Beyaz Aslan. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Beyaz Aslan - Хеннинг Манкелль страница 16
Devam etmeden önce kahvesinden bir yudum aldı.
“Yangın saat dokuzda başladı,” dedi. “Kanıtlar, zaman ayarlı, çok güçlü bir patlayıcının kullanıldığını gösteriyor. Yangının her zamanki basit nedenlerden ötürü çıktığını düşünmemizi gerektirecek bir neden yok ortada. Holmgren evde gaz kaçağı olmadığından emin. Ev geçen yıl baştan sona onarılmış. Yangın söndürme işlemleri sürerken polis köpeklerinden biri yangından yaklaşık yirmi beş metre ötede bir insan parmağının kokusunu aldı. Bu sol elin ya işaret ya da orta parmağı. Bir siyahiye ait. Olay yeri her şeyi didik didik aradı ama başka bir şey bulunamadı. O bölgede yoğun bir arama yaptık ama biz de hiçbir şey bulamadık. Ne Louise Åkerblom’u ne de arabasını bulabildik. Ev havaya uçtu ve biz bir siyahinin parmağını bulduk. Hepsi bu kadar.”
Björk yüzünü buruşturdu. “Doktorlar ne diyor?” diye sordu.
“Hastaneden Maria Lestadius buradaydı,” dedi Svedberg. “Adli tıpla hemen bağlantı kurmamız gerektiğini söyledi. Parmak okuma konusunda uzman olmadığını belirtti.”
Björk tedirginlikle kıpırdadı. “Tekrar et bakayım,” dedi. “Parmak okumak mı dedi?”
“Evet, aynen böyle söyledi,” diye karşılık verdi Svedberg. Björk yine her zamanki gibi gereksiz bir şeyin üstünde durmuştu.
Björk’ün meşhur bir alışkanlığı vardı, bazen önemsiz şeylere takılır kalırdı. Bir elini sertçe masaya vurdu. “Bu çok kötü,” dedi. “Şöyle söyleyeyim, hiçbir şey bilmiyoruz. Robert Åkerblom kayda değer bir şey söylemedi mi?”
Wallander şimdilik kelepçelerden söz etmemeye karar vermişti. Aksi hâlde konunun başka bir yöne çekilmesinden korkuyordu. Ayrıca kelepçelerin genç kadının kaybolmasıyla bir ilgisi olduğundan emin de değildi.
“Hayır,” diye yanıtladı. “Bana kalırsa Åkerblom’lar İsveç’in en mutlu ailesi.”
“Kadın dini açıdan psikolojik bir bunalım geçiriyor olabilir mi?” diye sordu Björk. “Mezheplerle ilgili oldukça garip şeyler duyuyoruz.”
“Metodistler garip değil ki. Kilisemizin en eski mezheplerinden biri. Ama doğrusunu istersen ne işe yaradıklarından haberim yok.”
“Bunu da incelemeliyiz,” dedi Björk. “Şimdi ne yapmamız gerekiyor?”
“Umarım basın toplantısından bir şey çıkar,” dedi Martinson. “Belki birkaç kişi arayıp yararlı bilgiler verir.”
“Telefon trafiğini düzenleyecek bir iki eleman daha gönderdim santrale,” dedi Björk. “Yapmamız gereken başka bir şey var mı?”
“Elimizdekilere bir bakalım,” dedi Wallander. “Pek fazla bir şey yok, değil mi? Yalnızca kesik bir parmak var. Bu, bir yerlerde sol elinin parmaklarından biri kesik, bir siyahinin olduğunu gösterir. Bu da, adamın bir doktora ya da bir hastaneye ihtiyacı olduğu anlamına geliyor. Eğer henüz hastaneye ya da doktora gitmemişse mutlaka yakında gidecektir. Adamın polisle bağlantı kurma olasılığını da göz ardı edemeyiz. Hiç kimse durup dururken kendi parmağını kesmez. Yani buna sıklıkla rastlanılmaz demek istiyorum. Bir başka deyişle biri ona işkence yapmış olmalı. Adamın ülke dışına kaçmış olabileceğini de göz önünde bulundurmalıyız.”
