Otlakçı. Мемдух Шевкет Эсендал
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Otlakçı - Мемдух Шевкет Эсендал страница 7
“Yok canım.” dedi. “Siz keyfinize bakın.”
Onlar sanki utanıyorlarmış gibiydi. Hizmetçiler bağ evinden ince uzun, tahta bir masa çıkardılar. Üstü rakılarla, mezelerle donanmıştı. Anlaşıldı ki buraya bir rakı sohbeti yapmak için gelmişler.
İçmeye başladılar. Yalnız çardağın bir kıyısında sessiz oturan iri yarı, hoca kıyafetli bir delikanlı kalkıp içmedi. Ötekiler, kolu ile dürtüp masayı göstererek bir başkası uzaktan “Hafız!” diye çağırıp sonra kaş gözle “iç” diye işaret ederek bizim gibi yabancıların yanında içmek istemeyen bu adamı zorluyorlardı. Biraz sonra, Hafız da dayanamadı; kadehin birini alıp bize saygı ettiğini gösterir gibi, başını yana çevirip dikti. Baktık ki o da rakının heveslisi değil, ustası imiş. Rakıyı içtikten sonra o utangaç duruşu ile gene diz çöküp oturdu. Birkaç kadeh içildikten sonra bu sefer Kahvecinin Emin arkadaşımın kulağına bir fısıltı daha geçti. Bu sefer de bizim arkadaş:
“Canım.” dedi. “Bunda düşünülecek ne var? Söyleyin gelsinler.”
Hizmet edenlere işaret ettiler. Biri bağ evine gitti ve biraz sonra iki genç çocukla beraber geldi. Bunlar çalgıcılarmış. Biri keman, öteki de ut çalıyor.
Bu adamlar ne kadar sarhoş olsalar teklifsiz olmuyorlar. Bağırarak konuşmuyorlar. İçlerinden en açık konuşanı Hacı Ali’ydi.
Çalgıcılar benim bilmediğim, hiç de işitmediğim türküler çalıyorlar. Bir aralık utçu, kısık, biraz da yanık bir sesle hüzünlü şeyler okumaya başladı. Ben, sanki senelerden beri kaybedip de bulamadığım bir şeyi bulmuş gibi bu adamın okuduklarını dinlemeye başladım. Zaten, şen şakrak olmayan meclis, bu okunan havalarla büsbütün somurtuk bir renk aldı. Ortalığa yırtıcı bir ahmaklık çöküyor gibi idi.
Gün devrildi. Bağa bir serinlik çöktü. İçimde sebepsiz bir küskünlük duyuyordum. Bir aralık karşımda cıgarasını içen Emin Efendi’nin soluk çehresi, kemiklerinin üstüne yapışmış pörsük derisi, mintanının yakasından çıkan uzun boynu, yutkundukça aşağı yukarı oynayan gırtlağı bana onun ölü çehresini düşündürdü. Onu, tabutunun içinde gördüm. Burun kanatları yapışmış, ağzı yarı açık kalmıştı. Arkadaşın kulağına:
“Biz artık gitsek…” dedim.
O da saatini çıkardı. Arabacının bizi beklediği de aklımıza geldi. Bu efendilerden izin istedik. İlk önce biraz ısrar ettiler, daha geleceklerimiz var birlikte eğleniriz, mehtapta birlikte döneriz, demek istediler. Biz kalmak istemedik. Arabayı bulup getirmek için bir adam yolladılar. Bu sırada dışarıdan birisi geliyordu. Hacı Ali onu görünce uzaktan sordu:
“Getirdin mi?”
Öteki:
“Getirdim.” dedi.
Hafız, yerinden kalkıp Hacı’nın kulağına bir şeyler söyledi. Sonra köşede oturan kara çember sakallı adam da yanlarına geldi. Üçü de bir yerde konuştular. Sonra yerlerine oturdular. Hacı Ali, yeniden bizim arkadaşın kulağına fısıldadı.
“Ne oluyor?” diye sordum.
“İki kadın getirmişler.” dedi. “Oynatacaklarmış.”
