CELIL OKER-ÖZEL BASKI-KRAMPONLU CESET. Celil Oker
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу CELIL OKER-ÖZEL BASKI-KRAMPONLU CESET - Celil Oker страница 12
Mankenler birbiri ardından podyuma geri geri yürüyerek girip Tanrı vergisi güzelliklerine Karasu Tekstil’in stilistlerinin eklediklerini sergilemeye devam ediyorlardı. Müzik ritminden hiçbir şey kaybetmeden sürüp gidiyordu. Dilek Aytar yerindeydi. Reklamcı arkadaşım da yanında. Daha ileride İlhan Karasu ile oğlu omuz omuza duruyorlardı. Kızlar podyumun bir ucundan öteki ucuna salınarak yürüdükçe yüzlerindeki gülümseme daha do çoğalarak yayılıyordu.
Dayanamadım, geri dönüp baktım.
Kimse yoktu.
Başkalarının işine karışmamak konusunda kimi kesin kararlarım vardır. Ama kız çok masum görünüyordu. Üzerindeki iddialı bluza karşın çok masum görünüyordu. Üstelik beyaz takım elbiseli fotoğrafçıyı sevmemiştim. Sevmemiştim ve adam Karasu Güneşsporlu futbolcuların dibinden hiç ayrılmamıştı gece başladığında. Karasu Güneşsporlularla ilgisi bulunan birisi benim ilgi alanıma girebilirdi ister istemez. Podyumun üzerinde gidip gelen mankenleri de yeteri kadar görmüştüm.
Önce kız ile fotoğrafçının demin durdukları noktaya gelip çevreme baktım. Görünmüyorlardı. Gerilere doğru yürüdüm sağıma soluma bakarak sonra. Müzikten uzaklaştıkça rahatladığımı hissettim. Bahçe boştu şimdi. Garsonlar bir köşeye toplanmış çene çalıyorlardı. Beyaz elbiseli şişko fotoğrafçıyı yalnızca bir görevlinin olduğu barın önünde beleş bir içki daha isterken buldum.
Gördüklerinden sıkılmış ya da bu krizde sipariş vereceği partinin ödemelerini nasıl yapacağını kara kara düşünen biri gibi bara doğru yürümeye başladım. Çakmağımı cebimde bırakıp bir sigara çıkardım paketimden.
“Ateşinizi alabilir miyim?” dedim beyaz takım elbiseli şişman fotoğrafçıya, elimi sigarasını tutan eline yaklaştırarak.
“Buyurun,” dedi ister istemez.
“Sıkıldım yahu,” dedim, herkes kızları seyretmeye devam ederken bunu reddeden iki insanın ortak yönlerinin altını çizen bir ses tonuyla. “Bana da bir şey ver şuradan,” dedim bardaki görevliye beyaz şarap şişelerini işaret ederek.
Hiç sesini çıkarmamıştı şişko fotoğrafçı. Çıkarmaya da niyeti yok gibiydi. Oyuna devam ettim.
“Ne o öyle dan dan dan?” dedim müziğin ritmini taklit ederek. Barmenin uzattığı kadehi şerefine kaldırıyormuş gibi salladım. “Siz de bayii misiniz Karasu’nun?” diye ekledim.
“Ben gazeteciyim,” dedi bıkkın bıkkın. Kadeh sallamama karşılık vermemişti.
“Ne diye çekmiyorsun arkadaş?” dedim boynuna asılı fotoğraf makinesini işaret ederek. “Yarı çıplak kızlar dolaşıyor ortalıkta.” Ekspozisyonun sürüp gittiği taraftan gelen müzik birden yavaşladı ve kesildi. Alkışlardan sonra sunucunun sesi yükseldi mikrofondan. Ne söylediği zaten zor duyuluyordu, dikkatim de onda olmadığı için hiçbir şey anlamadım söylediklerinden.
“Ben spor muhabiriyim,” dedi aynı bıkkınlıkla.
“Doğru ya,” dedim. “Demin topçuların yanında gördüm seni. Bir yanda futbolcular, bir yanda mankenler. Sizin iş de kıyak doğrusu.”
