Tarihimizdeki garip olaylar. Sabri Kaliç
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Tarihimizdeki garip olaylar - Sabri Kaliç страница 9
CELLÂTLAR VE ECEL ŞERBETİ
Osmanlı döneminde cellâtlar genellikle Hırvat dönmeleri veya Çingenelerden seçilirdi ve 15. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmışlardı. 16. yüzyılda padişahın özel koruması olan dilsizler, aynı zamanda cellât görevi de görürlerdi. Dilsizler padişahın en küçük bir işaretinin dahi ne anlama geldiğini çok iyi bilirlerdi. Sağır ve dilsizlere bu vazifenin verilmesi mahkûmun son çığlıklarını duyup etkilenmemeleri ya da kurbanın yalvarmasıyla merhamete gelmemeleri içindi.
16. yy da bostancı ocağına bağlı bir de cellât ocağı kuruldu. İlk kurulduğu zamanlar cellât ocağında beş cellât varken, zamanla cellâtların sayısı artarak yetmişe ulaştı. Cellâtların lideri olan Cellâtbaşı, bostancıların lideri Bostancıbaşı’na bağlıydı. Sıradan mahkûmların cezalarını diğer cellâtlar infaz ederken, devlet adamlarının ve önemli kişilerin infazını Cellâtbaşı gerçekleştirirdi. Vezirlerin, kazaskerlerin, beylerbeyilerin vs. üst düzey devlet adamlarının idamlarında Bostancıbaşı da bulunur, idam fermanını okuyarak, mahkûmu teselli eden sözler söylerdi. Sonra da Cellâtbaşı infazı gerçekleştirirdi. Saraydan çıkan infaz emri eğer idam sarayda olacaksa Bostancıbaşı’ya, saray veya İstanbul dışında olacaksa Kapıcıbaşı’ya verilirdi.
“Bostancıbaşı! Götürün şu mendeburu Balıkhane Kasrı’na.”
Padişahın söylediği bu cümle, Arz Odası’nın duvarlarında yankılanınca, karşısındaki kişi buz kesilir, ölümün soğuk nefesini ensesinde hissederdi. Bostancıbaşı cellâtların başıydı. Balıkhane Kasrı ise idamlık siyasi mahkûmların idam edilmeden önce üç gün bekletildikleri zindandı. Bu mekân Gülhane Parkı’nın sahile yakın kısmında bulunan kızıl renkli, büyükçe bir kasırdı. İdamlık mahkûmlar önce bostancıların kollarında bu kasra gönderilirler, haklarında verilen karar Divan-ı Hümayun’da tekrar görüşülüp suçu sabit olduğu ve ölümü hak ettiği anlaşılırsa, mahkûm üçüncü gün idam edilirdi. Böylelikle Osmanlı sultanları anlık bir öfke ve yanlış bir kararla bir masumun kanına girmemiş oluyorlardı.
Üç gün boyunca bu zindanın soğuk odalarında akıbetini bekleyen mahkûmun, affedilmesi için dua etmekten başka elinden bir şey gelmezdi. Üçüncü gün sonunda zindanın demir kapısı açılır ve elinde tepsiyle, insan azmanı Bostancıbaşı görünürdü. Tepsideki bir kadeh şerbeti mahkûma sunmak için gelen bostancı, saygıda kusur etmezdi. Sessizce içeri girer, saygıyla şerbeti sunardı. Bu şerbete “ecel şerbeti” denirdi. Genellikle pek konuşma olmazdı aralarında. Çünkü mahkûm Bostancıbaşı’nın getirdiği kadehin renginden akıbetini anlardı. Eğer şerbet beyaz kadehle gelmişse affedildiğine, kırmızı kadehle gelmişse idam edileceğine işaretti. Kadeh beyazsa mahkûmun yüzüne kan gelir, rahat bir nefes alarak şerbetini içer ve yine bostancıların nezaretinde kendisi için sahilde, yalı köşkünün önündeki bostancı kayıkhanesinde hazırlanmış çektiriye binerek, sürgün edildiği mekâna doğru yol alırdı. Çünkü idamdan affedilmenin karşılığı sürgündü. Beyaz kadehin anlamı buydu. Kızıl kadehe gelince… Ölüm demek olan kızıl renkli kadehi görür görmez mahkûmun yüzündeki kan çekilir, beti benzi atar, suratı bembeyaz kesilirdi korkudan. Zira az sonra içeceği buz gibi kızılcık şerbeti onun ecel şerbeti olurdu…
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.