Bunların birine “Karamanlı Zarife” diyorlar. Ufak tefek, çok sevimli bir kadın. Ötekinin adını bilmiyorum. Onu, “Çalmalı” diye çağırıyorlar. Daha genç, daha iri bir kız. Zarife, meclise gelince teklifsizce selam verdi. Hacı Ali’ye bizim kim olduğumuzu sordu. Sonra Hacı Ali’nin bir sözüne cevap vererek:
“Adam.” dedi. “Gidinin elinden kurtulamadım. Sabahtan beri kapının önünü bekler!” Sonra, çalgıcıya gülerek:
“Savdın mı?” diye sordu.
Çalmalı, köşede oturan adamların yanına gitti. Bu kadınların, ikisinin de arkalarında basma entariler vardı. İkisinin de yüzleri boyalı, ikisinin de başlarında kat kat yazma yemeniler. Boyunlarında birkaç altın. Zarife’nin göğsünde yürek şeklinde ufak bir gerdanlık. Bir aralık Zarife, Hacı Ali ile konuşmayı bırakarak çalgıcıya:
“Çal, oğlan!” dedi.
Çalmalı’ya da:
“Kız, kalk oyna!” dedi ise de öteki aldırmadı. Masayı biraz kenara çektiler, oyun için yer açtılar. Kahvecinin Emin, kadehini doldurarak Zarife’ye verdi, o da aldı, içti.
Sonra Zarife, elindeki cıgarayı fırlatıp atarak kendi oynamaya kalktı. Çalmalı’ya da;
“Donuz kahpe!” dedi. “Bilmiyon mu, hastayım işte; kalkıp oynasana!”
Doğrusunu söylemelidir ki Zarife güzel oynuyor. Hacı Ali iki tarafa sallanıyor, Emin el çırpıyordu. Sonra öteki kızı oyuna kaldırdılar. Böyle ne kadar geçti bilmiyorum, ortalık kararmıştı.
“Bizim araba?” diye sordum. Hacı Ali kendi adamlarından birine sordu. Arabayı aramışlar, bulamamışlar. “Biz ne ile gideriz?” dedim. “Bizim arabalar gelir, onunla gidersiniz.” dediler. Arabalar kim bilir ne vakit gelir, biz de kim bilir ne vakit gideriz!
Arkadaşa söyledim:
“Evet, fena.” dedi.
“Vakit erkenken biz gitsek…” dedim.
“Nasıl, yayan mı?” diye sordu. “Acele etme, elbet bir şey buluruz.”
Ben buraların yabancısı olduğum için sustum. Ortaya büyük lambalı bir fener getirdiler. Bahçenin karanlığında hiçbir şey görünmez oldu. Bağın uzak bir köşesinde, yemek pişirdikleri yerde, ateş yanıyor. Dolaşan birkaç adamın gölgesi görünüyor. Bir aralık baktım, Çalmalı oynuyor. Onun karşısında başı açık bir erkek de oynuyor. Bir başkası da el çırpıyor. Kadınlara para veriyorlardı, biz de vermek istedik. Hacı Ali hoşlanmadı. Hepsi sarhoş oldular, yalnız Hafız kendini bozmuyor, olduğu yerde oturuyordu.
Bağın karanlık köşesinden bir adam bağırdı:
“Hüseyin, kacakları getir, kacakları!”
Kendi kendime “kacak” nedir diye düşünüyordum. Bir aralık Zarife, ayağa kalkarak bağın küçük kapısına doğru baktı. Orada birtakım sesler vardı. Bir kavga oluyor sandım. Karanlıkta birkaç kişinin o yana koştuklarını duyduk. Hafız da yerinden fırlayıp oraya gitti. Biz, arkadaşım, çalgıcılar, kadınlar yalnız kaldık. Zarife, ortadaki lambayı söndürdü. Kapının önündeki sesler, sövüşmeler boğuklaştı. Sanki dövüşenler uzaklaştılar. Biz de kapıya yakın sokulduk. O aralık bir sessizlik oldu. Birkaç kişi, yanımızdan geçip çardağa gidiyorlardı. Biri:
“Hafız vurdu.” dedi. Bir başkası da bir küfür savurdu. Sonra tanımadığım bir ses:
“Mehmet, su getir, su!” diye bağırdı.
Biz, savuşmaya karar verdik. Kapı açık duruyor. Yol aydınlık görünüyor. Yavaşça kapıdan çıktık.