Dostoyevski'nin hayatı. Любовь Федоровна Достоевская
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Dostoyevski'nin hayatı - Любовь Федоровна Достоевская страница 9
Borçlarını kapatan Dostoyevski çok geçmeden geriye kalan parayı da harcadı. Çeviriler35 yapmaya çalıştı ama pek tabii ki bunun getirisi pek az oldu. Bu noktada Kumanin Teyzesi yardımına koşarak ona bir ödenek sağladı. Kumanin, Dostoyevski’nin annesinin zengin bir adamla evlenen kız kardeşiydi, etrafı kendini işlerine adamış bir hizmetkâr ordusuyla çevirili bir hâlde Moskova’da iyi bir evde yaşıyor, birkaç hanım arkadaşı tarafından refakat edilip eğlendiriliyor, karşısında titreyen bu zavallı kadınların zengin despotluğundan doğan kaprislerine kaynaklık ediyordu. Yeğenlerini her daim korurdu, özellikle de her daim favorisi olan babama karşı nazik davranırdı. Bütün ailede babamın yeteneklerinin kıymetini bilen tek kişiydi ve her zaman yardımına koşmaya hazırdı. Diğer genç yeğenleri gibi Dostoyevski de onunla biraz dalga geçse bile yaşlı teyzesi Kumanin’i çok severdi. Kumarbaz’da Almanya’ya gelen, rulet oynayıp servetinin yarısını kaybettikten sonra tıpkı geldiği gibi aniden Moskova’ya geri dönen Moskovalı yaşlı büyükannenin şahsında teyzesini resmetmiştir. Ruletin Almanya’da popüler olduğu zamanlarda büyük teyzem seyahat etmek için fazlasıyla yaşlıydı. Gerçi Moskova’da iskambil oynayıp büyük paralar kaybetmiş olabilir. Dostoyevski, teyzesini Almanya’ya gelip yanında rulet oynarken resmederek belki de kumara olan tutkusunun nereden geldiğini göstermek istiyordu.
Bununla birlikte çok para harcadığı için babamın müsrif bir hayat yaşadığı sanılmasın. Dostoyevski’nin gençliği çalışmak ve üretmekle geçmişti. Dışarı pek nadiren çıkardı, gün boyunca yazı masasında oturur, kahramanlarıyla konuşur, güler, ağlar ve onlarla birlikte acı çekerdi. Ondan daha pratik biri olan Grigoroviç bir yandan yazarken bir yandan da gelecekteki kariyerine yardımı dokunabilecek ilişkiler kurmaya çalışıyordu, kendini edebiyat çevresine tanıtmış ardından Dostoyevski’yi de bu çevreyle tanıştırmıştı. Grigoroviç yakışıklı, şen ve zarif biriydi; kadınlarla sevişir, her birini büyülerdi. Babam ise tuhaf, utangaç, sessiz, görece çirkin biriydi, az konuşur çok dinlerdi. İki arkadaş, müdavimi oldukları konuk salonlarında kendisi de roman yazarlığı kariyerine Petersburg’ta başlayan genç Turgenyev’le tanışmışlardı. Babam ona büyük bir hayranlık duyuyordu. Masum bir dille, “Turgenyev’e âşığım,” diye yazmıştı askeri eğitimini tamamlayıp Reval’de subay olarak görev yapmakta olan ağabeyi Mihail’e. “Çok yakışıklı, çok ince, çok zarif biri!” Turgenyev, babamın sunduğu saygıları sanki lütufta bulunuyormuş edasıyla kabul etmişti. Babamı önemsiz biri olarak görüyordu.
Grigoroviç, bir edebiyat dergisi çıkarmayı planlayan şair Nekrasov’la tanışmayı başarmıştı. Grigoroviç bu dergiyle o veya bu şekilde bağlantıda olmaya hevesliydi. İlk çalışmaları henüz tamamlanmış değildi -cemiyet hayatını biraz fazla seviyordu- fakat babamın halihazırda bir roman yazmış olduğunu ve pek başarılı olmadığından endişe duyarak bunu durmadan düzelttiğini biliyordu. Grigoroviç, kitabın taslağını kendisine teslim etmesi konusunda Dostoyevski’yi ikna ederek romanı Nekrasov’a götürdü. Nekrasov, Grigoroviç’e arkadaşının çalışmasından haberdar olup olmadığını sordu ve kendisinin romanı okumak için henüz vakit bulamadığı yanıtını aldı; romanın herhangi bir değere sahip olup olmadığını görebilmek için iki ya da üç bölümün üzerinden birlikte geçmeyi teklif etti. Babamın ilk romanının tamamını bir oturuşta bitirdiler.36 Kitabı bitirdiklerinde, günün ilk ışıkları pencereden içeri süzülüyordu. Nekrasov hayretler içinde kalmıştı. “Haydi gidip Dostoyevski’yi görelim,” teklifinde bulundu, “Çalışmasıyla ilgili neler düşündüğümü söylemek istiyorum.” Grigoroviç, “Ama şu anda uyuyordur, henüz sabah olmadı,” diyerek kendisini reddetti. “Ne önemi var? Uykudan çok daha önemli bir şey bu!” Hayranlıkla dolan Nekrasov, babamı sabahın beşinde yatağından kaldırıp kendisinin olağanüstü bir yeteneğe sahip olduğunu söylemek için yola koyuldu, Grigoroviç de peşinden geliyordu.
