Doksan Üç. Виктор Мари Гюго

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Doksan Üç - Виктор Мари Гюго страница 21

Жанр:
Серия:
Издательство:
Doksan Üç - Виктор Мари Гюго

Скачать книгу

tabur kadar adam var.”

      “Cumhuriyetçiler mi?”

      “Parisliler.”

      “Peki.” dedi Marki, “Hadi devam edelim.”

      Ve çiftlik tarafına doğru bir adım attı. Adam onu kollarından tuttu.

      “Oraya gitmeyin!”

      “Nereye gideyim istiyorsunuz?”

      “Benimle gelin.”

      Marki dilenciye baktı.

      “Beni dinleyin, Marki. Benim evim size layık değil ama en azından güvenlidir. Mahzenden daha alçak bir kulübe; zemini yosundan, sütunu çimenden, çatısı da dallardandır. Gelin. Çiftliğe giderseniz sizi vururlar. Yorgun olmalısınız, evimde uyuyabilirsiniz. Yarın Maviler tekrar yola koyulurlar ve siz de istediğiniz yere gidersiniz.”

      Marki adamı sorgulamaya başladı.

      “Siz hangi taraftansınız? Kralcı mı yoksa cumhuriyetçi mi?”

      “Ben bir dilenciyim.”

      “Yani kralcı ya da cumhuriyetçi değilsiniz?”

      “Taraf tutmuyorum.”

      “Kral’ın yanında mısınız, karşısında mı?”

      “Bu gibi şeyler için düşünecek vaktim olmadı.”

      “Olan bitenler hakkında ne düşünüyorsunuz?”

      “Ben sadece hayatta kalmaya çalışıyorum.”

      “Yine de benim yardımıma koşuyorsunuz.”

      “Kanun kaçağı ilan edildiğinizi öğrendim. Bu kanun denen şey her ne ise, demek birileri ondan kaçabiliyor. Pek anlamıyorum. Kanundan kaçıyor muyum, kaçmıyor muyum onu bile bilmiyorum. Hiçbir fikrim yok. Açlıktan ölmek kanun kaçağı olmak demek midir?”

      “Ne kadar zamandır bu durumdasınız?”

      “Tüm hayatım boyunca.”

      “Ve beni kurtarmaya çalışıyorsunuz?”

      “Evet.”

      “Neden?”

      “Çünkü kendime şöyle dedim: İşte benden daha kötü durumda birisi, nefes almaya bile hakkı yok.”

      “Doğru. Bu yüzden mi beni kurtarıyorsunuz?”

      “Kesinlikle. İşte şimdi kardeşiz, lordum. İkimiz de dilenciyiz; ben ekmeğimin peşindeyim, siz ise hayatınızın.”

      “Ama benim başıma ödül konulduğunu biliyor musunuz?”

      “Evet.”

      “Nasıl?”

      “Afişte okudum.”

      “Okuyabiliyorsunuz demek.”

      “Evet, yazabiliyorum da. Cahil olduğumu mu düşündünüz?”

      “Okumayı bildiğinize ve afişi okuduğunuza göre beni teslim edene altmış bin frank verileceğini de biliyorsunuzdur.”

      “Biliyorum.”

      “Hem de kâğıt para olarak değil.”

      “Evet biliyorum, altın olarak.”

      “Beni teslim edenin başına talih kuşu konacağının farkında değil misiniz?”

      “Farkındayım.”

      “Beni teslim eden bir servete sahip olacak.”

      “Evet, ne olmuş?”

      “Bu bir servet!”

      “Ben de aynen bunları düşündüm. Sizi gördüğümde dedim ki kendime, ‘Bu adamı birisi yakalarsa eğer altmış bin frank kazanacak ve başına talih kuşu konacak. Öyleyse acele edeyim de bu adamı saklayayım.’ “

      Marki, dilenciyi takip etti.

      Bir çalılığa girdiler. Dilencinin kulübesi buradaydı. Büyük ve eski bir meşe ağacının altında adamın oturması için bir tür oda vardı. Köklerinin altında oyulmuş ve dallarla kaplıydı bu yer. Karanlık, alçak, gizli ve esasen görünmez bir alandı. İçinde iki kişilik yer vardı.

      “Bir misafirim olabileceğini tahmin etmiştim.” dedi dilenci.

      Bretonya’da bu tür yer altı barınağına karnihot denir. Bu barınaklar tahmin edebileceğinden daha nadir görülür. Kalın duvarlar içine inşa edilen saklanma yerlerine de aynı isim verilmektedir. Yerde birkaç güğüm vardı. Saman veya yıkanıp kurutulmuş, kaba deniz otundan yapılmış bir yatak, kalın yünlü bir battaniye ve birkaç mum yağı kandili, gerektiğinde ateş yakmak için kibrit olarak kullanılacak bir çakmak taşı, bir parça çelik ve ince dallar ile döşenmişti.

      Eğildiler, bir süre emeklediler ve ağacın kalın kökleriyle garip bölmelere ayrılan bir odaya girdiler. Yatak görevi gören kuru deniz yosunu yığınının üzerine oturdular. İçinden girdikleri ve bir kapı görevi gören iki kök arasındaki boşluk, belli bir miktar ışık geçiriyordu. Gece bastırmıştı ancak insan gözü kendini ışığın değişimine alıştırır ve karanlıkta bile bazen gün ışığı varmış gibi görür. Ay ışığının yansıması girişi aydınlatıyordu. Köşede bir testi su, bir somun karabuğday ekmeği ve biraz kestane vardı.

      “Haydi yiyelim.” dedi dilenci.

      Kestaneleri bölüştüler. Marki cebinden çıkardığı sert galetayı adama verdi. Kara somunu bölüp yediler ve sohbet ederken aynı testiden sırayla su içtiler.

      Marki adamı sorgulamaya devam etti:

      “Öyleyse ne olursa olsun, hepsi sizin için aynı.”

      “Hemen hemen. Bu tür işlerle ilgilenmek siz lortların görevidir.”

      “Ama örneğin şu anda ne olanlar…”

      “Bütün bu olanlar beni aşıyor.”

      Dilenci ekledi:

      “Ayrıca, daha mühim olan şeyler var; güneş doğuyor, ay da büyüyüp küçülüyor. Beni ilgilendiren türden şeyler bunlar.”

      Testiden bir yudum aldı:

      “Güzel ve tatlı su!”

      Sonra devam etti:

      “Suyu nasıl buldunuz lordum?”

      “Adınız nedir?” diye sordu Marki.

      “Benim adım Tellmarch ama bana Caimand derler.”

      “Anlıyorum.

Скачать книгу