DÜŞ KAPANI. Büşra Tuğba Koç
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу DÜŞ KAPANI - Büşra Tuğba Koç страница 12
“Neredeyse sormayı unutuyordum. Bana eşlik etmek ister misiniz?”
Zeynep’in kanı bu kadına ısınmıştı. Birkaç adım yaklaştı. “Kardeşlerim aç,” diye fısıldadı.
“Peki, bana yardım etmek ister misin?”
“Evet.”
Kadın gülerek parmağının ucuyla Zeynep’in burnunda dokundu:
“O zaman hep birlikte yemeğe iniyoruz. Onları ancak sen ikna edebilirsin minik abla.”
Zeynep mahzunlaştı:
“Annem de bana öyle diyordu. Nerede hani? Geldi mi? Aşağıda mı annem?”
Kadın kendisinden cevap bekleyen bu kıza ne diyeceğini bilemedi:
“Henüz gelmedi küçük kız ama üzülme. Bak aklıma ne geldi. İstersen bugün bir çizelge hazırlayalım size. Her sabah uyandığımızda oraya bir işaret koyalım. Böylece annene kavuşmak için geride bıraktığın günleri görmüş olursun. Bu çizelgeyle anneni ben bile heyecanla beklerim.”
Zeynep bu fikri çok beğendi. Sanki yüreğine su serpildi. Bu arada İsmail yorganın altına bakıp tekrar mızmızlanmaya başlamıştı.
Kadın İsmail’e yaklaşıp, “Hey yakışıklı bir sorun mu var,” diye sordu.
İsmail cevap vermeyince, Zeynep kadının kulağına eğildi:
“Kardeşim altına yapmış.”
“Anladım. Dur, benim cebinde senin yüzünü güldürecek bir şey olacaktı. Nerede, nerede…”
Cebinden rengârenk bir lolipop çıkarıp İsmail’e uzattı:
“Sever misin?”
İsmail başıyla onayladı:
“Aramızda kalsın, ben de çok severim ama yemekten önce yediğim zaman karnım ağrıyor. Bence sen de yemekten sonra yemelisin.”
“Tamam.”
“Aferin sana. Ben de şimdi aşağıya inip ablana ve kardeşine de birer lolipop ayıracağım. O zamana kadar Meriç ablanız sizinle ilgilenebilir.”
“Meriç abla kim?” diye sordu Zeynep.
“Yoksa siz onu daha tanımadınız mı?”
Yine başlarıyla “hayır” diye yanıt verdiler.
“Nasıl olur? Halbuki Meriç ablanız sizi daha yakından tanıyıp arkadaşınız olmak için sabırsızlanıyor.”
Sesini sanki bir sır veriyor gibi kıstı:
“Şu an kapının arkasında olduğu için onu göremiyorsunuz. İsterseniz onu daha fazla kapıda bekletmeyelim.”
Ayakuçlarına basa basa kapıya yanaştı. Dinler gibi kulağını kapıya dayadı:
“Açalım mı kapıyı?”
“Evet!”
Kapıyı açtı, dışarı baktı ve hiçbir şey demeden odadan çıktı. Kapı kapandı. Çocuklar şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Kapı tekrar tıklanınca Zeynep tereddüt etmeksizin kapıyı açmaya gitti. Kapıda yine o turuncu saçlı kadın duruyordu. Gülerek başını içeri eğdi:
“Merhaba. Benim adım Meriç. Sizinle tanışmak ve arkadaş olmak istiyorum. Acaba kabul eder misiniz?”
Zeynep güldü. Günlerdir ilk defa gülüyordu. Kendisine uzanan eli tuttu. Üçü de, sırf mutlu olsunlar diye halden hale giren bu kadını sevmeye başlamışlardı.
“Arkadaşız.”
“Harika. İşte şimdi dünyanın en mutlu insanı oldum.”
Meriç gerçekten mutlu olmuştu. Çocukların gönüllerini kazanmış, yüzlerini güldürmeyi başarmıştı. İsmail’den izin alıp çarşafını değiştirdi. Çocukları giydirdi. Sonra da Kasım’ı kucağına aldı.
“Aşağıya inmeye hazır mısınız?”
Birlikte yemekhaneye indiler ve orada diğer çocuklarla tanıştılar. Çekingen duruşları gözden kaçmıyordu. Artık ağlamıyorlardı. Tanımadıkları bu yerde tutunacak bir dal bulmuşlardı.
Aradan haftalar geçti. Ekrem ve Ülfet boşandılar. Ekrem o zamana kadar çocuklarının devlet kurumunda olduğunu bilmiyordu. Yerlerini öğrenir öğrenmez onlara hediyeler alıp ziyaretlerine gitti. Babalarını ne zamandır görmeyen çocuklar adeta bayram ettiler. Ekrem izin alıp onları dışarı çıkardı. Bütün gün doyasıya gezdiler. Kasım babasının kucağında uyuklamaya başlayınca dönme vaktinin geldiğini anladılar. Ekrem çocukları yurda geri getirdi.
“Babacığım, bizi yanına al. Burada kalmak istemiyoruz,” diye yalvardı Zeynep.
“Tatlı kızım, söz veriyorum geri geleceğim. Sizi alıp buradan temelli çıkaracağım.”
“Annem de söz vermişti. Gitti. Bir daha dönmedi.”
Ekrem kızına üzülerek baktı. Hukuken onları yanına almaya henüz hakkı yoktu.
“Biliyor musunuz, bir dahaki sefere kadar beni uslu uslu beklerseniz sizi kırmızı bir arabayla gezintiye çıkaracağım.”
“Aynı benim kırmızı arabam gibi mi,” diye merakla sordu İsmail.
“Ondan daha kırmızı oğlum, kıpkırmızı.”
Bir yanları bir sonraki görüşme için heyecanlıydı, bir yanları da babalarıyla gidemeyecekleri için buruk. Sabah babalarını karşılarında görünce onları almaya geldi sanıp umutlanmışlardı. Şimdi yine üçünün de hevesi kursağında kalmıştı. Boyunlarını büktüler. Bu defa üzüntüleri anneleriyle yaşadıkları gibi uzun sürmedi. Meriç onları dört gözle kapıda bekliyordu. Elindeki pastayı göstererek, “Koşun, koşun pasta yiyeceğiz,” diye seslendi. Sevinçle zıpladılar. Babalarına öpücük verip vedalaştılar. Sonra Meriç’le içeri girdiler. Her ne kadar bazı geceler zor geçse de, üçü de artık buraya alışmıştı fakat anne babalarının, eski güzel günlerin yerini hiç kimse, hiçbir şey dolduramayacaktı.
Bir sabah kahvaltıda Zeynep’in yanına siyah saçlı bir kız çocuğu geldi. Zeynep’ten bir iki yaş büyük gibi duruyordu. “Oyun oynayalım mı?” diye sordu. Zeynep ne oynayacaklarını bilmeden, “Evet,” dedi.
“Birazdan şakadan kavga edeceğiz. Herkes gerçek zannedecek.”
Zeynep’in