Akıl ve Tutku. Джейн Остин
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Akıl ve Tutku - Джейн Остин страница 8
“Yirmi yedi yaşındaki bir kadın.” dedi Marianne ve biraz duraksadı, “Aşkı bulabilmek için daha fazla umut beslememeli, evinde huzurlu değilse veya geliri çok azsa bence bakıcılık gibi bir iş yapmaya razı edebilir kendini; böylece evlendiği zaman elde edeceği gelir ve güvene erişebilir. Albay Brandon’ın böyle bir kadınla evlenmesinin aykırı kaçan bir tarafı olmaz. Çok işe yarar, herkes de bu durumdan memnun kalır. Bence öyle bir evlilik de evlilik sayılmaz. Sadece her iki tarafın da yararına, ticari bir anlaşma olur.”
“Seni yirmi yedi yaşındaki bir kadının elbette otuz beş yaşındaki bir adama karşı aşka yakın duygular besleyebileceğine, onu kendine hoş bir hayat arkadaşı olarak görebileceğine ikna etmek mümkün değil, farkındayım.” dedi Elinor, “Sırf dün -hem hava çok soğuk ve rutubetliydi- omzundaki romatizmadan biraz şikâyet etti diye onu ve onunla evlenecek kadını hastalığa hapsolmuş gibi görmemelisin.”
“Flanel içliklerden bahsediyordu. Bir flanel içlik benim aklıma, ağrıları, krampları, romatizmaları ve ihtiyarlarla güçsüzlere tebelleş olan diğer hastalıkları getiriyor.”
“Sadece şiddetli ateşten muzdarip olsa, bunun yarısı kadar hor görmezdin onu, itiraf et Marianne. Ateşten al al olmuş yanakları, çukur gözleri ve hızlı hızlı atan nabzıyla ilgini çekebilirdi, değil mi?”
Bundan sonra Elinor odadan çıkınca Marianne annesine dönerek, “Hastalık konusunda senden saklayamayacağım bir endişem var anne. Edward Ferrars’ın iyi olmadığına eminim. Neredeyse on beş gündür buradayız ve hâlâ gelmedi. Hasta falan olmasa bu kadar gecikmezdi. Onu Norland’da tutabilecek bir şey düşünemiyorum.” dedi.
“Bu kadar çabuk geleceğini ummuş muydun? Ben hiç ummamıştım. Hatta bu konuyla ilgili tek endişem, onu davet ettiğimde biraz isteksiz görünüyor olmasıydı. Elinor onu bekliyor muydu?”
“Bahsi geçmedi ama elbette bekliyordur.”
“Bence yanılıyorsun. Dün boş yatak odasının şöminesi için yeni ızgara almaktan bahsettiğimde nasılsa bir süre daha boş kalacağını ve acele etmeye hiç gerek olmadığını söyledi.”
“Çok tuhaf! Bu da ne demek oluyor? Birbirlerine karşı tavırları da anlamsız. Veda ederken çok soğuk ve mesafelilerdi. Son akşamlarında da oldukça cansız muhabbet ettiler. Edward’ın öyle bir veda edişi vardı ki sanki Elinor’la benim aramda hiçbir fark yoktu onun için; ikimizin de iyiliksever bir ağabeyi gibi iyi dileklerini sundu. Son sabahlarında iki kere onları yalnız bıraktım, ikisinde de Edward benim ardımdan dışarı çıktı anlaşılmaz bir şekilde. Elinor da Edward ve Norland’dan ayrılırken benim kadar ağlamadı. Şimdi bile ne kadar sakin. Hiç hüzünlü veya kederli gördün mü onu? Hiç insanlardan kaçtı mı veya hiç insanların içinde rahatsız, keyifsiz göründü mü?”
9
Dashwood’lar, Barton’a artık kendilerince bir rahat içinde yerleşmişlerdi. Etraflarındaki her şeyle, ev ve bahçe artık onlara tanıdık geliyordu. Norland’a yarı cazibesini veren günlük uğraşlara, babalarının vefatından sonra Norland’da olabildiğinden daha fazla tat alarak kendilerini verdiler. İlk on beş gün boyunca her gün onları yoklayan ve evinde bu kadar fazla meşgale görmeye alışık olmayan Sör John, Dashwood’ların her daim bir şeylerle meşgul olmalarına hayran kalıyordu.
