Huzursuz Adam. Хеннинг Манкелль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Huzursuz Adam - Хеннинг Манкелль страница 29

Huzursuz Adam - Хеннинг Манкелль Kurt Wallander

Скачать книгу

ki dış dünyada meydana gelen büyük olaylar onu böyle hiç etkilememişti? Hayatta kendisini rahatsız eden şeyler nelerdi peki? Kötü muamele görmüş çocukların resimleri elbette ama bunu değiştirmek için kalkıp bir şeyler de yapmamıştı doğrusu. Bahanesi hep çok işi olmasıydı. Sokakları suçlulardan temizlemekle bir şekilde insanlara yardım etmiş oluyorum, diye düşündü. Ama bundan başka? Dışarıda, üstünde henüz bir şey bitmemiş arazilerde gezdirdi gözlerini ama aradığı şeyi bulamadı.

      O akşam yazı masasını toplayıp düzenledi ve geçen sene Linda’nın kendisine doğum günü hediyesi olarak aldığı yapbozun parçalarını üstüne boşalttı. Degas’ın bir yağlı boya resmiydi. Sistemli bir şekilde parçaları ayırdı ve yapmaya başlayarak sol alt köşeyi meydana çıkardı.

      Kafası sürekli Håkan von Enke’nin başına ne gelmiş olabileceğiyle meşguldu ama asıl düşündüğü kendi kaderiydi.

      Olmayan Berlin Duvarı’nı arıyordu hâlâ.

      10

      Haziran başlarında bir öğleden sonrası, Wallander arabasına atlayıp Ystad’daki marinaya gidip iskeledeki en son banka kadar yürüdü. Burası kafasını dinlemek istediği zamanlarda severek geldiği yerlerden biriydi, rahipsiz bir günah çıkarma yeri, canını sıkan bir şey üzerinde düşünmek istediği zamanlarda düşünceleriyle yalnız kalmak istediğinde geldiği bir yer. Soğuk bir bahardı, yağışlı ve rüzgârlı ama artık yüksek basınçlı hava akımının ilk dalgası Skåne’yi vurmuştu. Wallander ceketini çıkardı, yüzünü güneşe çevirdi ve gözlerini kapadı ama hemen ardından yeniden açtı. Eski komşulardan birinin babasıyla ilgili sözleri gelmişti aklına. Baban seni çok severdi. Bunun doğru olup olmadığını sık sık sorardı kendine. Polis olmasını babası hiçbir zaman kabullenememişti. Ama hayatına anlam katan başka şeyler de olmalıydı. Mona Wallander’in babasını sevmezdi; onunla birlikte ziyaretine de gitmezdi. Löderup’a doğru ne zaman yola koyulsalar arabada sadece Linda ile kendisi olurdu. Babası torununa karşı hep yumuşaktı. Linda’ya karşı bir dereceye dek gösterdiği anlayışlı yaklaşımı küçükken ne kendisi ne de kız kardeşi Kristina görmüştü.

      Anlaşılması zor bir adamdı, ele geçirilemez biriydi, diye düşündü Wallander. Ben de ona mı benzemeye başladım?

      Kendi yaşlarında bir adam, kayığının kenarına oturmuş, balık ağı temizliyordu. Adam elindeki işe dalmıştı, bir yandan da kendi kendine mırıldanıyordu. Wallander adamı incelerken onunla yer değiştirmek ne güzel olurdu, diye geçirdi içinden; oturduğu banktan ağlara, emniyetten her yeri vernikli, ahşap, gıcır gıcır kayığa.

      Wallander için babası çözülmemiş bir bilmeceydi. Acaba kendisi de Linda’ya öyle mi gözüküyordu? Acaba büyüyünce torunu kendisi için ne diyecekti? Evinde bir başına oturan, gittikçe daha az insanın, her geçen gün daha az ziyaret ettiği gölge kadar sessiz, yaşlı bir polis mi olacaktı? İşte bundan korkuyorum, diye düşündü Wallander; ve korkmak için her türlü nedenim var. Arkadaşlarımın değerini bilip dostluklarıma gereken önemi vermediğim kesin.

      Bunun için artık çok da geç kaldım, diye düşündü. Kendisine yakın olan bazıları ölmüştü. Rydberg en başta; ama yarış atı yetiştiricisi eski dostu Sven Widén de öyle. Sırf öldükleri için onlarla bağının kopması gerekmediğini, mezarları başında da onlarla konuşmaya devam edilebileceğini iddia eden insanları asla anlamıyordu Wallander. Bunu yapmayı hiç becerememişti. Ölüler, yüzlerini bile hatırlamakta zorlandığı kişilerdi kendisi için ve seslerini de duymuyordu.

