Kanaldaki Kadın. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kanaldaki Kadın - Пер Валё страница 13
“Yirmi yedi yaşındaymış, kütüphane memuruymuş. Şu anda tek bildiğim bu.”
“Bunu nasıl başardın?”
“Benim yaptığım bir şey yok, rutin işleyiş. Bir süre sonra onu aramaya başlamışlar işte. Interpol üzerinden değil. Büyükelçilik üzerinden.”
“Ya gemi?” dedi Ahlberg.
“Ne dedin?”
“Gemi. Amerikalı bir turist gemiden değilse eğer, nereden gelmiş olabilir ki başka? Belki benim gemiden değildir de özel bir yattandır. Buradan çok yat geçer.”
“Turist olup olmadığını bilmiyoruz.”
“Doğru. Ben hemen yola çıkıyorum. Burada bir tanıdığı varsa ya da burada yaşamışsa yirmi dört saat içinde öğrenmiş olurum.”
“İyi. Daha fazla bilgi edinir edinmez seni ararım.”
Martin Beck, Ahlberg’in kulağına hapşırarak konuşmayı sonlandırdı. Pardon diyene kadar karşı taraf kapatmıştı.
Baş ağrısına ve tıkalı kulaklarına rağmen uzun zamandır olmadığı kadar kendini iyi hissediyordu. Bir uzun mesafe koşucusu start verilmeden bir saniye önce ne hissediyorsa aynısını hissediyordu sanki. Onu endişelendiren yalnızca iki şey vardı: Katil koşuya start verilmeden önce başlayıp üç ay fark atmıştı ve hangi yöne koştuğu belli değildi.
Bu huzur bozan bakış açısı ve bilinmeyenlere dair spekülasyonlarla birlikte, polis beyni çoktan, kesin sonuçlar elde edeceğinden emin olduğu sonraki kırk sekiz saatlik araştırmanın planını çiziyordu. Kum saatindeki taneciklerin hepsinin eninde sonunda döküleceği ne kadar kesinse bu da o kadar kesindi.
Üç aydır Martin Beck bundan başka şey düşünmemişti. Soruşturmanın gerçek anlamda başlayacağı anı aklından çıkarmamıştı. Zifiri karanlıkta bir bataklıktan çıkmaya çalışmak gibiydi ve şu anda ilk kez ayağının altında sert bir yüzey hissediyordu. Bir sonraki fazla uzak olmayacaktı.
Çabucak sonuca varmayı beklemiyordu. Ahlberg’in Lincoln’lü kadının Motala’da çalıştığını ya da şehre arkadaşlarını ziyarete geldiğini veyahut oraya hiç gidip gitmediğini dahi öğrenebilmesi, Martin için katilin, masasına yaklaşıp cinayet kanıtını önüne koymasından daha çok şaşırtıcı olacaktı.
Öte yandan, ABD’den gelecek ek bilgi ve belgeleri de sabırsızlıkla bekliyordu. Amerika’daki adamın göndereceği ifadelerin farklı versiyonlarını ve Ahlberg’in, hiçbir dayanağı olmasa da kadının oraya tekneyle geldiğine dair inatçı kanaatini kafasında evirip çevirdi. Cesedin suyun kenarına bir arabayla getirildiğini düşünmek daha mantıklıydı.
Hemen sonra Komiser Kafka geldi aklına, adamın neye benzediğini ya da çalıştığı polis merkezinin TV’de gördüklerine benzeyip benzemediğini merak etti.
Tam şu anda Lincoln’de saat kaçtı ve acaba kadın nerede yaşıyordu, bunları da merak etti. Evi boş muydu, mobilyaların üstüne beyaz çarşaf mı örtülmüştü, içerisi basık ve havasız mıydı, toz içinde miydi?
