Norveç masalları. Frederick Herman Martens
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Norveç masalları - Frederick Herman Martens страница 7
Kısa süre içerisinde Kral'ın öğütülecek tahılı kalmadı ve ülkede savaş patlak verdi. “İşte şimdi ona bir ömür boyu yetecek kadar iş vereceğim,” diye düşündü Kral, böylece Aspenclog’a düşmana karşı savaşmasını söyledi. Aspenclog bu görev için oldukça hazırlıklıydı, yanında götürmek için bir sürü erzak hazırlanmasını istedi. Sonrasında yola çıktı, düşmanı gördüğü zaman oturup yemek yemeye başladı. Düşman ona ateş üstüne ateş etti ancak mermileri bir türlü Aspenclog’a isabet etmedi. Karnı doyduğunda Aspenclog ayağa kalkıp devasa bir meşe ağacını yerinden sökerek eline alarak düşmana karşı hücuma geçti. Kısa süre içerisinde bütün düşmanları yere serdi, sonra da saraya ve Kral'a geri döndü.
“Yapmamı istediğiniz başka bir iş var mı?” diye sordu. “Hayır, senin yapabileceğin bir iş kalmadı,” dedi Kral. “Öyleyse sırtınıza üç kez vuracağım,” dedi Aspenclog. Kral, sırtına yastık koyup koyamayacağını sordu. “Tabii, istediğiniz kadar yastık koyabilirsiniz,” dedi Aspenclog. Sonra Kral'ın sırtına vurdu ve daha ilk vuruşunda Kral un ufak oluverdi.
“Aspenclog” (Kristoffer Janson, Folkeeventyr, uppskrivene i Sandcherad, Christiana, 1878, bölüm 8, s. 29) hepimizin hâlâ hikâyelerde rastladığı Murmur Goose-Egg’e benzer bir devdir. Bir inanışa göre kökeninin ilkel insanlara dayandığı düşünülür. İlk insanların ağaçların soyundan geldiği düşünülüyordu ve Voluspa 9 şiirinde dahi ilk insanların adının Aspen 10 ve Elm 11 (Ask ve Embla) olduğu söyleniyordu. İşte, Aspenclog da bu gizemli ağaç-insanların bir örneğidir.
Trol Dügünü
Çok uzun zaman önce bir yaz mevsiminde Melbustad halkı sürülerini otlatmak için tepeye tırmandı. Tepeye gelmelerinin üzerinden sadece kısa bir süre geçmişti, öküzler o kadar huzursuzca kıpırdanıyorlardı ki sürüyü bir arada tutmak neredeyse imkansız hale gelmeye başlamıştı. Henüz evlenmemiş birçok genç kız onları bir arada tutmak için çabaladı ancak hiçbiri başarılı olamadı; ta ki yeni nişanlanmış bir genç kız ortaya çıkana kadar. Genç kız ortaya çıktığında öküzlerin hepsi sakinleşti ve kolaylıkla idare edilebildiler. Bunun sonucunda genç kız, köpeğinden başka arkadaşlık edecek kimse olmadan tepede yalnız kaldı. Günlerden bir gün kulübesinde otururken sevgilisi geldi. Birlikte oturdular, sevgilisi bir an önce evlenmeleri gerektiğini söyledi ancak genç kız sessizce oturup dinlemekle yetindi; çünkü sevgilisinde bir gariplik sezmişti. Çok geçmeden birçok insan kulübeye gelmeye, masayı çatal bıçak takımlarıyla süslemeye, sofraya yemekler koymaya başladılar. Nedimeler gelinlik tacı, aksesuarlar ve güzel mi güzel bir gelinlik getirerek gelini giydirip tacı başına koydular. O günlerde gelenek öyle olduğundan parmağına da yüzükleri takıştırdılar.
Genç kıza sanki orada bulunan herkesi tanıyormuş gibi gelmişti; köyden kadınlar ve onun yaşındaki genç kızlar vardı, ancak köpek her şeyin ne kadar tuhaf olduğunun farkındaydı. Köpek adeta uçarcasına zıplayarak Melbustad Köyü’ne indi. Köy halkı onu takip edene kadar en içler acısı haliyle havlayıp uludu. Genç kızla evlenecek olan delikanlı yanına silahını alarak tepeyi tırmandı, kulübeye yaklaştığında sayısız atın kulübenin çevresinde eyerlenmiş ve dizginlenmiş olduğunu gördü. Kulübeye doğru sürünüp duvardaki bir delikten içeriye baktığında bir grup insanın oturduğunu gördü. Yeraltı ahalisinden troller oldukları o kadar barizdi ki hemen çatıya çıkıp silahıyla onlara ateş etti. Tam o anda kulübenin kapısı açıldı ve ardı ardına her biri bir öncekinden daha büyük gri iplik yumakları delikanlının bacaklarına isabet etmeye başladı. Sonrasında kulübeden içeri girdiğinde genç kızın gelinliğiyle oturduğunu gördü. Tek eksik parmağındaki yüzüğüydü, yüzüğü de takıldı mı her şey tastamam olacaktı.
