Piramit ve Diğer Wallander Maceraları. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Piramit ve Diğer Wallander Maceraları - Хеннинг Манкелль страница 5
Yine de başka bir şey aklına gelmedi. Wallander oturma odasına girip yatağa uzandı. Patlama ânını hafızasında yokladı. Başka bir şey duymuş muydu? Önce ya da sonra? Gördüğü rüyayı bölen herhangi bir ses daha var mıydı? Hafızasını yokladı ama hiçbir şey bulamadı. Yine de emindi. Gözden kaçırdığı bir şey vardı. Düşünmeye devam etti. Tek hatırladığı sessizlikti. Yatağından kalkıp tekrar mutfağa gitti. Kahve soğumuştu.
Kendi kendime kurup duruyorum, diye düşündü. Ben gördüm, Hemberg gördü, herkes gördü. Hayattan bıkmış, yaşlı, yalnız bir adam sadece.
Yine de sanki gördüğünü tam olarak anlayamamış gibiydi.
Aynı zamanda, Hemberg’in gözünden kaçan bir şeyi fark etmiş olabileceği düşüncesinin de doğal olarak aklını çeldiğini kabul etmek zorundaydı. Bu, er ya da geç cinayet soruşturmalarına katılma şansını artırabilirdi.
Saatini kontrol etti. Mona’yla Danimarka feribotunda buluşmadan önce hâlâ zamanı vardı. Kahve fincanını lavaboya koydu, anahtarları aldı ve Hålén’in dairesine girdi. Oturma odasına girdiğinde, ceset dışında her şey ilk bulduğu gibiydi. Hiçbir şeyin yeri değiştirilmemişti. Wallander yavaşça etrafına bakındı. Bunu nasıl yapabilirim, diye merak etti. Baktığınız ama göremediğiniz bir şeyi nasıl görebilirsiniz?
Bir şey vardı, bundan emindi.
Ama bir türlü çözemiyordu. Mutfağa girdi ve Hemberg’in kullandığı sandalyeye oturdu. Bahis kuponu önünde duruyordu. Wallander, İngiliz futbolu hakkında pek bir şey bilmiyordu. Aslında futbol hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Kumar oynamak isterse, piyango bileti alırdı. Başka bir şey değil.
Bahis kuponu önümüzdeki cumartesi için hazırlanmıştı, görebiliyordu. Hålén adını ve adresini bile yazmıştı üzerine.
Wallander odaya döndü ve başka bir açıdan bakmak için pencereye doğru yürüdü. Bakışları yatağın yanında durdu. Hålén canına kıydığında giyinikti. Dairenin geri kalanı çok titizce düzenlenmiş olsa da yatağını toplamamıştı. Neden yatağını toplamamıştı? Wallander düşündü. Kıyafetleriyle zar zor uyumuş, uyanmış ve sonra yatağını toplamadan kendini vurmuş olabilirdi. Peki neden mutfak masasında doldurulmuş bir bahis kuponu bırakmıştı ki?
Mantıklı değildi ama mutlaka bir şey ifade etmesi de gerekmiyordu. Birden kendini öldürmeye karar vermiş olabilirdi. Belki de ölümünden önce yatağını toplamanın anlamsızlığını fark etmişti.
Wallander odanın tek koltuğuna oturdu. Eski ve yıpranmıştı. Kendi kendime kurup duruyorum, diye düşündü tekrar. Adli tıp bunun bir intihar olduğunu söyleyecektir. Adli soruşturma silah ve kurşunun uyuştuğunu ve tetiği Hålén’in çektiğini gösterecektir.
Wallander daireden çıkmaya verdi. Mona’yla buluşmak için ayrılmadan önce kıyafetlerini değiştirme ve temiz hava alma zamanı gelmişti. Ama bir şey çıkmasına izin vermedi. Dolabın yanına gitti ve çekmeceleri açmaya başladı. Hemen iki seyir defterini buldu. Artur Hålén gençliğinde yakışıklı bir adammış. Saçları sarı ve gülümsemesi kocamandı. Wallander günlerini Rosengård’da huzur ve sükûnet içinde geçiren adamla bu görüntü arasında bağlantı kurmakta güçlük çekiyordu. En azından bunların bir gün gelip kendi canını alacak birinin fotoğrafları olduğunu hissetti. Ama düşüncesinin ne kadar yanlış olduğunu biliyordu. İntihar ederek hayatına son veren insanlar hiçbir zaman tipik bir modele göre karakterize edilemezdi.
