602. Gece. Gülsoy Murat

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу 602. Gece - Gülsoy Murat страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
602. Gece - Gülsoy Murat

Скачать книгу

yok. Onun dışında yazarlar diledikleri gibi yazıyorlar. Teslim aldıkları hikâyeyi farklı yönlere nasıl çekiştirdiklerini ve de kendi üsluplarını başkalarınınkiyle nasıl buluşturduklarını izlemek gerçekten de çok öğretici. Hem anlatılan hikâyeyi izliyorsunuz hem de yazarların hikâyeyle ve diğer yazarlarla yaşadıkları gerilimleri okuyorsunuz. Ayrıca, sanatçının/romancının bireyselliği, sanatın kolektivizmle ilişkisi, romanın bir kurmaca olarak sınırlamaları, roman gerçekliğinin değişebilirliği ve bunun alımlanma şekli, hikâye ile yazarın birbirini sınaması gibi roman sanatının kendine dair sorularını ortaya çıkarıyor bu çalışma. Tıpkı diğer modernist yapıtların yaptığı gibi yine edebiyatın kendi meselelerini edebiyat eserinin asıl meselesi haline getiriyor. Önemli bir edebiyat deneyi…

      Yakın dönemdeki modernist eserler Bülent Erkmen’in tasarımlarıyla sınırlı değil elbette ama bir başka çalışmasını daha anmadan geçmek haksızlık olacak. 32 Büst kitabının alt başlığı Otuz İki Fotoğraf İçin Yazılmış Yalanlar. Faruk Ulay’ın 32 kişinin büst fotoğraflarına bakarak yazdığı 32 öyküden ve bu fotoğraflardan oluşan kitabın ilginç yanı ciltlenme şekli. Kitabı elinize alıp sayfalarını çevirmeye başladığınızda sadece metin kısmını görüyorsunuz. İki sayfada bir henüz kesilmemiş iki sayfa olduğunu fark ediyorsunuz. Öyküye ilham veren kişinin fotoğrafı o içerideki iki sayfaya gizlenmiş durumda. Ancak sayfayı biraz eğip bükerek iki sayfa arasındaki boşluktan bakıp o kişinin büst fotoğrafını görebiliyorsunuz. Bu da düşündürücü bir etki yaratıyor. Çünkü belden yukarısı çıplak olan bu kişilerin fotoğraflarına gizlice bakıyormuşsunuz gibi oluyor. Yok, eğer bu sayfaları kâğıt açacağıyla kesip ayırırsanız kişinin görüntüsü ortadan ikiye bölünerek zıt sayfalarda kalıyor. Yani sol yarısı sağ sayfada, sağ yarısı sol sayfada. Kitap yayımlandığında çok sayıda habere ve tartışmaya konu oldu. Basın kitabı haber yaparken bu ünlü kültür ve sanat insanlarının çıplak fotoğraflarıyla haberlerini süsledi. “Enteller soyundu” gibi başlıklarla okurlara sunulan haberlerde açıkça entelektüel düşmanlığı yapıldı.

      İlk başta ben de haberleri okurken kızdığımı, iki alanın, sanat ve magazinin bu şekilde birbirine dolanmasından hoşlanmadığımı, bir grup sanatseverin ve okurun dışına bu projenin taşmaması gerektiğini düşündüğümü hatırlıyorum. Oysa üzerine biraz daha düşündüğümde, bu “taşmanın” yani verilen tepkilerin aslında projenin (deneyin) sonuçlarından başka bir şey olmadığını, bunların da projenin bir parçası olduğunu anladım. O kadar çok meseleyi birden tartışmaya açıyordu ki bu deneysel çalışma: Kışkırtıcı bir deneydi. Çıplaklık/örtünme, düşünce/beden, metin/fotoğraf gibi ikilemleri gündeme getiriyor, okurun bunlara verdiği tepkiler projenin deney kayıtlarına veri olarak kaydediliyordu. Her ne kadar Bülent Erkmen gösterilen tepkilerden rahatsız olduğunu söylese de bence tüm bu konuları gündeme şiddetli bir şekilde getirdiği için amacına ulaşmış bir projeydi. Magazin basınının konuya bu şekilde yaklaşması da incelenmeye değer bir başka olguyu gündeme getiriyordu. Düşünce ve kültür insanı olarak tanınmış kişilerin bedensel çıplaklığının sunulması elbette tepki çekecekti ve elbette tüm modernist yapıtların yaptığı gibi gerici düşünceyi kışkırtacak ve saldırganlaştıracaktı. Başka türlüsü olmaz mıydı? Yani dünyanın her yerinde mi durum buydu? Daha sonradan bu konu bağlamında postmodern düşünürlerin söylediği gibi seçkin kültür ile popüler kültür arasında bir fark kalmadığı için mi oluyordu bunlar? Belki evet… Ama daha önce de üzerinde durduğum gibi modernist sanata ve düşünceye gösterilen tepkinin tarihi kendisi kadar eskidir. Dolayısıyla, modernist sanata karşı çok çabuk örgütlenen linç kültürü başından beri karşıtıyla beraber vardı. Yani yakın zamanların bir özelliği (postmodern durumun bir sonucu) değildi; Yoz Sanat sergileri açıp şehir şehir dolaştıran Nazilerin ve beğenmedikleri kitapları ateşe atan sıradan Alman öğrencilerin yaptığı da bundan nitelik olarak farklı değildi.