Daha sonra kitabın taslağı ünlü eleştirmen Belinski’ye gönderildi, kendisi taslağı okuduktan sonra genç yazarı görmek istedi. Dostoyevski, Belinski’nin huzuruna heyecandan titreyerek çıktı. Belinski ise onu ciddi bir ifadeyle karşıladı. “Genç adam,” dedi, “Sen ne yazdığını biliyor musun? Hayır, bilmiyorsun. Bunu henüz anlayamazsın.”
Nekrasov İnsancıklar’ı dergisinde yayımladı, roman büyük başarıya ulaştı. Babam bir gün içinde üne kavuşmuştu. Herkes onu tanımak istiyordu. Her yerde insanlar, “Kim bu Dostoyevski?” diye sorar olmuştu. Babam daha yeni yeni edebiyat çevresinin müdavimi olmaya başlamıştı, kimse özel olarak onu fark etmemişti. Çekingen Litvan her zaman ya bir köşeye ya da bir pencere boşluğuna çekilir veya bir perdenin ardına gizlenirdi. Fakat artık saklanmasına izin verilmiyordu. Etrafı sarılıyor ve iltifatlar ediliyordu; konuşmaya teşvik ediliyor, insanlar onu büyüleyici buluyordu. Petersburg’ta roman yazarı olmayı arzu edenlerin ya da edebiyata ilgi duyanların ağırlandığı edebi toplantıların yapıldığı salonlara ek olarak yalnızca ünlü yazarların, ressamların ve müzisyenlerin kabul edildiği daha ilgi çekici başka salonlar da vardı. Seçkin şair Prens Odoyevski’nin, on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısındaki Rus yaşamının içe işleyen betimlemelerini bizlere sunan zevk sahibi roman yazarı Kont Sollohub ve onun kayınbiraderinin salonları da işte bu türden salonlardı. Kont Viyellegorski, Ruslaşmış bir Lehti. Tüm bu beyefendiler bir an önce Dostoyevski’yle tanışmak istiyordu, onu evlerine davet edip içtenlikle ağırladılar. Babam en çok Viyellegorski’yle birlikteyken keyif alıyordu, burada müzik harikaydı. Dostoyevski müziğe bayılırdı. Bununla birlikte kendisinin müzik kulağına sahip olduğunu düşünmüyorum, zira yeni bestelere şüpheyle yaklaşıyor, halihazırda bildiği parçaları dinlemeyi tercih ediyordu. Bu parçaları ne kadar çok dinlerse o kadar tat alıyordu.
Kont Viyellegorski tutkulu bir müzik aşığıydı; müzisyenlere kol kanat geriyordu, başkentin kuytu köşelerinde müzisyen avına çıkmayı alışkanlık haline getirmişti. Tuhaf tipli, biraz yoksul, sarhoş, muhteris, düşkün bir kemancının, bir tavan arasında Kont Viyellegorski tarafından bulunup kendisinin resepsiyonlarında çalmaya teşvik edilmiş olması babamın hayal gücünü tetiklemişti; zira kendisinin Netoçka Nezvanova romanının geçtiği yer Kont Viyellegorski’nin evidir. Bu romanda Dostoyevski, gençliğinden kaynaklanan deneyimsizliğiyle bunu okurlarına yeterince açıklayamamış olsa da kadın psikolojisine ilişkin gerçek bir başyapıt ortaya koymuştur. Kontes Viyellegorski’nin Prenses Biron olarak doğduğu söylenir. Kurlandiya’nın yerlilerinden olan Prenses Biron her zaman Avrupa aristokrasisinden ziyade hanedana mensup olduğunu iddia etmekteydi. Eğer Netoçka Nezvanova’yı dikkatle okursak çok geçmeden, zavallı bir yetim kıza yuvasını açan Prens S.’nin iyi eğitim almış, iyi çevresi olan bir adamken karısının bir hayli kibirli ve evine bir saray havası veren biri olduğunu fark ederiz. Çevresindekiler kendisinden sanki bir hanedan mensubuymuş gibi bahsederler. “Ekselansları,” diye hitap edilen şımarık ve kaprisli kızı Katya, hizmetindekilere bir an dehşet saçarken bir an onları gözdeleri yapar. Netoçka’ya duyduğu sevgi bir anda tutkulu hatta biraz erotik bir hal alır. Rus eleştirmenler bu erotizm iması nedeniyle Dostoyevski’yi yerden yere vurmuşlardır. Babam gerçeklere mükemmelen sadıktı; asla aşk evliliği yapamayan ve her zaman devletin çıkarları için kurban edilen sözkonusu Alman prensesler
35
36
Bu kitabın adı