız bir yüzük, ceketinin cebinde bir “Göklerdeki Babamız” duası, uzun bir sakal, küçük cep tabancaları ve bir hançer bulundu. “Bakalım, dolu muymuş!” dedi mübaşirlerden biri ve eline aldığı tabancalardan birini şömineye doğrultarak ateş etti. “İsa Meryem aşkına!” diye boğuk bir insan sesi haykırdı,

Скачать книгу