Kelt masalları. Joseph Jacobs
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kelt masalları - Joseph Jacobs страница 4
‘Neden sessiz duruyoruz? Conall Sarıpençe için bir şarkı söylemeye başlayın,’ dedi baş ozan. Kralım, sizi temin ederim, söyledikleri şarkı umrumda falan değildi çünkü iyi dostlar olmadıklarını anlamıştım. Şarkıyı bitirdiklerinde baş ozanın yanına gittiler. ‘Şimdi mükâfatlarını ver,’ dedi baş ozan ve emin olun kralım, bu kez verecek hiçbir mükâfat kalmamıştı. Bu yüzden onlara ‘Sizin için bir mükâfatım yok,’ dedim. Bu kez şiddetle mırıldanmaya başladılar. Ben de barakanın arkasındaki çayırlığa açılan pencereden atladım. Ormana doğru olabildiğince hızlı koşmaya başladım. O zamanlar çevik ve güçlüydüm; kedilerin peşimden mırıldana mırıldana koştuklarını fark edince oradaki yüksek ve dalları sıkı bir ağaca tırmandım. Bu şekilde olabildiğince saklandım. Kediler beni ormanlıkta aramaya başladılar, ancak bulamadılar; yorulduklarında her biri bir diğerine geri dönmeleri gerektiğini söyledi. Fakat o sırada başlarındaki tilki renkli tek gözlü kedi, ‘Sizin iki gözünüzle göremediğinizi ben tek gözümle görüyorum, ağacın tepesinde bir serseri var,’ dedi. O bunu söyleyince bir tanesi ağaca tırmanmaya başladı, benim olduğum yere gelirken bir savaş aleti çıkarıp onu öldürdüm. ‘Bak sen şu işe! Dostlarımı bu şe kilde kaybedemem, ağacın kökünün etrafında toplaşın ve kazmaya başlayın, böylelikle şu katil toprağa düşsün,’ dedi tek gözlü kedi. Bunun üzerine ağacın çevresine toplandılar ve kazmaya başladılar. Kollara ayrılan kökün ilkini kestiler, ağaç hafiften sallandı, ben de bir çığlık attım ki bu şaşılacak bir şey değildi. Ormanın yakınlarında bir rahip vardı; yanında da on adam bulunuyordu. Bu rahip, ‘Zor durumda olan bir adam bağırdı, ona yardım eli uzatmalıyız,’ dedi. Adamlardan en bilgesi, ‘Çığlığı tekrar duyana kadar bekleyelim,’ dedi. Kediler deli gibi kazmaya devam ediyordu, nihayetinde diğer kökü de parçaladılar; bunun üzerine ben de bir çığlık daha attım ve bu sefer ki çok güçlüydü. ‘Kesinlikle yardıma ihtiyacı olan bir adam bu, hemen harekete geçelim,’ dedi rahip. Yola koyulmak için hazırlanmaya başladılar. Kediler iyiden iyiye kendilerini göstermeye başlayıp üçüncü kökü de parçaladılar ve ağaç âdeta yıkıldı. O zaman üçüncü çığlığımı attım. Gözüpek adamlar hızlandılar, kedilerin ağaca yaptığı şeyi gördüklerinde küreklerle kedilerin üzerine atıldılar; kediler ve adamlar bir kavgaya tutuştular ta ki kediler kaçana kadar. Kralım, emin olun, sonuncusu kaçana kadar yerimden kımıldamadım bile. Sonrasında ise evime döndüm. Bu, içinde bulunduğum en zor durumdu; hatta bana göre o kediler tarafından parçalanmak, Lochlann kralı tarafından asılmaktan daha kötü bir durum.”
“Ah Conall! Sende ne hikâyeler var. Bu hikâyeyle çocuğunun canını kurtardın; eğer bana bundan daha zor bir durum anlatırsan bir oğlunun daha hayatını kurtarabilirsin, böylece iki çocuğun sana bağışlanır,” dedi kral.
“Peki o zaman, madem öyle istiyorsunuz. Bu gece sizin zindanınızda kalmaktan bile daha zor bir durum yaşamıştım, onu anlatayım,” dedi Conall.
“Anlat bakalım,” dedi kral.