“Parmak izi,” dedi Svedberg. “Yasal ya da yasa dışı olarak bu ülkede kaç Afrikalının olduğunu bilmiyorum ama dosyalarımızda parmak izini bulma olasılığını da yabana atmayalım. Ayrıca Interpol’e de haber verebiliriz. Son yıllarda Afrika ülkelerinin çoğunda suç dosyalarının kabardığını biliyorum. Bir ya da iki ay önce Svensk Polis dergisinde bu konuyla ilgili bir yazı çıkmıştı. Kurt’e katılıyorum. Louise Åkerblom ve bu parmak arasında bir bağlantı görmesek bile olduğunu varsaymalıyız.”
“Bu haberi gazetelere bildirelim mi?” diye sordu Björk. “Polis, parmağın sahibini arıyor. Haberi manşetten verebilirler.”
“İyi fikir,” dedi Wallander. “Bu haberi vermekle bir şey yitirmeyiz.”
“Bunu düşüneceğim,” dedi Björk. “Biraz daha bekleyelim. Ülkedeki her hastanenin uyarılması konusuna katılıyorum. Doktorlar bir şeyden kuşkulandıklarında polise haber vermekle yükümlüdürler değil mi?”
“Ama aynı zamanda sır saklamakla da yükümlüdürler,” diye hatırlattı Svedberg. “Yine de hastanelerle bağlantı kurmamızda yarar var. Sağlık merkezleriyle de. Ülkemizde kaç tane doktor olduğunu bilen var mı?”
Kimse bilmiyordu.
“Ebba’ya öğrenmesini söyle,” dedi Wallander.
Ebba’nın İsveç Tıp Merkezi’nin sekreterine ulaşması on dakika sürmüştü.
“İsveç’te yirmi beş binden fazla doktor varmış,” dedi Wallander, Ebba’yla konuştuktan sonra.
Şaşkınlıkla bakıştılar.
Yirmi beş bin doktor.
Martinson öfkeyle, “Onlara ihtiyacımız olduğunda neredeler?” diye homurdandı.
Björk sabırsızlanmaya başlamıştı. “Bu, bizi bir yere götürür mü?” diye sordu. “Götürmezse hepimizin yapacak bir yığın işi var. Yarın sabah saat sekizde toplanalım.”
“Ben hastane işiyle ilgileneceğim,” dedi Martinson.
Telefon çaldığında not defterlerini toplamış, salondan çıkmak üzereydiler. Martinson’la Wallander koridora çıkmıştı bile. Björk arkalarından seslendi.
“Bingo!” Yüzü kıpkırmızı olmuştu. “Arabayı bulmuşlar galiba. Arayan Norén’di. Yangını izlemeye gelen bir çiftçi birkaç kilometre ötedeki gölde bir araba olduğunu söylemiş polislere. Sjöbo dışında bir yerlerde dedi galiba. Norén olay yerine gitmiş ve çamurlu suyun arasından çıkan bir radyo anteni görmüş. Adı Antonson olan çiftçi arabanın bir hafta önce orada olmadığından eminmiş.”
“Tamam, hemen gidelim,” dedi Wallander. “O arabayı bu akşam sudan çıkarmalıyız. Bu iş yarına kalamaz. Işıldakla vinç ayarlamalıyız.”
“Umarım arabada kimse yoktur,” dedi Svedberg.
“Biz de bunu öğrenmeye gidiyoruz zaten,” diye karşılık verdi Wallander. “Hadi!”
Göl, Sjöbo yolunda Krageholm’ün kuzeyinde çalılık alana yakın, ulaşılması zor bir yerdeydi. Polisin olay yerine ışıldakla vinç getirmesi üç saat sürmüştü ve arabayı bağladıklarında saat gecenin dokuz buçuğu olmuştu. Daha sonra da Wallander göle girdi. Norén’in arabasındaki yedek tulumlardan birini üstüne geçirmişti. Islandığının