      İstemeye istemeye banktan kalktı. Emniyete geri dönmek zorundaydı. Feribottaki saldırı olayının soruşturması bitmiş, suçlusu bulunmuştu; gerçi Wallander saldırıya iki adamın karıştığına emindi. Yarım kalmış bir zaferdi: Bir kişi suçlu bulunmuş, kurban da Hakk’ın adaletine kavuşmuştu, tabii eğer insanın yüzü dağıldıktan sonra buna o ad verilirse, ama diğer suçlu ağdan kaçmayı başarmıştı.

      Wallander iskeledeki banka yaptığı küçük gezintiden döndüğünde saat öğleden sonra üçtü. Masasının üstünde Ytterberg’in aradığını ve kendisiyle görüşmek istediğini bildiren bir not vardı. Notu her kim aldıysa acil olduğunu da belirtmişti. Polis olarak Wallander’in hayatında her şey acildi. Acil olmayan bir mesaj hiç almamıştı o güne dek. O yüzden hemen aramayıp önce Lennart Mattson’un kendisinden görüşlerini istediği Ulusal Polis Teşkilatı’ndan gelen bir duyuruyu okudu. Polis teşkilatında uygulamaya konmaya çalışılan yeniden düzenlemelerden biriyle ilgiliydi. Bu seferki, sadece büyük şehirlerde değil, Ystad gibi ilçelerde de, hafta sonları ve tatillerde, sokaklarda polisin varlığını daha da arttırmak için bir sistem oturtmakla ilgiliydi. Wallander belgeyi okudu ve belge hazırlanırken kullanılan ifadedeki kendini üstün gören bürokratik dilden rahatsız oldu. Okumayı bitirdiğinde de ne söylediğini tam olarak anlamadığını hissetti. Birkaç boş yorum yaptı ve odasından ayrılırken emniyet müdürünün kutusuna bırakmak üzere hepsini bir zarfa koydu.

      Ardından Ytterberg’i aradı, Ytterberg hemen cevap vermişti.

      “Aramışsınız,” dedi Wallander.

      “Şimdi de kadın kayboldu!”

      “Kim?”

      “Louise. Louise von Enke. O da kayboldu.”

      Wallander nefesini tuttu. Yanlış mı duyuyordu? Ytterberg’den yeniden söylemesini istedi.

      “Louise von Enke kayboldu.”

      “Ne oldu?”

      Wallander karıştırılan kâğıtların sesini duyuyordu. Ytterberg notlarını arıyordu. Tam rapor vermek istiyordu.

      “Şu son birkaç yıldır von Enke’lere Bulgar bir kadın temizliğe gidiyormuş. Kadının oturma izni varmış. Adı başkentle aynı, Sofya. Onlara pazartesi, çarşamba ve cumaları, sabahları üç saatliğine gidiyor. Pazartesi günü oradaymış ve her şey yolunda görünüyormuş. Pazartesi günü saat on iki gibi daireden ayrıldığında, Louise onu çarşamba günü yeniden görmeye can attığını söylemiş. Sofya, çarşamba günü saat dokuzda gelince apartmanda kimse yokmuş ama bunda garip bir durum yokmuş. Louise her zaman evde durmazmış ve Sofya da bunun fazla üzerinde durmamış. Ama bu sabah geldiğinde bir şeylerin yolunda olmadığını anlamış. Louise’in çarşamba gününden beri evde olmadığına emin. Her şey aynı bıraktığı gibiymiş. Louise daha önce hiç böyle haber vermeden bu kadar uzun evden ayrılmamış; mesaj da bırakmamış. Evde hiçbir şey yokmuş, sadece bomboş bir daire. Sofya, Louise’in Kopenhag’daki oğlunu aramış, o da annesiyle en son pazar günü konuştuklarını söylemiş, yani beş gün önce. O da böylece beni aradı. Oğlu ne iş yapıyor, hiç bilginiz var mı?”

      “Para,” dedi Wallander. “Tamamen para işiyle ilgileniyor.”

      “Harika bir işe benziyor,” dedi Ytterberg düşünceli bir hâlde.

      Sonra notlarına döndü.

      “Hans bana Sofya’nın numarasını verdi, daireyi beraberce araştırdık. Bulgar hanım dolaplarla çekmecelerin içinde ne olduğunu tam olarak biliyordu ve bana hiç duymak istemediğim bir şey söyledi. Sanırım ne demek istediğimi biliyorsunuz?”

      “Evet,”

Скачать книгу