Hayaletgören. Schiller Friedrich von

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hayaletgören - Schiller Friedrich von страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Hayaletgören - Schiller Friedrich von

Скачать книгу

yabancı bir adam bana bir duka altını verdi ve karşılığında…”

      “Ezberlettiği bir efsun duasını söylemeni mi istedi? Peki neden işin bitince çıkıp gitmedin?”

      “Bana bir işaret verecekti, o zaman gidebilecektim; ama işaret gelmedi, dışarı çıkmak için yukarı tırmanmak istediğimdeyse, merdiven yerinde yoktu.”

      “Sana ezberlettirdiği efsun duası neydi?”

      Adam o anda bayıldı, ondan artık bir şey öğrenmek mümkün değildi. Daha yakından baktığımızda, onun önceki akşam Prens’in yoluna çıkıp büyük bir ciddiyetle konuşan keşiş olduğunu fark ettik.

      O sırada Prens, mübaşirlerin şefine doğru dönmüştü.

      “Siz bizi,” dedi, aynı zamanda avucuna birkaç altın sıkıştırarak, “siz bizi bir sahtekârın elinden kurtardınız ve bizi tanımadığınız halde hakkımızı verdiniz. Şimdi eğer birkaç sözüyle bizim serbest bırakılmamızı sağlayan o meçhul kişinin kim olduğu hakkında bizi aydınlatırsanız, size karşı minnettarlığımız son haddine varacaktır.”

      “Kimi kastediyorsunuz?” diye sordu mübaşirlerin şefi, bu sorunun ne kadar gereksiz olduğunu açıkça belli eden bir yüz ifadesiyle.

      “Rus üniformalı bayı kastediyorum, sizi bir kenara çekip yazılı bir belge göstererek kulağınıza birtakım sözler fısıldamış, siz de onun üzerine bizi serbest bırakmıştınız.”

      “Demek o adamı tanımıyorsunuz?” diye tekrar sordu mübaşir. “O sizin grubunuzdan değil miydi?”

      “Hayır,” dedi Prens, “üstelik çok önemli sebeplerden dolayı kendisiyle yakından tanışmak istiyordum.”

      “Yakından,” diye cevap verdi mübaşir, “onu ben de tanımıyorum. Şahsen adını bile bilmiyorum, bugün onu hayatımda ilk kez gördüm.”

      “Nasıl olur, bu kadar kısa zamanda ve birkaç sözle hem kendisinin hem de bizlerin suçsuz olduğuna sizi nasıl ikna edebildi?”

      “Aslında bir tek sözcükle.”

      “Peki neydi bu? İtiraf edeyim, bunu bilmek istiyorum.”

      “Bu meçhul adam, saygıdeğer bayım,” –aynı anda da avucundaki duka altınlarını eliyle tartıyordu– “Bana karşı o kadar cömert davrandınız ki, sizden bu sırrı daha fazla saklamayacağım –bu meçhul adam– Devlet Engizisyonu’ndan bir subaydı.”

      “Engizisyon mu! Bu adam!..”

      “Aynen öyle, saygıdeğer bayım, gösterdiği evrak beni öyle olduğuna ikna etti.”

      “Aynı adamdan mı bahsediyorsunuz? Bu imkânsız.”

      “O halde size dahasını da söyleyeyim, saygıdeğer bayım. Aynı adam, ruh çağıran kişiyi tutuklamak üzere benim buraya gönderilmemi sağlayan ihbarı yapanın da ta kendisiydi.”

      Şaşkınlığımız artmış halde birbirimize baktık.

      “Şimdi anlaşıldı,” diye bağırdı İngiliz sonunda, “ruh çağıran o sefil herifin onun yüzünü yakından görünce neden korkudan titrediği belli oldu. Onun kendisini ihbar eden kişi olduğunu anladı ve o yüzden öyle çığlık atıp ayaklarına kapandı.”

      “Hiç de değil,” diye bağırdı Prens. “Bu adam, her ne olmak istiyorsa odur ve o anda her ne olması gerekirse o olur. Bu adam gerçekte nedir, bunu henüz hiçbir ölümlü öğrenemedi. Sicilyalı’ya ‘Bir daha asla ruh çağırmayacaksın!’ sözlerini haykırdığı anda onun yıkıldığını görmediniz mi? Bunun arkasında çok şey var. İnsandan gelen böyle bir tehdidin bu kadar korkutacağına beni kimse inandıramaz.”