“O zamanlar bayağı genç bir delikanlıydım. Ava çıkmıştım, babamın arazisi deniz kenarındaydı ve bu arazi kayalıklar, mağaralar, uçurumlarla dolu engebeli bir araziydi. Kıyının ucuna doğru giderken sanki iki kayanın arasından bir duman çıktığını gördüm, bunun üzerine bu dumanın kaynağının ne olduğunu öğrenmek için bakınmaya başladım. Bakınırken bir de ne olsa dersiniz? Düştüm. Düştüğüm yer otlarla doluydu, yani ne bir kemiğim kırıldı ne de vücuduma bir şey oldu. Fakat oradan nasıl çıkacağımı bilmiyordum. Önüme bakmıyordum, yukarı doğru bakındım, ancak hiçbir zaman oraya çıkamayacağımı düşündüm. Orada kalıp ölme korkusu korkunçtu. Büyük bir uğultunun giderek yaklaştığını fark ettim, uğultunun kaynağı ise kocaman bir dev ve beraberindeki iki düzine keçiydi, başlarında bir de teke vardı. Dev, keçileri bağlayıp benim bulunduğum yere geldi ve bana ‘Aha! Conall, bıçağım uzun süredir taze et görmediğinden cebimde paslanmaya başlamıştı,’ dedi. Bunun üzerine ben de ‘Ah, beni parçalara ayırsan bile sana çok fazla yararım dokunmaz, senin dişinin kovuğunu bile doldurmam. Ancak görüyorum ki gözünün biri görmüyor. Ben iyi bir hekimim, gözünün diğer gözün gibi olmasını istemez misin?’ dedim. Dev, bu sırada gidip kazanı ateşin üstüne koydu. Ona suyu nasıl ısıtması gerektiğini söylüyordum, çünkü benden gözünü iyileştirmemi bekliyordu. Çalıları toplayıp birleştirdim ve devi kazanın içine oturttum. Sağlıklı olan gözün üstünde çalışmaya başladım, sağlıklı gözünün görüş kabiliyetini diğerine aktaracakmışım gibi davranıyordum, sonra sağlıklı olan gözü de kör ettim. Öyle bir durumda tabii ki sağlıklı olanı bozmak, kötü olanı iyileştirmekten çok daha kolaydı.
Hiçbir şey göremediğini fark etmişti, ben de ona rağmen bu mağaradan çıkacağımı söylediğimde suyun içinden fırlayıp mağaranın ağzına dikildi ve gözünün intikamını alacağını söyledi. Tüm geceyi orada sinip geçirmekten başka çarem yoktu, nefesimi öyle bir tutuyordum ki nerede olduğumu bilmesine imkân yoktu.
Sabah kuşların cıvıltısını duyunca günün ağardığını fark etti ve ‘Uyuyor musun? Kalk ve keçilerimi sal,’ dedi. Tekeyi öldürdüm. ‘Tekemi mi öldürüyorsun yoksa!’ diye bağırdı.
‘Hayır, ipler çok sıkı olmuş, bu yüzden onları salmam zor oluyor,’ diye cevap verdim. Keçilerden birini saldım, keçiyi eline aldı ve sevmeye başladı. Ona ‘İşte buradasın, beyaz keçim benim. Sen beni görebiliyorsun ama ben seni göremiyorum,’ dedi. Bir yandan tekenin derisini yüzüyor, diğer yandan da keçileri bir bir salıyordum; son keçiyi salmadan önce tekenin derisini yüzmeyi bitirmiştim. Sonra deriyi üstüme geçirip arka bacaklarının olduğu yere bacaklarımı, ön bacaklarının olduğu yere de kollarımı geçirdim, kafasını kafama aldım, boynuzlarını da başımın üstüne koydum, böylece aptal dev benim teke olduğumu sanacaktı. Mağaranın ağzına doğru gittim, dev ellerini üstüme koyup ‘İşte buradasın, benim tatlı tekem; sen beni görebiliyorsun ama ben seni göremiyorum,’ dedi. Dışarı çıktığımda doğayı tekrardan gördüm. Kralım, bir görmeliydiniz sevinçten resmen havalara uçuyordum. Dışarıdayken üzerimdeki