CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA. Celil Oker

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA - Celil Oker страница

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
CELIL OKER-ÖZEL BASKI-BIR SAPKA BIR TABANCA - Celil Oker

Скачать книгу

Oker

      BIR SAPKA BIR TABANCA

Yazarın Yayınevimizden Çıkan Kitapları

      ATEŞ ETME İSTANBUL

      BEYAZ ELDİVEN SARI ZARF

      BİN LOTLUK CESET

      ÇIPLAK CESET

      KRAMPONLU CESET

      SON CESET

      YENİK VE YALNIZ

      SEN ÖLÜRSÜN BEN YAŞARIM

      ROL ÇALAN CESET

      GENÇ YAZARLAR İÇİN HİKÂYE ANLATICILIĞI KILAVUZU

      Aysel “Ünal” Oker için.

      Her şeye ama her şeye teşekkürlerimle…

      Bölüm 6.1

      Ölmedim.1

      Yok, ölmedim.

      Tabancanın sesini çok sonraları hatırladım. Nasıl boğuştuğumuzu da. Gençti Cenk Bozer. Korkmuştu belki yaptığından. Heyecanlıydı. Çok direnemedi anlaşılan. İyi hatırlamıyorum. Bir şeyler yaptım can havliyle. Apartmanın ince duvarları gürültümüzü dışarılara taşıyınca, apartman yöneticisi emekli asker dostum kapıya dayanmış, bir iki komşuya sonradan anlattığına göre. Kapıyı açar açmaz yere yığılmışım tabanca elimde. Kanlar içinde. Zor yetiştirdik diyor hastaneye. Polisleri hatırlıyorum bir de. İyi davrandılar. Haber ertesi gün gazetelerde çıkınca, Kadir Güler kulaklarına bir şeyler üflemiş olmalı. Cenk Bozer daha o akşam çözülmüş. Evi kimse aramamış her şey ayan beyan ortada olduğu için. Ama taşınmam farz oldu o akşamki patırtıdan sonra. Gülendam Şenalp’le Yıldız Turanlı etrafımda dört döndüler hastanede. Reklamcı arkadaşımın bulduğu avukata göre, haneye tecavüz yüzünden yırtarmışım darp suçlamasından.

      İyiyim yani.

      Bölüm 6.2

      Telefonun çalması sanki bana biraz daha zaman kazandıracaktı, iyi oldu. Yıldız Turanlı’yla, evimde telefon çalmasının dünyanın en acayip işi olduğunda hemfikirmişçesine bakıştık. Gülümsemesiyle izin verdi bana. Kalktım yerimden. İkinci çalışta telefonun yanındaydım. Üçüncü kez çalmasına fırsat vermeden kaldırdım telefonu.

      “Efendim!”

      “Merhaba,” dedi reklamcı arkadaşımın sesi.

      “Merhaba,” dedim. Bir tahmin yürüttüm içimden. Ya yarın sabahki çalışmaya gelmeyecekti, utancından hocayı aramak yerine beni arıyordu ya da gelecekti, benim de mutlaka gelmemi garantiye almak istiyordu. Bense kendimi iyileşmiş kabul ettiğimden beri hiçbir çalışmayı kaçırmıyordum.

      “Evdesin?” dedi reklamcı arkadaşım.

      “Kısa kes,” dedim Yıldız Turanlı’ya doğru bakarak. Ayağa kalkmış, pencereden dışarıyı gözlemliyordu.

      “Ne o lan?” dedi reklamcı arkadaşım. “Seni tanımasam iş üstünde diyeceğim. Ne oluyor?”

      “Kısa kesmeyeceksen sonra ara,” dedim.

      Bir an sessizlik oldu karşı tarafta.

      “Aksilenme,” dedi. “İlgilenirsen bir iş var diyecektim.”

      Her şeyde bir hayır vardır, dedim içimden.

      “Dinliyorum…” dedim telefona.

      “Bir arkadaşım…” dedi reklamcı arkadaşım. “Daha doğrusu meslektaşım. Onun da ajansı var yani. Seninle ahbaplığımızı anlatmıştım çok önce. Aikido falan… Dün babasını kaybetti. Seninle bir konuşmak istiyor.”

      “Başı sağ olsun ama,” dedim, “cinayetlere polis bakıyor bu memlekette.”

      Yıldız Turanlı’nın omuzlarının dikildiğini gördüm aramızdaki beş metreye karşın. Belki de başka bir sözcük kullanmalıydım, dedim içimden.

      “Saçmalama,” dedi reklamcı arkadaşım. “Adamcağız eceliyle öldü. Kalp krizi yani. Bayağı yaşlıydı zaten. Tanımam ben ama.”

      “Eeee?” dedim.

      “Arkadaşımın kafası karışmış…”

      “Neden?”

      “Önce geveledi biraz. İşte, kafası karışmış, hiç anlamadığı bir şey varmış falan. Üsteledim biraz. Bir şey söylemedi. Sonra lafı sana getirdi.”

      “Evet,” dedim yeniden.

      “İçinin rahat etmesi için ne kadar harcaması gerekirse karşılamaya hazır olduğunu söyledi. Laf aramızda, benden zengindir. Krizden en önce çıkan ajans belki onunki.”

      “İyi,” dedim.

      “Sen ‘he’ dersen numaranı vereceğim, arayacak.”

      “Nasıl çalıştığımı söyledin mi arkadaşına?” dedim.

      “Canım çok evvelden şişirmiştim seni yeteri kadar,” dedi reklamcı arkadaşım.

      “Numaramı verebilirsin,” dedim. “Ama söyle, hemen aramasın, bir yarım saat versin bana.”

      “Tamam,” dedi reklamcı arkadaşım. “Yarın geliyor musun? Oğlanın derdi neymiş, merak ettim. Anlatırsın.”

      Anlatır mıydım çok emin değildim. Bunu ona söylemedim.

      “Geliyorum,” dedim. Telefonu yerine koydum.

      Yıldız Turanlı pencereden bana doğru döndü. Şiddet içeren bir dönüştü bu.

      “Yarım saat yeterli mi?” dedi. Gözlerinde ateş vardı.

      Baltayı taşa vurdum, dedim içimden. Hem de sert taşa.

      “Yarım saat yeterli mi?” diye tekrarladı. İki elini beline koymuştu. Aynı cümleyi tekrarlaması gözlerindeki ateşi azaltmadı.

      “Ne için?” dedim.

      “Beni yeniden çalışmaya başlamak zorunda olduğuna ikna edip sepetlemen için,” dedi.

      “Sepetlemek ağır kaçtı,” dedim.

      “Ona takılma,” dedi. “Cümlenin ilk yarısına nasıl itiraz edeceksin?”

      “Çalışmaya ihtiyacım var,” dedim.

      “Bu sefer kurşunu nerenden yemeye ihtiyacın var?” dedi. Sesinin tonu bir önceki cümlesine göre daha yüksekti.

      “Her zaman olmaz,” dedim.

      “Doğru,” dedi, daha da yükselen bir ses tonuyla. “Gelecek sefer daha can alıcı bir yere değer kurşun, iş kökünden hallolur. Ben de rahatlarım, sen de rahatlarsın.”

      “Abartıyorsun,” dedim.

      Abartmadığını biliyordum halbuki.

      “Abartmadığımı

Скачать книгу


<p>1</p>

Bakınız Remzi Ünal’ın Son Ceset isimli macerası.