      

      Le Nouvel Observateur

      varoluşçu felsefenin ve feminist edebiyatın kült isimlerinden Simone de Beauvoir’nın yüzüncü doğum gününü kapağına yazarın çıplak bir fotoğrafını basarak kutladı.

      32 Büst olayında popüler kültürü kışkırtan, entelektüellerin çıplaklığıydı. Çok benzer bir vaka da geçtiğimiz yıl Fransa’da yaşandı. Le Nouvel Observateur varoluşçu felsefenin ve feminist edebiyatın kült isimlerinden Simone de Beauvoir’nın yüzüncü doğum gününü kapağına yazarın çıplak bir fotoğrafını basarak kutladı. Elbette ortalık birbirine girdi. Özel yaşam, çıplaklık, kadınlık, erkeklik, cinsellik sömürüsü ve birçok başlıkta tartışmalar açıldı. Derginin hiçbir zaman eş saygınlıkta bir erkek yazarın (örneğin Sartre’ın) benzer şekilde çıplak fotoğrafını basamayacağı iddia edildi. Tabii bir yandan da yazarın yaşam tarzı tutucu bir perspektiften tekrar yargılanmaya başladı. Bu da aslında böyle bir düşünüre yüzüncü doğum yılında yapılabilecek en kötü şey oldu. Enis Batur bu konuyu ele alan yazısında37 meseleyi Batı’nın bu konudaki hesaplaşmasının tarihine götürerek önemli bir noktaya işaret ediyor:

      Ne var fotoğrafta, aslında hiçbir şey. Yazarları, düşünürleri üryan görmeye alışmamışız, hepsi bu. Yarım yüzyıldır çekmecede kalmış bu fotoğrafın yayımlanmasına diklenenler tuhafıma gidiyor açıkçası: Simone de Beauvoir’nın mektupları daha az mı çıplaktı? Ünlü “İkinci Seks” yayımlandığında, iyi bir romancı (ama pis bir muhafazakâr) olan François Mauriac’ın, Les Temps Modernes dergisinin bir çalışanına ne dediğini unutmuyorum: “Patronunuzun apış arasının tarihini öğrenmiş bulunuyoruz.” Her ülke gibi Fransa da özgürlük yanlılarıyla tutucular arasında yalpalamıştır her vakit; bir farkı varsa, olmuşsa, susuz özgürlerin sayısı ve köktenciliği bu topraklarda belirgindir. Yeni Milli Kütüphane’de, şehre Mitterand’ın armağanı, açık kitap cildi gibi duran kulelerde bugünlerde bir sergi dikkat çekiyor: “Cehennem.” Fransa Fransa olalı yasaklanan, kovalanan, aforoz edilen erotik kitaplar, gravür ve desenleriyle okurun karşısında şimdi. Ne çok kitap yasaklanmış, diyebilir sergiyi gezen bir aklıevvel. Öyle değil: Ne çok karşı çıkılmış yasağa, demek gerekir.

      Deneysel sanat yapıtlarının tarihinin biraz da tutuculukla mücadelenin tarihi gibi şekillenmiş olması da çok şaşırtıcı değil. İnsan doğasını, düşüncesini anlamaya çalışan ve yapıtıyla kendini ve dünyayı sorgulayan modernist sanatçının tepki görmesi anlaşılır bir şey ama bu tepkinin linç düzeyinde yok edici boyutlara gelmesi çok ürkütücü. 1980’lerle birlikte tüm dünyada yükselmeye başlayan yeni sağ ve yeni muhafazakârlık Türkiye’de doğrudan askerî bir yönetimle iyiden iyiye mevzi kazanmış, aydın/entelektüel düşmanlığı toplumun nerdeyse tüm hücrelerine işlemişti. Nadir muhalefet kanallarından olan mizah dergilerinde bile on yıllardır güçsüz ve kaypak entel figürleri çizilmekte. Dolayısıyla iki binli yıllara da gücünden fazla bir şey kaybetmeden geldi. Dünyada da durum çok farklı değil belki ama ölçeği değişik. Dönemin adı değişti belki, artık postmodern zamanlardayız deniliyor ama insanın özgürleşmesi meselesinde niteliksel bir sıçrama yaşanmadı.

      Postmodern durum, postmodernizm, postmodern roman, postmodernist yazar gibi ifadelerin her birinde işaret edilenin ne olduğunu tartışmak gerekir belki ama ben “postmodern” teriminin ikili doğasından söz etmek istiyorum. Post- takısı zamansal olarak ya da sıralama olarak sonra gelmeyi işaret ettiği gibi uzaklaşmış olunduğunu da

Скачать книгу