Martin, Kuzey Amerika coğrafyası hakkındaki bilgilerinin gayet kıt olduğunu fark etmenin şaşkınlığını yaşadı. Lincoln’ün nerede olduğundan haberi bile yoktu ve Nebraska ismi onda hiçbir çağrışım yapmıyordu.
Öğle yemeğinden sonra kütüphaneye gidip dünya atlasına göz attı. Lincoln’ü hemen buldu. Şehrin denize kıyısı kesinlikle yoktu, sanki ölçülüp de özellikle ABD’nin göbeğine yerleştirilmiş gibiydi. Oldukça büyük bir şehre benziyordu ama Kuzey Amerika şehirlerine dair bilgi içeren bir kitap bulamadı. Cep almanağının yardımıyla saat farkını hesapladı ve yedi olduğunu buldu. Şimdi Stockholm’de saat öğleden sonra iki buçuktu ve Lincoln’de sabah yedi buçuktu. Tahminen, Kafka hâlâ yatağında, sabah gazetesini okuyordu.
Martin Beck birkaç dakika boyunca haritayı inceledikten sonra parmağını Nebraska eyaletinin en güneydoğu ucundaki toplu iğne başı kadar olan noktaya koydu, Greenwich’ten yaklaşık yüz meridyen uzaklıkta olan noktaya dokunarak kendi kendine, “Roseanna McGraw,” dedi.
Bu ismi defalarca tekrarladı, âdeta bilincine kazımak istiyordu.
Polis merkezine döndüğünde Kollberg daktilosunun başındaydı.
İkisi de tek kelime edemeden telefon çaldı. Santralden arıyorlardı.
“Merkez Telefon İşletmesi, Amerika’dan bir telefon geldiğini haber verdi. Yarım saat sonra arayacaklarmış. Kabul ediyor musunuz?”
Komiser Kafka yatağında uzanmış halde gazete okumuyormuş! Martin bu sefer de çok acele bir karara varmıştı.
“Amerika’dan demek, vay be!” dedi Kollberg.
Kırk beş dakika sonra telefon çaldı. İlk başta bir sürü karmakarışık gürültü, sonra aynı anda konuşan telefon operatörleri derken inanılmaz derecede berrak ve belirgin bir ses duyuldu.
“Evet, ben Kafka. Siz misiniz Bay Beck?”
“Evet.”
“Telgrafımı aldınız mı?”
“Evet. Teşekkürler.”
“Herhangi bir sorunuz var mı?”
“Bunun doğru kadın olduğuna dair hiçbir şüpheniz yok, değil mi?” diye sordu Martin Beck.
“Anadilin gibi konuşuyorsun,” diye yorum yaptı Koll-berg.
“Hayır, bayım, kesinlikle Roseanna. Bir saatten az bir sürede kimliğini teşhis ettirdim. İki kez kontrol ettim. Kız arkadaşına ve Omaha’daki eski erkek arkadaşına verdim. İkisi de son derece emindi. Bununla beraber, size birkaç fotoğraf ve başka şeyler postaladım.”
“Evden ne zaman ayrılmış?”
“Mayıs başında. Avrupa’da iki ay geçirmeyi planlıyormuş. Hayatında ilk kez yurt dışı seyahatine çıkmış. Bildiğim kadarıyla yalnız seyahat ediyormuş.”
“Planları hakkında bir bilginiz var mı?”
“Pek yok. Hatta burada kimsenin bilgisi yok. Size bir ipucu verebilirim. Norveç’ten bir kız arkadaşına kart atmış, bir hafta İsveç’te kalıp Kopenhag’a devam edeceğini yazmış.”
“Başka bir şey yazmamış mı?”
“Bir İsveç gemisine binmekten bahsetmiş. Kırsalda bir göl gezintisi gibi bir şey. O kısım pek net değil.”
Martin Beck nefesini tuttu.
“Bay Beck, hâlâ orada mısınız?”
“Evet.”
Bağlantı hızla kötüleşmeye başlamıştı.
“Sanırım