Anne Frank'ın Hatıra Defteri. Анна Франк
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Anne Frank'ın Hatıra Defteri - Анна Франк страница 10
Eğer sofradaki bir sebzeden hoşlanmamışsam ve onun yerine patates yemek istemişsem, van Daanlar -özellikle de Bayan van Daanbana şımarık damgasını yapıştırıyor. Sonra da: “Biraz daha sebze almaz mısın, Anne?” diyor.
Ben de karşılık veriyorum: “Hayır, teşekkürler. Patates bana yeter de artar bile.”
“Sebze senin sağlığın için çok iyi. Annen hep öyle söyler. Biraz daha al.” diye ısrar ediyor. Ta ki babam, benim sebzeyi sevmediğimi söyleyene kadar…
Bunun üzerine Bayan van Daan’ın şalterleri atıyor: “Siz var ya bizim evde olacaktınız! Çocuk nasıl terbiye edilir görürdünüz o zaman. Buna çocuk yetiştirmek mi diyorsunuz siz? Bu kıza fazla yüz vermişsiniz. Ben olsam asla böyle bir şey yapmam. Yani Anne benim kızım olmuş olsa…”
Bu tartışmaların vazgeçilmez cümlesi, “Anne benim kızım olmuş olsa…” diye başlayıp bitiyor. Aman Allah korusun, iyi ki değilim.
Şu çocuk yetiştirme konusuna dönecek olursak, dün Bayan van Daan konuşmasını bitirdikten sonra büyük bir sessizlik oldu. Ardından babam şöyle söyledi: “Bence Anne gayet iyi yetiştirilmiş bir kız. En azından sizin bitmek bilmeyen vaazlarınıza karşılık vermemeyi öğrendi. Şu sebze olayının da yanıtını vereyim: Dinime küfreden Müslüman olsa!”
Bayan van Daan’ın verecek bir cevabı yoktu. Babamın neyi kastettiğini gayet iyi biliyordu. Kendisi akşamları fasulye ve lahana gibi şeyleri yiyemiyor çünkü onda gaz yapıyor. Ben de aynı şeyi ona söyleyebilirim. Çok budala biri değil mi? Umarım, benimle ilgili daha fazla konuşmaz.
Bayan van Daan’ın yüzünün kızardığını görmek çok komik. Bu durum onu içten içe bayağı bozdu gibi.
28 Eylül 1942, Pazartesi
Sevgili Kitty,
Dünkü mektubum bitmek üzereyken yazmayı bırakmak durumunda kaldım. Başka bir tartışmayı anlatmam lazım sana ama önce şunu söylemek istiyorum: Yetişkinlerin böyle basit ve saçma nedenlerden dolayı kavga etmeleri çok garip. Bugüne kadar hep yapılan kavgaların çocuklara özgü olduğunu ve büyüdükçe azalıp ortadan kalkacağına inanırdım. Bazen bu tartışmaların haklı nedenleri olabilir ama burada yaptığımız sözlü kavgalar boş, bir laf dalaşından başka bir şey değil. Bunlar hayatımızın bir parçası hâline geldiği için bu gerçeğe alışmam lazım ama tartışmaya dâhil olduğum sürece bunu yapmam çok zor. (Tartışmayı kavga etmekle eş değer tutuyorlar burada. Almanlar bu ikisi arasındaki farkı hiç bilmiyorlar.) Benim hakkımda her şey eleştiriliyor: davranışlarım, kişiliğim, tavırlarım… Baştan sona her şeyim gözlerine batıyor. Bana söylenen hakaretlere ve bağrışlara seyirci kalamam. Onların dediğine göre, tüm bunları alttan almam ve sessiz kalmam gerekiyormuş. Yok ya! Onlara Anne Frank’ın daha dünkü çocuk olmadığını göstereceğim. Beni düzeltmek yerine önce kendilerine bakmaları gerektiğini onlara söylediğimde kendilerine çekidüzen verecekler. Onlar kim oluyor da bana böyle davranabiliyor! Bu apaçık bir medeniyetsizlik. Şimdiye kadar yapılan tüm terbiyesizlik ve aptallıklar (Bayan van Daan’ı kastediyorum.) burama kadar geldi. Dediğimi yapar yapmaz onların laflarını ağızlarına tıkacağım ve onlar da alttan almayı öğrenecek. Ben gerçekten de van Daan’ın dediği gibi kötü huylu, dikkafalı, inatçı, aceleci, ahmak, tembel falan mıyım? Biliyorum ki çok fazla hatam ve ani çıkışlarım olmuştur ama onlar pireyi deve yapıyor. Ah! Nasıl kışkırtıldığımı bir görsen, Kitty. İçimde bir yerlerde açığa çıkmayı bekleyen, bastırılmış bir öfke var.