Barton Park’tan gelenler dışında pek misafirleri olmuyordu çünkü Sör John’un birçok kez çevredekilerle kaynaşmalarını tembihlemesine ve arabasının kendileri için hazır olduğunu her daim temin etmesine rağmen, Bayan Dashwood’un özgür ruhu, çocuklarının cemiyet hayatına katılmasına dair duyduğu ihtiyaca baskın çıkıyordu; yürüme mesafesinde olanların dışındaki her aile ziyaretini kararlılıkla reddediyordu. Böyle sınıflanabilecek sadece birkaç aile bulunuyordu ve hepsi de ulaşılabilecek durumda değildi… Kızlar, evin iki kilometre ilerisinde, daha önce tarif edildiği gibi Barton Vadisi’nden çıkan, dar ve rüzgârlı Allenham Vadisi boyunca, ilk yürüyüşlerinden birinde, onlara birazcık olsun Norland’ı hatırlatarak ilgilerini çeken ve içlerinde onu yakından tanıma arzusu uyandıran eski, asil görünümlü bir konak keşfetmişlerdi. Fakat sorup soruşturunca çok iyi yürekli yaşlı bir bayan olan sahibinin maalesef dünyadan elini eteğini çekecek derecede hasta olduğunu ve evin dışına adım atmadığını öğrenmişlerdi.
Tüm bölge güzel yürüyüş yollarıyla doluydu. Kır evinin tüm pencerelerinden onları doruklarındaki temiz havanın keyfini çıkarmaya davet eden tepeler, aşağılarındaki vadilerin çamuru daha göze çarpan güzellikleri menettiği zaman hoş bir seçenek sunuyordu. Marianne ve Margaret, güzel bir sabah, sağanak yağışlı bir gökyüzü altında, parçalı güneş ışığının çekimine kapılıp, iki gündür durmadan yağan yağmurun neden olduğu hapisliğe daha fazla dayanamayarak bu tepelerden birine doğru yöneldiler. Hava Marianne’in bütün gün güzel olacağını, can sıkıcı tüm bulutların tepeden çekildiğini belirtmesine karşın, diğer ikisini havayı, kalemlerini ve kitaplarını bıraktıracak kadar cezbedici bulmaması üzerine iki kız birlikte yola çıktılar.
Neşeyle yamaçları indiler, masmavi gökyüzünü her gördüklerinde, aldıkları yoldan memnun kaldılar; güneybatıdan gelen sert rüzgarın can veren esintilerini yüzlerinde hissettikleri zaman, anneleri ve Elinor’u bu güzel hislerden mahrum eden korkularına üzüldüler.
“Dünyada bundan daha büyük bir mutluluk var mı?” dedi Marianne. “Margaret, en az iki saat daha yürüyelim.”
Margaret onayladı; rüzgâra karşı yürümeye devam ettiler, yirmi dakikadan fazla rüzgâra karşı koyarak neşe içinde yürüyüşlerini sürdürdüler. Sonra birdenbire bulutlar tepelerinde toplandı ve üstlerine bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Hüsrana uğramış ve şaşkın bir hâlde istemeye istemeye geri dönmek zorunda kaldılar; sığınabilecekleri en yakın yer evleriydi. Neyse ki onları avutan bir şey vardı ki -o an buna mecbur kaldıkları için her zamankinden daha makul görünüyordu- o da tepenin tam da bahçelerinin kapısına inen dik yamacından aşağı bütün güçleriyle koşmaktı.
Yola koyuldular. Başta Marianne öndeydi ama ayağı takılınca kendini birdenbire yerde buldu; ona yardım etmek için kendini durduramayan Margaret gayriihtiyari koşmaya devam etti, kazasız belasız düzlüğe ulaştı.
Etrafında iki av köpeğinin numaralar yaptığı tüfekli bir adam, yamaçtan yukarı çıkıyordu ve Marianne’in düştüğü sırada onun birkaç adım uzağındaydı. Tüfeğini yere bıraktı ve Marianne’e yardım etmek için seğirtti. Marianne yerden kalkmıştı fakat düşerken ayağını burktuğu için zar zor ayakta durabiliyordu. Adam yardım teklif etti, kızın utandığı için durumun gerektirdiği şeyi reddettiğini anladı ve hemencecik onu kollarına alıp yokuş boyunca taşıdı. Sonra daha henüz eve gelen Margaret’ın açık bıraktığı bahçe kapısından geçip onu doğruca eve götürdü ve oturma odasındaki bir koltuğa yerleştirene kadar da onu bırakmadı.
Elinor ve annesi onlar içeri girince şaşırarak ayağa kalktılar; gözleri, açıkça belli olan bir hayret ve adamın görünümünden dolayı gizli bir hayranlık ile onlara dikilmişken beyefendi bu