Fetih 1453. İskender Fahrettin Sertelli

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Fetih 1453 - İskender Fahrettin Sertelli страница 2

Жанр:
Серия:
Издательство:
Fetih 1453 - İskender Fahrettin Sertelli

Скачать книгу

altın sahillerinde geçen bu esrarengiz gecenin sabahı çok korkunç ve çok karanlıktı. Bir türlü sabah olmuyor, ortalık aydınlanmıyordu.

      Ufukta görünen pembelikler arasından güneş hâlâ yükselmiyor, şairleri köşe başlarında arkalarından kahpece vuran serseriler3 henüz seçilmiyordu.

      Priamos’un neşesi kalmadı.

      Klio şarap içiyordu.

      Güneş hâlâ doğmamıştı. Sokak köşelerinde kimliği belirsiz gölgeler geziniyordu. Priamos ayağa kalktı.

      “Klio,” dedi, “bana bir kadeh şarap ver. İçip gideyim. Gitmeliyim!”

      “Ölmeye mi?”

      “Hiç niyetim yok. Ölmek istesem, Anivas’ı öldürürdüm.”

      “Sokakta dolaşan gölgeleri görmüyor musun?”

      “Görüyorum, Klio! Fakat Anivas’ın tuzağına düşmemek için daha evvel gitmeliyim. Güneş doğarsa, etraftan benim çıktığımı görürler, haber verirler; daha feci bir akıbete maruz kalırım. Beni bırak, bir kadeh daha içeyim ve ortalık ağarmadan gideyim.”

      Klio şarap kadehini uzattı.

      Priamos’un gözleri dönmüştü.

      Bizans dilberi yeni şarkıyı söylemeye başladı.

      Panaghia ton Vlahernon Kilisesi’nin çanı, Haliç’in ölgün sahillerini uyandırmaya başlamıştı.

      Priamos, sevgilisinin söylediği şarkıyı dinlemiyordu. Kendi kendine söylendi:

      “Saray muhafızları uyanmışlardır. Artık sokaklarda emniyetle gezilebilir.”

      Elindeki kadehi yere vurdu. Kadeh kırılmadı.4

      “Ölüm tehlikesi yok,” dedi, “Ben gidiyorum!”

      Ölümle Karşı Karşıya

      Şair ve bestekâr Priamos, sevgilisinin evinden çıktı. Klio, şairin arkasından,

      “Sahile doğru gitme… Düşmanınla karşılaşırsın!” dedi.

      Genç kadın onun evde kalması için daha fazla ısrar etmemişti. Priamos karanlıklar arasında kayboldu.

      Güneş doğuyordu.

      Sabah olmuştu.

      Gecenin karanlık kucağında saklanamayan diğer fenalıklar gibi, güneş ışığı henüz kanları pıhtılaşmamış yeni bir cinayetin izlerini meydana çıkarmıştı.

      Denize çıkmak üzere erkenden sokaklara dökülen kalabalık bir kayıkçı kafilesi, İvansaray sahilinde yerdeki kan lekelerini inceliyorlardı.

      İçlerinden biri, yoldaki kırmızı lekeleri takip ederek herkesten evvel ilerlemişti.

      Uzaktan acı bir ses yükseldi:

      “Buraya koşunuz… Buraya! Yerde bir adam yatıyor.”

      Halk sahile koştu.

      Kanlar içinde bir delikanlı, yerde yatıyordu.

      Vurulan adamı herkes tanımıştı.

      Yüzlerce ağız birden açıldı:

      “Şair Priamos… Bestekâr Priamos…”

      Evlerden çıktılar…

      Kiliselerden çıktılar…

      Saraylardan çıktılar…

      Bütün sokaklar Priamos’u ve onun şiirlerini sevenlerle dolmuştu.

      Halk arasından öldü zannedilen şairi muayene eden bir doktor, kayıkçılardan birinin omzuna çıkarak bağırdı:

      “Priamos yaşıyor! Priamos ölmemiş!”