Neyse, bu konuyu çok uzatmayalım. Seni bu tartışmalarla sıkmak istemem ama akşam yemeğindeki bir tartışmayı anlatmazsam içim rahat etmez.
Nasıl oldu bilmiyorum ama konu bir şekilde Pim’in ne kadar çekingen olduğuna geldi. Onun alçak gönüllülüğü herkesçe bilinen bir gerçek ki en aptal insan bile bundan şüphe duymaz. Bayan van Daan durduk yere -konuyu kendine getirmekte üstüne yoktur- şöyle söyledi: “Ben de çok alçak gönüllü ve çekingenimdir. Eşimden daha fazla hatta.”
Hayatında böyle komik bir şey duydun mu? Onun ne kadar alçak gönüllü olduğu kurduğu cümleden belli!
Kendini açıklama yapma durumunda hisseden Bay van Daan:
“Demek eşimden bile.” dedi sessizce ve sonra ekledi: “Benim alçak gönüllü ya da çekingen olma gibi bir iddiam yok. Görüyorum ki pişkin olan insanlar daha çok kıymete biniyor. Sakın sen alçak gönüllü ve çekingen olma Anne, yoksa ilerleyemezsin.”
Annem, bu sözleri tamamen onayladı. Fakat Bayan van Daan karşılık vermeden durur mu? Bu kez doğrudan bana değil, anneme ve babama yönelerek şöyle söyledi: “Anne ile ilgili böyle şeyler söyleyebilmeniz için enteresan bir bakış açınız olsa gerek. Benim zamanımda böyle miydi? O zamandan bu zamana çok şey değişti ama sizin modern eviniz yerinde sayıyor!”
Bu son söylediği, annemin çocuk yetiştirme şekline yaptığı bir göndermeydi. Bayan van Daan öyle üzgündü ki suratı al al olmuştu. Kolay kızaran insan, sıcak bastı mı iyice terler ve bu insan rakibi karşısında oyunu kaybetmeye mahkûmdur.
Annemde bir terleme belirtisi yoktu. Konuyu bir an önce kapatmak istiyordu. Bir süre durakladı ve ardından şöyle dedi: “Pekâlâ, Bayan van Daan. Ben de fazla mütevazı olmanın çok iyi bir şey olmadığını düşünenlerdenim. Eşim, Margot ve Peter fazlasıyla mütevazı. Sizin eşiniz, Anne ve ben de bir miktar mütevazıyız ama elimizi kolumuzu bağlayıp bir köşede durmuyoruz.”
Bayan van Daan söze atıldı: “Fakat Bayan Frank, sizi anlayamıyorum! Dürüst olmak gerekirse ben gerçekten aşırı alçak gönüllü ve çekingenim. Benim için tersini söyleyemezsiniz.”
Annem şöyle yanıt verdi: “Ben sizin alçak gönüllü olmadığınızla ilgili bir şey söylemedim. Demek istediğim, kimse öyle olduğunu ısrar ederek söylemez.”
Bayan van Daan şöyle devam etti: “Neden alçak gönüllü olmadığımı öğrenmek isterim. Eğer burada kendi kendime yetinmesem, kimse bana bakmazdı. Ben de açlıktan ölürdüm ki bu, tıpkı eşiniz kadar mütevazı ve çekingen olduğum anlamına geliyor.”
Annem, Bayan van Daan’ın bu saçma savunmasına güldü geçti. Bunun üzerine Bayan van Daan, sözlerine o harika Almanca ve Hollandaca dil bilgisini karıştırarak devam etti. Masadan kalkana kadar konuşmasını sürdürdü. Sonra sandalyeden kalktı ve gözlerini bana dikerek odadan çıktı. Onu görmen lazımdı! Onun şansına, bana baktığı sırada ben de alay