Norveç masalları. Frederick Herman Martens

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Norveç masalları - Frederick Herman Martens страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Norveç masalları - Frederick Herman Martens

Скачать книгу

en güzel kız dediklerini öğrenince, gönülsüz de olsa buna inanmak durumunda kaldı. Kızı bulmak için bunca çaba sarf eden Ocak Mike’a haksızlık etmek de istemiyordu. “Belki mücevherler takındığı ve iyi giysiler giydiği zaman güzelleşir,” diye düşündü Kral. Böylece kızı evine kabul etti. Bunun üzerine perukacılar7 ve terzi kadınlar getirilmesi emredildi. Kıza takılar takıldı ve tıpkı bir prenses gibi giydirildi, ancak tüm bu süsleyip püslemelerden sonra dahi hâlâ yanık tenli ve gösterişsizdi. Bundan bir süre sonra aşçı kız, su almak için havuza gittiğinde kovasında çok güzel gümüş bir balık gördü. Kovasını saraya taşıdı ve balığı Kral'a gösterdi. Kral balığın muhteşem bir güzelliğe sahip olduğunu düşündü, ancak aşçı kız bunun cadıların işi olduğunu ve balığı yakmaları gerektiğini söyledi. Bunun üzerine balık bir sonraki sabah yakıldı, küllerinin arasındaysa bir topak gümüş olduğu görüldü. Bunun üzerine aşçı kız yukarı çıkıp olayı Kral'a anlattı. Kral bunun çok garip olduğunu düşündü ancak Prenses bunun açıkça büyücülük olduğunu, gümüşü bir gübre yığınının altına gömmeleri gerektiğini söyledi. Kral bunu yapmak istemiyordu ama kız dediğini kabul ettirene kadar Kral'a huzur vermedi. Böylece Kral, kızın isteğini kabul etmek zorunda kaldı. Bir topak gümüşü gömmelerinin üzerinden bir gün geçmemişti ki ne görsünler! Gömdükleri yerde şahane bir ıhlamur ağacı bitmişti. Ağacın yaprakları gümüş rengi ve pırıl pırıldı. Olan biten Kral'a söylendiğinde Kral bunun olağanüstü olduğunu düşündü; ancak Prenses, ne eksik ne fazla, her şeyin büyücülükten ibaret olduğunu ifade ederek ıhlamur ağacının kesilmesi gerektiğini söyledi. Kral bunu yapmayı hiç istemiyordu ama Prenses, Kral'a o kadar çile çektirdi ki Kral buna da razı gelmek zorunda kaldı. Hizmetçiler ateş yakmak için ıhlamur ağacının odunlarını almaya dışarı çıktıklarında ne görsünler! Odunlar saf gümüştendi. “Ne Kral'a ne de Prenses'e hiçbir şey söylememeliyiz,” dedi içlerinden biri, “çünkü söylersek odunları öylece yakıp eritirler. Onun yerine odunları dolapta saklayalım. Olur da bir gün karşımıza biri çıkar da evlenmek istersek belki işimize yararlar.” Hepsi bu fikre sıcak baktı bakmasına ama odunları taşımaya başladıktan kısa bir süre sonra odunlar o kadar ağırlaştı ki taşıyamaz hale geldiler. Bunun sebebini anlamak için baktıklarında odunların önce bir çocuğa, çok geçmeden de akla hayale gelebilecek en güzel prensese dönüştüğünü gördüler. Hizmetçiler bu işte bir iş olduğunu düşündüler, Prenses'e giyecek bir şeyler verdikten sonra genç adamı bulmaya gittiler; sonuçta genç adam on iki krallıktaki en güzel prensesi bulmak için yollanmıştı. Böylelikle hikâyeyi genç adama anlattılar. Ocak Mike hikâyeyi duyup da geldiği zaman Prenses; aşçı kızın onu nasıl da havuza attığını, önce bir gümüş balığa sonraysa bir topak gümüşe dönüştüğünü, derken bir ıhlamur ağacı ve devamında odun parçaları haline geldiğini bir bir anlatıp kendisinin gerçek prenses olduğunu söyledi. Kral'a ulaşmak çok zordu, çünkü koyu tenli aşçı kız gece gündüz Kral'ın yanından ayrılmaz olmuştu. Bu nedenle Kral'a, komşu bir krallığın onlara savaş ilan ettiğini söyleyerek onu saraydan dışarı çıkardılar. Kral güzeller güzeli Prenses'i gördüğü zaman öyle bir âşık oldu ki onunla oracıkta evlenmek istedi. Koyu tenli, gösterişsiz aşçı kızın Prenses'e ne kadar gaddarca davrandığını öğrendiğinde de aşçı kızı aynı hızla cezalandırmak istedi. Sonrasında on iki krallıkta da duymayanın kalmadığı bir düğün düzenlendi.

