Beşinci Kadın. Хеннинг Манкелль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Beşinci Kadın - Хеннинг Манкелль страница 6

Beşinci Kadın - Хеннинг Манкелль Kurt Wallander

Скачать книгу

kaldı,” diye karşılık verdi Wallander.

      “Ya sen?”

      “Harikaydı. Hava da çok sıcaktı.”

      Emniyetin otuz yıldan beri danışma görevlisi olan Ebba gülümseyerek onu karşıladı.

      “İtalya’da insanlar eylül ayında bile yanabiliyorlar mı?” diye sordu şaşkınlıkla.

      “Güneşin altında kalırsan tabii ki.”

      Martinson’la birlikte koridorda ilerlediler. Wallander, Ebba’ya İtalya’dan bir şey getirmeliydim, diye geçirdi içinden. Bu düşüncesizliğine kızdı.

      “Burada her şey yolunda,” dedi Martinson. “Ciddi bir şey yok. Aslında hemen hemen hiçbir şey yok.”

      “Umarım sakin bir sonbahar geçiririz,” dedi Wallander özlem dolu bir sesle.

      Martinson kahve almaya gitti. Wallander odasının kapısını açtı. Her şey bıraktığı gibi, yerli yerindeydi. Masasının üstü boştu. Ceketini astı. Pencereyi açtı. Gelen evrak kutusunda Emniyet Genel Müdürlüğü’nden gelen bir dizi yazı vardı. Üstekini alarak bir göz atıp yerine koydu. Bu, Güney İsveç’ten eski Doğu Bloku ülkelerine çalıntı araba satan bir şebekenin soruşturmasıyla ilgili bir yazıydı. Wallander bu konunun üstünde bir yıldan beri çalışıyordu. Yokluğunda eğer gerçekten de önemli bir şey olmamışsa bu soruşturmaya geri dönebilirdi. 15 yıl sonra emekli olduğunda bile büyük olasılıkla hâlâ bu soruşturmanın üstünde çalışıyor olacaktı.

      Saat sekiz buçukta gelecek haftanın çalışmalarını gözden geçirmek üzere tüm polisler toplantı salonunda bir araya geldiler. Wallander herkesin elini sıktı. İş arkadaşları güneş yanığı tenine hayran kaldıklarını söylediler. Daha sonra Wallander her zamanki yerine oturdu. Salonda tipik bir pazartesi havası esiyordu. Wallander birden bu salonda kaç pazartesi geçirdiğini ve daha kaç pazartesi geçireceğini düşündü. Yeni müdürleri Lisa Holgersson, Stockholm’de olduğundan toplantıya Hansson başkanlık yapacaktı. Martinson haklı çıkmıştı. Önemli bir şey yoktu.

      “O zaman ben de eski dosyamı bıraktığım yerden sürdüreyim,” dedi Wallander isteksizliğini gizlemeye gerek duymadan.

      “Tabii, bir hırsızlık olayıyla ilgilenmek istemezsen,” dedi Hansson. “Çiçekçiye hırsız girmiş”

      Wallander ona şaşkınlıkla baktı.

      “Çiçekçiye hırsız mı girmiş? Peki, ne çalınmış, lale soğanı mı?”

      “Bildiğimiz kadarıyla çalınan bir şey yok,” dedi Svedberg kel kafasını kaşıyarak.

      Tam o anda da kapı açıldı ve Ann-Britt Höglund telaşla içeri girdi. Kocası sürekli yurt dışında olduğundan genç kadın genellikle iki çocuğuyla yalnız yaşamak zorunda kalıyordu. Sabahları her zaman gürültülü patırtılı geçtiğinden sabah toplantılarına çoğunlukla geç kalırdı. Ystad emniyetinde bir yıldan beri çalışıyordu ve polislerin en genciydi. İlk günlerde Svedberg ve Hansson gibi eski polisler aralarına bir kadının girmesinden hiç hoşlanmamışlardı ama Wallander kısa zamanda genç kadının ne denli hevesli olduğunu görünce hemen onun yanında yer almıştı. Artık en azından Wallander’in yanında kimse, genç kadının yine geç kaldığından şikâyet etmiyordu. Genç kadın yerine oturup neşeyle Wallander’i selamladı.

