Kelt masalları. Joseph Jacobs
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kelt masalları - Joseph Jacobs страница 2
Küçük adam, kafasını kaldırıp “Çok teşekkür ederim,” dedi.
“Bayram günü neden çalışıyorsun ki?” dedi Tom.
“Bu beni ilgilendirir, seni değil,” cevabını aldı.
“Öyle mi, umarım bana testinin içinde ne olduğunu söyleyecek kadar naziksindir,” dedi Tom.
“Bunu zevkle yaparım, testi iyi bir birayla dolu,” dedi adam.
“Bira mı?” dedi Tom. “Üstüme iyilik sağlık! Nereden buldun onu?”
“Nereden mi buldum? Ben yaptım, peki sence neyle yaptım?”
“Hiç mi hiç bilmem, ancak arpa diye tahmin ediyorum, başka ne olabilir ki?” dedi Tom.
“Al işte yanıldın. Çalılardan yaptım.”
“Çalılardan mı?” dedi Tom, gülmekten ölecekti. “Buna inanacak kadar aptal olduğumu düşünmüyorsun değil mi?”
“İster inan ister inanma, fakat sana söylediğim şey doğru. Danları hiç duydun mu?”
“Ne olmuş onlara?” diye sordu Tom.
“Ne mi olmuş, olan şey şu, onlar buradayken bize çalılardan bira yapmayı öğretmişler, o zamandan beri ailem bu işin sırrını biliyor.”
“Biranı tadabilir miyim peki?” diye sordu Tom.
“Sana şunu söylemeliyim genç adam, kendi halinde sessiz sakin insanları aptal sorularınla bunaltacağına babanın mülküne göz kulak olman senin için daha iyi olur. Al işte, sen zamanını burada boşa harcarken inekler yulaflara dalmış, mısırları da mahvetmiş.”
Tom bu laflara o kadar şaşırmıştı ki tam arkasını dönecekken kendine geldi. Böyle bir şeyin tekrar olma ihtimaline karşı leprikona doğru atıldı ve onu elinden yakaladı. Ancak acele ettiğinden testiyi devirdi ve tüm birayı döktü. Artık biranın tadına bakıp nasıl bir şey olduğunu bilemeyecekti. Hemen ardından eğer paranın nerede olduğunu söylemezse onu öldüreceğine dair yemin etti. Tom o kadar kötü ve zalim görünüyordu ki küçük adam bayağı korkmuştu, bu yüzden, “Benimle birkaç tarla boyunca gel, sana bir çanak dolusu altının yerini göstereceğim,” dedi.
Böylece yola çıktılar. Çitleri ve hendekleri geçmelerine, bataklıkları aşmalarına rağmen Tom, leprikonu eliyle sıkı sıkıya tutuyor, gözlerini de ondan hiç ayırmıyordu. En sonunda kanaryaotları ile dolu kocaman bir tarlaya vardılar. Leprikon büyük bir kanaryaotunu işaret edip “Şu kanaryaotunun altını kaz, böylece kocaman bir çanak dolusu altın senin olacak,” dedi.
Tom, aceleyle yola çıktığından yanında bir kürek getirmeyi akıl edememişti. Hemen eve gidip bir kürek almayı düşündü; kırmızı çorap bağlarından birini çıkarıp kanaryaotunun etrafına bağladı, böylece altının yerini kaybetmeyecekti.
Sonra leprikona dönüp “Çorap bağını o kanaryaotundan çıkarmayacağına dair yemin et,” dedi. Leprikon da çorap bağına dokunmayacağına dair yemin etti.
“Sanıyorum ki…” dedi leprikon nazik bir şekilde, “benimle bir işin kalmadı.”
“Kalmadı,” dedi Tom. “Eğer dilersen artık gidebilirsin, Tanrı seninle olsun ve nereye gidersen git şans yanında olsun.”
Leprikon, “Öyleyse kendine iyi bak Tom Fitzpatrick, umarım altının sana çok faydası dokunur,” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Tom canını dişine takıp koştu, eve gidip küreği aldı ve yine aynı şekilde kan ter içinde kanaryaotu tarlasına ulaştı. Ancak oraya geldiğinde bir de ne görsün! Tarlada çorap bağı bağlanmamış tek bir kanaryaotu bile yok, üstelik hepsi de birbirinin tamamen aynısı. Tüm tarlayı kazmak da saçmalık olurdu, çünkü tarla neredeyse 30 hektardı. Bu yüzden Tom küreği omzunda eve döndü, giderkenki heyecanından eser yoktu, sonrasında başına gelen şey ne zaman aklına gelse leprikona bela okudu.
Boynuzlu Kadınlar
Zengin bir kadın, bir gece geç saatlere kadar uyumayıp yünü tarıyor ve hazırlıyordu. Bu sırada tüm aile ve hizmetçiler uyuyordu. Birden kapı çalındı ve biri “Aç! Kapıyı aç!” diye seslendi.
“Kim o?” diye sordu evin hanımı.
“Ben tek boynuzlu cadıyım,” diye bir cevap geldi.
Evin hanımı, komşularından birinin yardıma ihtiyacı olduğu düşüncesiyle kapıyı açtı ve içeri bir kadın girdi. Kadının elinde bir çift hallaç ve alnında bir boynuz vardı, sanki boynuz orada büyüyormuş gibiydi. Ateşin yanına sessizce oturdu ve yünü büyük bir telaşla taramaya başladı. Birden durup yüksek sesle “Kadınlar nerede? Çok geciktiler,” dedi.
Sonra kapı bir kez daha çalındı ve tıpkı daha önce olduğu gibi yine biri “Aç! Kapıyı aç!” dedi.
Evin hanımı kalkıp kapıyı açma zorunluluğu hissetti ve o an içeri ikinci cadı girdi; alnında iki boynuz, elinde ise yünü döndürmek için bir tekerlek vardı.
“Yer açın, ben iki boynuzlu cadıyım,” dedi ve tekerleği bir şimşek kadar hızlı çevirmeye başladı.
Böylece kapı çalmaya devam etti, seslenmeler duyuldu ve içeri cadılar girdi. Bir boynuzludan on iki boynuzluya kadar tam on iki kadın ateşin etrafındaki yerini alıncaya kadar bu böyle devam etti.
İplikleri taradılar, çıkrıklarını döndürdüler, iplikleri sardılar ve dokudular. Bu esnada hep birlikte antik bir ilahi söylüyorlardı, evin hanımına ise tek kelime dahi etmediler. Bu on iki kadın, boynuzları ve döndürdükleri tekerleklerle korkunç gözüküyorlardı, çıkardıkları sesler ise tuhaftı. Bu sebeple evin hanımı ölüme yakın olduğunu hissetti, ayağa kalkıp yardım için seslenmeyi düşündü ancak ne hareket edebildi ne de tek bir kelime edebildi, çünkü üzerinde cadıların büyüsü vardı.
O sırada biri İrlanda diliyle “Kadın, kalk ve bize bir pasta yap,” dedi.
Bunun üzerine evin hanımı kuyudan su getirebileceği bir kap aradı, böylece unu karıştırıp pastayı yapabilecekti, ancak bulamadı.
Sonra cadılar kadına “Süzgeci al ve suyu onunla getir,” dediler.
Kadın, süzgeci aldı ve kuyuya gitti; fakat su, süzgecin deliklerinden akıp gitti. Kadın pasta için hiç su götüremediğinden kuyunun yanına oturup ağlamaya başladı.
Bunun üzerine bir ses “Sarı kili ve yosunu alıp birleştir, sonra süzgecin üzerine sıva, böylece süzgeç suyu tutacaktır,” dedi.
Kadın