CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL. Celil Oker
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-ATES ETME ISTANBUL - Celil Oker страница 3
“Pekâlâ,” dedim.
Uzun boylu garson kahvemle misafirimin birasını getirdi. Boş fincanı aldı. Gülümsedi. Gülümsemesine cevap vermedim. Sıcakken kocaman bir yudum aldım.
“Başka soru sormayacak mısınız?” dedi sarışın doktor.
Bir yudum kahve daha gitti gırtlağımdan aşağı. Ya da Latince adı her neyse. İyi geldi. Akşama kadar yemek yemesem idare ederdim. Sonra bir Adana belki. Belki ciğer. Rakı.
“Anlaşmamızı yerine getirdim,” dedim. “İrisimin çevresinde olmaması gereken o müzevir halka karşılığında sizi dinledim. İşi almaya karar vermiş değilim. Lütfen bunu kişisel almayın. Herhangi bir işi alıp almamaya karar vermiş değilim, ondan.”
Sarışın doktor birasının yarısını bitirdi tek yudumda. Uzun boylu garsonun getirdiği kâğıt peçeteyle dudağının kenarını sildi. Kalanı da bitirecekmiş gibi bardağını ağzına doğru götürdü. Vazgeçti sonra. Omzumun arkasındaki duvara baktı. Dudaklarını büzüştürdü.
“Evli misiniz?” dedi sonra bana dönüp. Sesi deminki kadar berrak değildi. Ona bu kadarını borçlu olduğumu düşündüm.
“Hayır,” dedim.
“Birlikte olduğunuz bir kadın var mı?” dedi cevap vermiş olmamdan cesaret alarak.
“Vardı,” dedim.
“Ne oldu?” dedi.
Bu kadarı yetmişti.
“Size ne?” dedim. Hafif sinirlenmiştim. “Dördüncü bir ikna yöntemi olarak duygusal şantajı düşünüyorsanız, çalışmaz. Aynı numarayı son yediğimde sonuç hiç istediğim gibi olmadı.”
“Ama elimde başka bir şey kalmadı,” dedi sarışın doktor. Altdudağı titredi.
“Ağlayacaksanız ben gideyim,” dedim.
“Ağlamayacağım,” dedi. “Ben giderim. Özür dilerim, rahatsızlık verdim. Biranın parasını ödemiştim.”
Ayağa kalktı. Elini pantolonuna sildi bir kez daha. Sonra omzunu silkti. Eliyle son bir hoşça kalın işareti yaptı, döndü, kapıdan hızla çıktı. İstiklal Caddesi tarafına değil, aşağı yöne doğru yürüyerek görüş alanımdan çıktı. Arkasında bıraktığı boşluğa baktım. Omuzları çökmüştür diye düşündüm. Uzun boylu birinde daha acıklı dururdu çökük omuzlar.
Hay Allah dedim içimden. Çok da kısa olmayan meslek hayatımda, gözlerinde bir iki damla yaşla yanağımdan öpen genç kızları hatırladım. İçinde oldukları pislik çukurundan kurtulduklarında yüzlerinde beliren pırıltıyı. Söyleseler de söylemeseler de beni bir daha hiç unutmayacaklarını apaçık belli eden bakışlarını.
Yardım isteğini reddettikten birkaç saat sonra öldürülen “yeni başlayan kız”ın arabamdan inerken bana gönderdiği son bakışı hatırladım.
İstesem de istemesem de Yıldız Turanlı’yı hatırladım.
İhtiyarladın Remzi Ünal dedim kendi kendime. Ayağa kalktım. Dışarı çıktım. Aşağıya doğru yürümeye başladım. Uzun boylu garson hesabı taktığımı düşünmezdi, biliyordum. Bir zamanlar öldürülmüş bir kızın doğum gününü kutladığımız türkü barın hizasındaydı sarışın doktor. Yerinde yeller esiyordu şimdi barın. Galiba bir dövmeci olmuştu. Hızla yürüdüm. Seslenme mesafesinde bağırdım.
“Doktor, doktor, dur biraz.”
Doktor lafına sokakta oyalanan birkaç kişi kafasını çevirdi. Onlara bakmadım. Sarışın doktor beni duymamıştı. Yeniden seslendim.
“Doktor, dur biraz. Bekle, konuşalım.”
Duymaması mümkün değildi ama duymadı. Daha da hızlandım.
“Aradığını bulduysan ben döneyim,” diye bağırdım.
Bunu duydu galiba. Durdu. Geri döndü. Beni görünce yüzünde hakiki bir gülümseme belirdi. Ellerini iki yana açtı. Gülümsemesine bir soru işareti ekledi sonra.
İki adım daha atıp yanına yaklaştım. Soluğumu denetlemeye çalıştım. Evet, ihtiyarlıyorsun dedim kendi kendime bir kez daha.
“Bir dakika,” dedim. “Nereye gidiyorsun böyle basıp?”
Cevap vermeden yüzüme bakmaya devam etti.
“Gel, oturup konuşalım biraz,” diye devam ettim. “Belki bir şeyler yapabiliriz.”
Başını salladı. Yere bakarak yanımda yürümeye başladı. Kaktüs’ten içeri girene kadar konuşmadık.
Yarısı boş kahve fincanım ve bira bardağı masada duruyordu. Demin oturduğumuz yerlere oturduk. Uzun boylu garson kapıdan ikimize birden baktı.
“Ne istersin?” dedim.
“Onu bulmanızı,” dedi espri yapınca anlaşılmasını bekleyenlerin yüz ifadesiyle.
Uzun boylu garsona bir kahve daha işareti yaptım. Doktora döndüm sonra.
“Anlat,” dedim.
“Ne anlatayım?” dedi.
“Baştan anlat,” dedim.
“İşimi aldınız mı?” dedi.
“Bilmem,” dedim. “Sen anlat yine. Kimsin? Sevgilin kim? Şu bu… Polise gitseydin ne anlatacaksan öyle anlat.”
“İşi aldınız mı?” dedi sarışın doktor. “Önce bu konuda anlaşalım. Bir kez daha hayal kırıklığına uğramak istemiyorum. Sonra ne istiyorsanız anlatırım.”
Başımı iki yana doğru salladım. İhtiyarlamanın iyi bir fikir olduğuna ilişkin kuşkularım hafifçe artmaya başlamıştı. Dönüşü yok ama dedim kendi kendime.
“Tamam,” dedim. “İşi alıyorum. Anlaşmadan kastın imzalanacak bir sözleşme falansa öyle şeyler yok bende. İşimi bildiğim gibi yaparım. İş bulaşırsa önce kendi kıçımı kurtarmaya bakarım. İstanbul’un en iyi özel dedektifi olduğumu sana kim söylediyse bunları da söylemiştir mutlaka.”
Başını salladı.
“Bana söylediklerini elimden geldiğince başkalarına söylemem. Başkalarının söylediklerini de sana. Fotoğraf makinesi, ses kaydı, telefon dinleme falan yapmam. Paranın karşılığında makbuz vermem, sonuç vermeye çalışırım.”
Yeniden başını salladı.
“İşimi iyi yapabilmem için karşılığını aldığıma inanmam gerekir,” dedim.
Başını bir kez daha salladı. Yüzüme baktı. Fiyatımı söylememi bekliyordu.