      “Çiçekçiden söz ediyorduk,” dedi Hansson. “Kurt’ün bu işle ilgilenmesi gerektiğini düşünüyoruz.”

      “Hırsızlar geçen perşembe akşamı dükkâna girmişler,” dedi Höglund. “Dükkân görevlisi cuma sabahı işe geldiğinde dükkâna hırsız girdiğini fark etmiş. Arka pencereden girmişler.”

      “Ve hiçbir şey çalmamışlar, öyle mi?” diye sordu Wallander.

      “Hiçbir şey.”

      Wallander kaşlarını çattı.

      “Bu da ne demek oluyor?”

      Höglund omuz silkti.

      “Bilmiyorum.”

      “Yerde kan izleri vardı,” dedi Svedberg. “Ayrıca dükkân sahibi de kent dışındaymış.”

      “Garip,” dedi Wallander. “Zaman harcamaya değer mi?”

      “Garip olmasına garip,” diye karşılık verdi Höglund. “Ama zaman harcamaya değip değmediğini bilemem.”

      Wallander bir an için bu olay sayesinde o sıkıcı oto hırsızlığı soruşturmasını bir süre erteleyebileceğini düşündü. Artık Roma’da olmadığına alışması için kendine hiç olmazsa bir gün süre tanımalıydı.

      “Gidip bakarım,” dedi.

      “Konuyla ilgili tüm bilgi bende,” dedi Höglund.

      Toplantı bitti. Wallander odasına gidip ceketini giydi ve Höglund’la birlikte arabasına atlayarak kent merkezine doğru yola koyuldular. Yağmur hâlâ yağıyordu.

      “Yolculuğun nasıl geçti?”

      “Sistina Şapeli’ne gittim,” diye karşılık verdi Wallander, gözlerini yoldan ayırmayarak. “Babam da tüm bir hafta boyunca son derece mutlu ve neşeliydi.”

      “İyi geçtiği anlaşılıyor.”

      “İşler nasıl?”

      “Bir hafta içinde hiçbir şey değişmedi. Her şey eskisi gibi, aynı.”

      “Peki, yeni müdürümüz nasıl?”

      “Önerilen kısıntıları görüşmek için Stockholm’e gitti. Bence çok iyi. En azından Björk kadar iyi diyebilirim.”

      Wallander genç kadına bir bakış fırlattı.

      “Ondan hoşlandığını bilmiyordum.”

      “Björk elinden geleni yaptı. Daha ne yapabilirdi ki?”

      “Hiçbir şey,” dedi Wallander. “Hiçbir şey.”

      Pottmakargränd’ın köşesindeki Västra Vall Caddesi’nde durdular. Dükkânın adı Cymbia’ydı. Tabelası rüzgârda sallanıyordu. Arabadan inmediler. Höglund, Wallander’e bir poşet dolusu evrak uzattı. Höglund’un anlattıklarını dinlerken bir yandan da evraklara bakıyordu.

      “Dükkân sahibinin adı Gösta Runfeldt. Yardımcısı cuma sabahı dokuz civarında dükkâna gelmiş. Dükkânın arka penceresinin kırık olduğunu görmüş. Hem içeride hem de dışarıda yerde cam kırıklarıyla kan izleri varmış. Hırsız hiçbir şey çalmamış. Zaten dükkânda akşamları hiçbir zaman para bırakmazlarmış. Kadın hemen polise haber vermiş. On civarında buraya geldim. Her şey kadının telefonda anlattığı gibiydi. Kırık cam. Yerde kan izleri. Hiçbir şey çalınmamış.”

      Wallander bir an düşündü.

      “Bir

Скачать книгу