*

      “Üç Limon” (Absjörness, Norske Folkeeventyr, Ny Sam-ling, Christiana, 1871, p. 22, No. 66) masalı, İskandinav bölgesine ait değil, başka ülkelerden bu kültüre giren bir masaldır. Ayrıca doğu ülkelerinde herkesçe bilinen bir masaldır. Gelgelelim Asbjörnsen bu masalı Christiana’daki bir kadının ağzından dinlemiştir, yani bu demek oluyor ki bu masal, kuzeyde kendine bir yer edinmiştir.

      Yeraltindaki Komsu

      Bir zamanlar Telemarken’de bir köylü yaşardı ve bu köylünün kocaman bir çiftliği vardı. Gelgelelim sürüsünden yana şansı yaver gitmiyordu, sonunda evini ve arazisini kaybetti. Neredeyse hiçbir şeyi kalmamıştı, ancak elinde kalan az buçuk parayla şehirden uzak ormanlık alanda, ıssız bir köşede, ufak bir arazi satın aldı. Bir gün çiftliğinin avlusunda yürürken bir adamla karşılaştı.

      “İyi günler komşu!” dedi adam.

      “İyi günler,” dedi köylü, “Burada yalnız olduğumu sanıyordum. Komşum musunuz?”

      “Şuranın ilerisinde çiftliğimi görebilirsiniz,” dedi adam. “Sizinkinden çok da uzakta değil.” Çiftçi daha önce böylesine güzel, böylesine verimli ve böylesine iyi durumda olan bir arazi daha görmemişti. Sonrasında bu komşusunun yeraltı ahalisinden biri olduğunu anladı, buna rağmen korku duymamıştı; komşusunu bir iki kadeh bir şeyler içmek için evine davet etti. Bu teklif komşusunu mutlu etmişe benziyordu.

      “Dinle beni, senden bir iyilik yapmanı isteyeceğim,” dedi komşusu.

      “Önce iyiliğin ne olduğunu bilmeliyim,” dedi köylü.

      “Ahırının yerini değiştirmelisin, bana engel oluyor,” cevabını verdi komşusu.

      “Hayır, bunu yapmayacağım,” dedi köylü. “Ahırı daha bu yaz yaptım ve kış geliyor. Onu kaldırırsam sürümü ne yapacağım?”

      “Peki, ne istersen öyle yap ancak ahırı kaldırmazsan sonuçlarına da katlanırsın,” dedi komşusu. Bunu söyledikten sonra da çekti gitti.

      Köylü bu durum karşısında şaşırıp kalmıştı, ne yapacağını bilemiyordu. Uzun kış geceleri yaklaşırken ahırını yerle bir etme fikri ona hiç cazip gelmiyordu, ayrıca başkalarına muhtaç olmak da istemiyordu.

      Bir gün ahırında dikilirken bir anda yeraltına çekiliverdi. Kendini aşağıda, yeraltında, tarif edilemez bir biçimde etkileyici bir yerde bulmuştu. Her şey ya gümüşten ya da altındandı. Çok geçmeden kendisini komşusu diye tanıtan adam geldi ve ona oturmasını söyledi. Bir süre sonra yemekler gümüş tabaklarda getirildi, bal likörü ise gümüş sürahilerde… Komşusu, köylüyü yemek için sofraya çağırdı. Köylü bu teklife karşı koyamayarak sofraya oturdu, ancak tam kaşığını tabağına daldıracakken yemeğine yukarıdan bir şey damladı. Böylelikle iştahını kaybetti. “Evet, evet,” dedi adam, “ahırını neden sevemediğimizi görebiliyorsun sanırım. Huzurla yemek yiyemiyoruz. Ne zaman sofraya otursak yukardan pislik ve saman dökülüyor, ne kadar aç olursak olalım iştahımızı kaybettiğimizden yiyemiyoruz. Ahırınızı başka yere kurma iyiliğini bana çok görmezseniz ne kadar yaşlanırsanız yaşlanın önünüzde meralar arkanızda ekinler olmasını sağlarım, ancak bu iyiliği yapmazsanız yokluk içerisinde yaşarsınız ömür boyu.”

      Köylü bunu duyar duymaz ahırını yerle bir etmek ve farklı bir yerde yeniden inşa etmek için işe koyuldu. Bir süre sonra yalnız çalışmadığını fark etti, çünkü gündüzleri ne kadar iş yapıyorsa geceleri o uyuyorken de bir o kadar iş yapılmış oluyordu. Anlaşılan komşusu da ona yardım ediyordu.

      Köylü verdiği karardan hiç pişman olmadı, çünkü her zaman için yeterli yemi ve mısırı oldu; böylelikle de sürüsündeki hayvanlar semirdi. Bir keresinde tam bir yıl süren kıtlık olmuştu; yeteri kadar yemi olmadığından sürüsünün yarısını ya satmayı ya da kesmeyi düşünüyordu. Fakat bir sabah sütçü kız ahıra gittiğinde bir de ne görsün! Köpek gitmişti.

Скачать книгу


<p>7</p>

Takma saç yapan kişilere verilen ad. Günümüzde bu kişiler daha çok sahne sanatlarında görev alır. (ç.n.)