Renkli böceği buldu ve pencereye götürdü. Kavanozun dibindeki “Brezilya” damgasını okumaya çalıştı. Hålén bunu bir gezide satın almıştı. Wallander çekmeceleri karıştırmaya devam etti. Anahtarlar, çeşitli ülkelerden madeni paralar, dikkatini çeken hiçbir şey yoktu. Yıpranmış ve yırtık çekmece astarının ortasında kahverengi bir zarf buldu. İçinde eski bir düğün fotoğrafı vardı. Arkasında stüdyonun adı ve tarihi vardı: 15 Mayıs 1894. Stüdyo Härnösand’daydı. Bir de not vardı: Manda ve ben bugün evlendik. Ailesi, diye düşündü Wallander. Dört yıl sonra oğulları doğmuş.
Çekmeceyle işi bittiğinde kitaplığa doğru yürüdü. Şaşırtıcı bir şekilde, Almanca birkaç kitap buldu. Sık kullanıldıkları belli oluyordu. Ayrıca Vilhelm Moberg’in birkaç kitabı, bir İspanyol yemek kitabı ve bir model uçak dergisinin birkaç sayısı vardı. Wallander şaşkınlıkla başını salladı. Hålén hayal edebileceğinden çok daha karmaşıktı. Kitaplıktan uzaklaştı ve yatağın altını kontrol etti. Bir şey yoktu. Daha sonra dolaba gitti. Giysiler düzgünce asılmıştı, temiz görünen üç çift ayakkabı vardı. Wallander yeniden, yalnızca yatak toplanmamış, diye düşündü. Uymuyordu.
Kapı zili çaldığında dolabın kapağını kapatmak üzereydi. Wallander irkildi. Bekledi. Bir kez daha çaldı. Wallander yasak bölgeye izinsiz girdiği hissine kapıldı. Beklemeye devam etti ama üçüncü kez çaldığında gidip kapıyı açtı.
Dışarıda gri montlu bir adam vardı. Wallander’e merakla baktı.
“Yanlış mı geldim?” diye sordu. “Bay Hålén’e bakmıştım.”
Wallander resmî bir ton takınmaya çalıştı.
“Kim olduğunuzu sorabilir miyim?” dedi gereksiz bir kabalıkla.
Adam kaşlarını çattı.
“Ya ben de aynısını sizden istesem?” diye sordu.
“Ben emniyettenim,” dedi Wallander. “Komiser Yardımcısı Kurt Wallander. Şimdi soruma cevap verme nezaketini gösterir misiniz, siz kimsiniz ve ne istiyorsunuz?”
“Ansiklopedi satıyorum,” dedi adam usulca. “Geçen hafta buradaydım ve kitaplarımı tanıtmıştım. Artur Hålén bugün gelmemi istemişti. Zaten sözleşmeyi ve ilk ödemeyi gönderdi. İlk cildi ve tüm yeni müşterilerin hoş geldin bonusu olarak kazandığı hediye kitabı teslim edecektim.”
Wallander’e doğruyu söylediğini göstermek istercesine çantasından iki kitap çıkardı.
Wallander giderek artan bir hayretle dinliyordu. Akla yatmayan bir şeylerin olduğu hissi güçlenmişti. Kenara çekildi ve satıcının içeri girmesi için başıyla işaret etti.
“Bir şey mi oldu?” diye sordu adam.
Wallander cevap vermeden onu mutfağa götürdü ve masaya oturmasını işaret etti.
Sonra Wallander bir ölüm haberi vereceği gerçeğini hatırladı. Her zaman korktuğu bir şeydi bu. Ancak bir akrabayla değil yalnızca bir ansiklopedi satıcısıyla konuştuğunu hatırlattı kendine.
“Artur Hålén öldü,” dedi.
Masanın diğer tarafındaki adam bunu anlamamışa benziyordu.
“Ama bugün onunla konuştum.”
“Onunla geçen hafta konuştuğunuzu söylediğinizi sanıyordum?”
“Bu sabah onu aradım ve bu akşam gelmemin uygun olup olmadığını sordum.”
“Ne