      “Bu konuda bizzat büyücü bize en iyi şekilde yol gösterebilir,” dedi Lord, “eğer bu bay,” (mübaşirlerin şefine doğru dönerek) “tutukladığı adamla konuşmamıza imkân sağlayabilirse.”

      Mübaşirlerin şefi buna söz verdi ve biz de hemen ertesi sabah onu ziyaret edeceğimize dair İngiliz’le sözleştik. Derken Venedik’e geri dönmek üzere yola koyulduk.

      Sabahın erken saatlerinde Lord Seymour (İngiliz’in adı buydu) oradaydı ve kısa bir süre sonra mübaşirin bizi hapishaneye götürmesi için gönderdiği, daha önceden de gördüğümüz bir şahıs geldi. Bu arada Prens’in birkaç günden beri avcı erlerinden birinin kayıp olduğunu söylemeyi unuttum. Bremen doğumlu bu avcı eri uzun yıllar Prens’e dürüstçe hizmet etmiş ve onun güvenini kazanmıştı. Başına bir şey mi geldi, kaçırıldı mı, yoksa kaçtı mı, kimse bilmiyordu. Kaçması için ortada mantıklı hiçbir sebep yoktu, her zaman sessiz ve düzgün çalışan bir insan olduğu için, kendisine asla bir ihtarda bulunulmamıştı. Arkadaşlarının bütün hatırlayabildikleri, son zamanlarda içine kapandığı ve vakit bulduğu her an, Giudecca Adası’ndaki bir Minorit10 manastırını ziyaret ettiği ve orada birkaç biraderle sık sık görüştüğüydü. Bu durumdan yola çıkarak onun belki de keşişlerin etkisine kapılıp Katolikliği kabul etmiş olabileceği kanısına vardık. Prens o zamanlar bu konuları pek umursamadığından, sonuçsuz kalan birkaç araştırma yaptırmakla yetinmişti. Yine de, sefere çıktığında her zaman yanında olan, ona hep sadık kalan ve yabancı bir memlekette kolayca yeri doldurulamayacak bu insanın kaybı onu üzüyordu. Ancak o gün, tam dışarı çıkmak üzere olduğumuz sırada, Prens’in kendisine yeni bir hizmetkâr temin etmesi için görevlendirdiği banker aradı ve Prens’e iyi eğitimli, düzgün kıyafetli, orta yaşlı, uzun yıllar bir procurator’un11 hizmetinde yazman olarak çalışmış, Fransızca ve biraz da Almanca bilen, ayrıca çok iyi referansları bulunan birini takdim etti. Adamın fizyonomisi beğenildi, ayrıca maaşının Prens’in onun hizmetinden memnuniyetine bağlı olarak belirlenmesini istediğini açıklaması üzerine, hiç tereddütsüz işe alındı.

      Sicilyalı’yı özel bir hapishanede bulduk; mübaşirin dediğine göre, Prens’in ricasıyla şimdilik buraya getirilmişti ama daha ileride, tüm girişleri kapatılmış, kurşunla kaplı damların altına atılacaktı. Bu kurşun damlar, Venedik’in en korkunç hapishanesidir; San Marco Sarayı’nın çatısı altında bulunan bu hapishaneye atılan bahtsız suçlular, kızgın güneş ışınlarını toplayan kurşun yüzeyin altında çoğunlukla cinnet geçirirler. Sicilyalı dünkü olaydan sonra tekrar kendine gelmişti, Prens’i görünce saygıyla ayağa kalktı. Bir bacağı ve bir eli zincire vurulmuştu, onun dışında odanın içinde serbestçe dolaşabiliyordu. Biz içeri girince, nöbetçi yanımızdan uzaklaşarak kapının önüne çıktı.

      “Gelişimin sebebi,” dedi Prens, yerlerimize oturduktan sonra, “sizden iki konuda açıklama istememdir. İlkini bana zaten borçlusunuz, diğeriyle ilgili olarak da beni tatmin etmeniz zararınıza olmaz.”

      “Bu oyunda artık benim rolüm kalmadı,” diye karşılık verdi Sicilyalı. “Kaderim sizin ellerinizde.”

      “Bir tek dürüstlüğünüz,” diye karşılık verdi Prens, “bunu hafifletebilir.”

      “Sorun, saygıdeğer bayım. Cevaplamaya hazırım, çünkü artık kaybedecek hiçbir şeyim yok.”

      “Ermeni’nin

Скачать книгу