Kanaldaki Kadın. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kanaldaki Kadın - Пер Валё страница 14
“Yanlış anladınız,” diye kükredi Martin Beck.
Ne olduğu anlaşılmayan gürültüler içinde bir fısıltı gibi duydu Kafka’nın son cevabını.
“Evet, çok iyi anladım. Adınızı doğru aldım. Hoşça kalın. Sonra haberleşiriz. Tebrikler, Martin.”
Martin Beck ahizeyi yerine koydu. Bütün konuşma boyunca ayakta durmuştu. Nefes nefeseydi ve yüzü kan ter içinde kalmıştı.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu Kollberg, neden o kadar bağırdığına şaşarak, “Nebraska ile aramızda özel hat mı var sandın?”
“Sona doğru birbirimizi pek iyi duyamadık. Adam, katili vurduğumu sandı. Gazetelere böyle anlatacağını söyledi.”
“Harika. Yarın oralarda günün kahramanı olacaksın. İki gün sonra da seni onursal vatandaş yapar ve Noel’de şehrin anahtarını yollarlar artık. Altın varaklı. ‘Güney Stockholm’lü intikam canavarı, her attığını vuran Martin.’ Bizim oğlanlar çok eğlenecek.”
Martin Beck sümkürdü ve yüzündeki terleri sildi.
“Eee, esas ne dedi? Bir tek ne kadar akıllı olduğunu mu övdü?”
“Övülen daha çok sendin. Verdiğin eşkâlden ötürü. ‘Harika eşkâldi,’ dedi.”
“Kimlikten yüzde yüz emin miymiş?”
“Evet, kesin. Kızın arkadaşıyla ve bir eski âşığıyla kimliği doğrulamış.”
“Başka?”
“Kız mayıs ortasında evinden ayrılmış. Avrupa’da iki ay kalacakmış. İlk kez yurt dışına seyahat ediyormuş. Norveç’ten bir kız arkadaşına kart yollamış, bir hafta burada kalıp Kopenhag’a geçeceğini yazmış. Kafka bana kızın fotoğraflarını ve birkaç şey daha postaladığını söyledi.”
“Hepsi bu mu?”
Martin Beck pencere kenarına yürüyüp dışarı baktı. Başparmağının tırnağını ısırdı.
“Kartta tekne turuna çıkacağını yazmış. İsveç göllerini ve kara suları gezeceği bir tur gibi bir şey…”
Arkasını dönüp meslektaşına baktı. Kollberg artık gülümsemiyordu ve şakacı bakışı kaybolmuştu. Bir süre sonra yavaşça şöyle dedi:
“Demek sahiden kanaldaki gemiyle gelmiş. Motala’daki dostumuz haklıymış.”
“Öyle görünüyor,” dedi Martin Beck.
9
Martin Beck metro istasyonundan dışarı çıkınca derin bir nefes aldı. Kalabalık vagonlarıyla bu yolculuk her zamanki gibi onu hasta etmişti.
Hava temiz ve açıktı, Baltık Denizi’nden ferah bir esinti geliyordu. Martin karşıdan karşıya geçti, tütüncüden bir paket sigara aldı. Skepps Köprüsü’ne doğru yürüyüp durdu, bir sigara yaktı ve dirseklerini köprünün korkuluklarına dayayıp baktı. İngiliz bandıralı bir yolcu gemisi uzaklarda bir rıhtıma demir atmıştı. Martin adını tam okuyamıyordu ama Devonia olduğunu tahmin etti. Bir grup martı ciyak ciyak bağırarak güverteye atılan çöpleri kapmak için savaştı. Martin bir süre olduğu yerden gemiye bakıp rıhtıma doğru yürümeye devam etti.
Kederli görünen iki adam, bir odun yığının üzerine oturmuştu. Birinci adam bir sigara izmaritini alıp yakmaya çalıştı, başaramayınca eli daha az titreyen ikinci adam ona yardım etmeye yeltendi. Martin kol saatine baktı. Dokuza beş vardı. “Herhalde züğürtler,” diye düşündü, “yoksa bu saatte tekelin kapısında bekliyor olurlardı.”
Rıhtımda halatla bağlı duran ve yük alan Bore II’yi geçti, Reisen Oteli’nin tam karşısındaki kaldırımın kenarında dikildi. Birkaç dakika bekledikten sonra bitmek bilmez otomobil silsilesini atlatmayı başarıp karşıya geçebildi.
Kanal gemilerinin işletme ofisinde Diana’nın 3 Temmuz günü çıktığı gezideki yolcuların listesi kayıtlı değildi. Göteborg’daki ofislerindeydi ve en kısa sürede gönderme sözü vermişlerdi. Gelgelelim, mürettebatın ve diğer personelin listesi hemen eline geçmişti. Martin oradan çıkarken birkaç broşür aldı ve ofise dönüş yolunda bunları okudu.
Martin ofise vardığında Melander’i ziyaretçi koltuğunda oturur vaziyette buldu.
“Selam,” dedi Martin.
“Günaydın,” dedi Melander.
“Şu pipo çok kötü kokuyor. Yine de hiç bozma, otur da havayı zehirle. Hoş gelmişsin. Yoksa özel bir isteğin mi vardı?”
“Pipo içersen o kadar çabuk kanser olmuyorsun. Senin içtiğin sigaralar için en zararlısı diyorlar bu arada. En azından ben öyle duydum. Onun haricinde, göreve hazırım.”
“Amerikan Express, postane, bankalar, telefon şirketi ve diğer yerleri kontrol et. Anladın, değil mi?”
“Anladım. Kadının adı ne demiştin?”
Martin Beck bir kâğıda ROSEANNA MCGRAW yazıp Melander’e verdi.
“Nasıl okunuyor?”
Adam odadan çıkar çıkmaz Martin Beck pencereyi açtı. Hava soğuktu ve rüzgâr ağaç tepelerinden esip yerdeki yaprakları süpürdü. Bir süre sonra pencereyi kapadı, ceketini sandalyesinin arkasına astı ve yerine oturdu.
Ahizeyi kaldırıp Yabancılar Dairesi’nin numarasını çevirdi. Eğer kız bir otelde kaldıysa, kaydı orada olmalıydı. Her koşulda ona dair bir kayıt illa ki vardı. Telefona cevap vermeleri zaten uzun sürmüştü; üstüne bir de, telefonu açan kızın talebini alıp geri dönmesi bir on dakika daha aldı.
Kartı bulmuştu. Roseanna McGraw, 30 Haziran’dan 2 Temmuz’a kadar Stockholm’deki Gillet Oteli’nde kalmıştı.
“Bir fotokopisini gönderir misin lütfen,” dedi Martin Beck.
Telefonun tuşlarına basıp ahize hâlâ elindeyken hattın kesilme sesini bekledi. Ardından telefonla taksi çağırdı ve ceketini giydi. On dakika sonra taksiden indi, adama parasını ödedi ve cam kapılardan otele girdi.
Resepsiyonun önünde altı adamdan oluşan bir grup dikiliyordu. Yakalarında isim etiketleri bulunuyordu ve hepsi aynı anda konuşuyordu. Resepsiyonda çalışan görevli pek mutlu görünmüyordu ve sızlanırcasına ellerini havaya kaldırdı. Tartışma biraz süreceğe benziyordu, o yüzden Martin Beck lobideki koltuklardan birine oturdu.
Tartışmanın bitmesini, grubun asansöre binip gözden kaybolmasını bekledi ve resepsiyona yaklaştı.
Конец ознакомительного фрагмента.