“Tanrı aşkına, burada ne oldu böyle?” diye sordu delikanlı çevreye göz gezdirerek. Gümüş çatal bıçaklar hâlâ masada duruyordu, ancak leziz yemeklerin hepsi yosun ve mantar, kurbağa ve benzeri şeylere dönüşmüştü.
“Bu ne anlama geliyor?” diye sordu delikanlı. “Bütün muhteşemliğinle burada öylece oturuyorsun. Sanki bir gelin gibi…”
“Bunu bana nasıl sorarsın?” diye yanıtladı genç kız, “Sabahtan beri karşımda oturmuş düğünümüz hakkında konuşup duran senken, bunu bana nasıl sorarsın?”
“Hayır, buraya az önce geldim,” dedi delikanlı. “Benim görüntümü taklit eden bir başkası olmalı!”
Bunun üzerine genç kız yavaş yavaş kendine geldi, ancak düşüncelerini toparlayabilmesi uzun zaman almıştı ve nasıl da sevgilisinin, arkadaşlarının ve akrabalarının gerçekten orada oldukları sanısına kapıldığını anlattı. Delikanlı, kızı doğruca köye götürdü, böylece ileride bu gibi şeytanice şeylerden korkmaları gerekmeyecekti. Yeraltı ahalisinin getirdiği gelinlik hâlâ daha genç kızın üzerindeyken düğünlerini yaptılar. Taç ve aksesuarları da Melbustad’a astılar ve rivayete göre bunlar köyde hâlâ asılıdır.
“Trol Düğünü” hikâyesinde genç kız, uğursuz bir hilebazlık ve aldatmacayla karşı karşıya kalmıştır (Asbjörnsen, Huldreeventyr, I, s. 50, Hadeland’dan bilge ve şifacı bir kadın olan Signekjarring tarafından anlatılmıştır). Bu hikâyenin karakteristik özelliği, troller tarafından yapılan büyünün veya sihrin, bunu yaptıkları yerin üzerinde silah ateşlemekle ortadan kalkacağı inancıdır. Böylelikle her şey, gerçekte nasılsa o formu geri alır. Ayrıca trollerin rahatsız edildiklerinde ip yumaklarına dönüşmeyi sevdikleri ve yuvarlanarak hızlıca ortadan kaybolmaları inanışı da gerçekten ilginçtir.
Huldres Sapkasi
Günlerden bir gün bir çiftlikte büyük bir düğün düzenlenmiş, bir çiftçi de bu düğün ziyafetine katılmak için evinden yola çıkmıştı. Tarlanın birini geçmeye karar vermişti ki bir süt süzgeci buldu. Bu, ineklerin kuyruğundan yapılan süzgeçlerden biriydi ve eski, kahverengi bir paçavraya benziyordu. Temizleyebileceğini düşünerek süzgeci eline aldı. Süzgeci yıkadıktan sonra karısına verebilir, o da bunu bir bulaşık bezi olarak kullanabilirdi. Düğünün yapıldığı eve geldiği zaman fark etti ki kimse onu göremiyordu. Gelin ve damat diğer misafirlere başlarını sallayarak selam veriyor, onlarla sohbet ediyorlar ve onlara içecek ikram ediyorlardı, ancak çiftçi ne bir selam almıştı ne de bir içecek. Sonra baş aşçı gelerek misafirlere sofraya oturmalarını söyledi ama çiftçiye ne bir şey söylendi ne de çiftçi bir şey yedi. Kimse ondan oturmasını istemediyse o da oturmayacaktı. En sonunda sinirlenerek kendi kendine, “Ben iyisi mi eve gideyim. Burada tek bir kişi bile beni umursamıyor,” diye düşündü. Eve vardığında, “İyi akşamlar, eve döndüm ben,” dedi.
“Tanrı aşkına, geri mi döndün?” diye sordu karısı.
“Oradaki kimse beni umursamadı, hatta lütfedip de bana bakmadılar bile. İnsanlar beni umursamayınca ben de orada bulunmamın anlamsız olduğunu düşündüm,” dedi adam.
“Ama neredesin ki? Sesini duyuyorum
9
Şairi bilinmeyen eski Norveç şiirlerinin modern bir derlemesi olan “Poetik Edda” kitabının ilk şiiri olan Voluspa’da, yaratılış hikâyesi ve dünyanın sonu anlatılır. (ç.n.)
10
İng. Aspen. Türkçede titrek kavak ağacı anlamına gelir. (ç.n.)
11
İng. Elm. Türkçede karaağaç anlamına gelir. (ç.n.)