Futbol takımı grubunun arasında gördüğüm çocuklardan biri Esma Sultan Yalısı’nın yıkıntılarının ortasındaki gösteri alanını terk etti. Etrafına bakarak hızlı adamlarla yürüdü. Aradığını bulamamış olacak ki, ortalıklardaki garsonların birinin yanına yaklaştı, bir şeyler sordu. Garson eliyle giriş yönünde bir yeri tarif etti. Oğlan oraya doğru yöneldi aceleyle.
Beyaz takım elbiseli şişman fotoğrafçı beleş viskisinden kocaman bir yudum çekti. Vaktini benimle harcamaya değip değmediğini değerlendirir gibi duraksadı.
Egosunu bir kıl daha desteklemeye karar verdim.
“Oh,” dedim. “Maçlara da beleş giriyorsundur sen.”
Viskisinden bir yudum daha çekti. Müzik yeniden başladı içeride.
“Yok be,” dedi, benimle biraz sohbetten zarar gelmeyeceğine karar vermiş gibi. “Ben hâlâ üçüncü ligin toprak sahalarında sürünüyorum. Çektiğim bir fotoğrafı koyarlarsa ne nimet.”
“Sizin iş de piyango be birader,” dedim. “Yakalarsın bir gün acayip bir haber, hadi ön sayfadasın.”
Bana dünyadan haberim yokmuş gibi küçümseyerek baktı.
“Bırak birinci sayfayı, magazin haberlerinin sayfaları bile parsellenmiş arkadaş,” dedi bana. “Ya bir arkan olacak gazetelerde ya da…”
Müzik yeniden deminki temposuna ulaşmıştı. Artık biraz daha yavşamanın zamanının geldiğini düşündüm.
“Gol kralını assolistle yatakta basacaksın tam şey ederken,” diye tamamladım sözünü.
“Yok yahu, onu da alırlar vallaha elinden, koyarlar kendi imzalarını,” dedi, bu yolları iyi bilen biri havasıyla. Sonra gol kralı ile assolisti yatakta basmış da “Çekme! Çekme!” diye bağırışlarını seyrediyormuş gibi gülümsedi kendi kendine.
Tekerlekleri indirmeye karar verdim. Bir yudum da ben aldım şarabımdan.
“Yahu,” dedim. “Hep merak ederim. Yaparlar yapmazlar günahları boyunlarına. Şike oluyor mu bu işlerde sık sık?” Sonra da fazla ileri mi gittim, kıl kapacak mı benden diye korkarak gözlerine baktım.
Oralı olmadı oysa.
“Aklı olan futbolcu maç satmaz,” dedi. “Hani öyle harbiden. Para karşılığında. Olsa olsa hatırına. Yaşatmazlar öbür türlüsünü.”
“Kim bilecek ki?” dedim.
Demin garsona aceleyle bir yer soran topçu kılıklı oğlan bize doğru geliyordu şimdi. Eliyle pantolonunun kemerini düzeltiyordu.
“Bu futbol dünyasında uyanık, zannettiğinden çoktur,” dedi. “Kolay değil tek başına maç verip çaktırmamak. Yok başkan falan da verimkâr olursa o başka. Asılmaz takım maça, olur biter.”
“Hani gazetelerde okuyorum da ondan,” dedim.
“Gazetelerde okumadığın neler oluyor ama,” dedi. Son yudumunu aldı viski bardağından. “Artık istemem!” der gibi barın üstünde iteledi bardağını. Topçu kılıklı oğlan yanımıza geldi.
“Vallaha mankenler bir içim su,” dedi şişman fotoğrafçıya daha demin konuşmaya ara vermişler gibi.
“Senin onlardan birini götürmen için daha üç küme çıkman lazım yukarı,” dedi şişman fotoğrafçı. “Üçüncü ligin solaçığına hiçbiri yüz vermez. Sen geceleri işe çıkmaktan kurtul önce.”
“Öyle deme Yıldırım abi,” dedi topçu oğlan. “Aslıhan’ı unuttun ama.”
“Aslıhan da seni unuttu,” dedi şişman fotoğrafçı