      Zevk ve eğlence düşkünü halk, bu sefahat körükçüsünün yaşadığını öğrenince hep bir ağızdan bağırmaya başladı:

      “Yaşasın Priamos! Bugün onun sıhhati şerefine akşama kadar şarap içeceğiz ve işlerimize gitmeyeceğiz. Kahrolsun şairi vuranlar!”

      “Kahrolsun!”

      “Kahrolsun!”

      “Kahrolsun!”

      Priamos’u hastaneye götürdüler.

      Fakat halk susmuyor, sokaklar kalabalıktan geçilmiyordu.

      Bizans’ın son günlerini yaşayan şairlerin, bestecilerin hiçbiri onun kadar sevilmemiş, onun kadar müdafaa edilmemişti.

      Konstantin’in sarayı civarında yaşayan şair ve besteciler cemiyet hayatında çok laubali olduklarından, karılarını fazla kıskanan erkekler şairlerden hoşlanmaz, hatta tenha yerlerde onları aşağılarlardı.

      Halbuki Priamos halk şairiydi.

      Halkın acı ve ıstıraplarını da terennüm etmeyi unutmayan Priamos, aynı zamanda İvansaray’da doğmuş, Haliç sahilinde büyümüştü.

      Genç ve coşkun şair, sefahat düşkünü Bizans’tan ziyade, tutucu Haliç’in çocuğuydu! Haliç ahalisi Priamos’u bunun için seviyordu. O, bütün günahlarıyla sevilen bir insan, bütün çılgınlıklarıyla sevilen bir şairdi.

      İvansaraylılar, haremlerine ondan başka günahkâr sokmuyor, kızlarının ve karılarının ondan başka bir şairin kolları arasında dans etmelerine tahammül edemiyorlardı.

      Akşama doğru kafalar biraz daha fazla dumanlanmış, yahut şairin güzel ve hazin şarkılarını terennüm eden delikanlıların gözleri biraz daha kararmıştı.

      Sokaklar kalabalıktan geçilmiyordu. Hadiseyi İmparatora haber vermişlerdi.

      Ayasofya çevresinde büyük bir heyecan ve üzüntü vardı.

      Priamos’un rakipleri onun ölümünü bekliyorlardı. Yalnız Konstantin’in hüznü kalptendi.

      O, daha bir akşam evvel şairin yeni bestelenmiş şarkısını kendi ağzından dinlemiş ve memnun olmuştu.

      İhtilal mahiyetini almaya başlayan hadisenin önüne geçmek ve sokaklarda toplanan halkı dağıtmak için saray muhafızlarından bir bölük süvari askeri İvansaray sahilini kuşatmıştı.

      Bu esnada Klio’nun evinde, perdenin arkasına gizlenmiş bir asker etrafı gözlüyordu.

      Klio pencereden başını çıkardı, dışarıdaki halkın uzaklaştığını görünce askerin kulağına eğildi:

      “Anivas,”

Скачать книгу


<p>3</p>

Bizans kadınları şairlere ne derece saygı duyuyorsa, erkekleri de o derece düşmandı. Hiçbir şair güneş battıktan sonra sokağa çıkmaz ve karanlıkta dolaşmazdı. Bizans’ın en hassas şairi olan Friksos’u da böyle bir gece tiyatrodan gelirken öldürmüşler ve üzerine “Mağdur kocaların intikamı…” yazan bir kâğıt bırakmışlardı.

<p>4</p>

İvansaray’da bulunan Panaghia ton Vlahernon Ayazması, halkın çok taptığı kutsal bir yerdi. Bu münasebetle bu civar ahalisi diğer semtlerden çok daha tutucu ve batıl inançlıydı. İvansaray’daki saraya da, bu ayazma yüzünden Vlaherna derlerdi. Şair Priamos’un evvelce bu sarayla bağı vardı ve kadehle talih denemek âdetini oradan öğrenmişti.