DÜŞ KAPANI. Büşra Tuğba Koç

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу DÜŞ KAPANI - Büşra Tuğba Koç страница 6

DÜŞ KAPANI - Büşra Tuğba Koç

Скачать книгу

güldü bir kadın. “Bizde de durumlar aynı.”

      Bir başkası daha atıldı konuya:

      “Şekerim, aileni ihmal edeceksen, evinde bir tatlın eksik olsun. Ne gereği var sanki?”

      Gelin görümce arasındaki soğuk savaşı Ülfet kazanmış gibiydi. Sevgi’nin kendisini ezilen gelin konumuna itmesine müsaade etmedi. Onu ciddiye almadığını göstermek için gelen geçenle neşeyle sohbet ediyor, gülüşüyor, görümcesine inat içkisini art arda içiyordu.

      Vakit epey ilerlemişti. Misafirler yavaş yavaş dağıldı. Çocuklar yatırıldı. Ekrem’in iş arkadaşı Selim, geriye kalan üç beş kişiyi etrafına toplamış komik anılarını anlatıyordu. Yerli yersiz kahkaha atan bu sarhoş insanlar da eğleniyor gibi görünüyorlardı. Selim sohbet arasında Ülfet’e sık sık iltifatlarda bulunuyor, ona olan ilgisini saklamıyordu. Ekrem’se en yakın arkadaşı olan Selim’in bu iltifatlarına eşlik ediyor, arkadaşının karısına olan tavrından herhangi bir rahatsızlık duymuyordu.

      Olanları köşesinden sessizce izleyen Sevgi’nin henüz kalkmaya niyeti yoktu. Gözlerini Ülfet’ten çekmiyor, her hareketini takip ediyordu. Bakışlarının dili olsa, belki kendi hayatında ne eksikse Ülfet’in onları doyasıya yaşadığını görmeye tahammül edemediği açıkça görülürdü. Ekrem, ablasındaki durgunluğu fark edip usulca yanına yaklaştı:

      “Abla, rahat mısın?”

      “Evet, gayet iyiyim. Neden sordun?”

      “Ortam seni pek sarmadı galiba.”

      “Ne mümkün? Şu kadar içkinin içerisinde otururken… Sana da pes doğrusu.”

      “Haklısın abla. Bugün bizi mazur gör. Yorgunsan içerdeki yatağı hazırlayalım sana.”

      “Yok, ben de zaten kalkacaktım şimdi. Beni eve bırakırsın.”

      “Elbette…”

      Sevgi, Ülfet’i son kez süzdü. “Haydi bana müsaade,” diyerek mantosunu aldı ve evden çıktı.

      Ekrem misafirlere göz gezdirdi:

      “Ben hemen gider gelirim. Siz keyfinize bakın.”

      “Ekrem’ciğim, çok geç oldu zaten, biz de çıkalım,” dedi misafirlerden biri.

      Selim de ayaklandı. Masanın üzerindeki sigara paketini ve cep telefonunu aldı. Ülfet’in kendisine uzanan eline nazikçe bir buse kondurdu. “Her şey için teşekkür ederiz hanımefendi, sayenizde bu gece çok eğlendik,” dedi.

      Ülfet gülümsedi:

      “Bizi kırmayıp geldiğiniz için asıl biz teşekkür ederiz beyefendi.”

      Hep beraber evden çıktılar. Ülfet bir anda sus pus olan eve göz gezdirdi. Ortalık epey dağınıktı. Beyni bir şarkının ritmiyle zonkluyordu. Yorgun adımlarla yatak odasına gidip kendini yatağa bıraktı.

      Entrika

      Ertesi sabah Necdet’in evinde aile mahkemesi kuruldu. Necdet kızgın bir boğa gibi burnundan soluyordu. Öfkesine hâkim olamayıp salonda volta atıyor, arada bir durup, “Nerede kaldı bu adam,” diye etrafındakilere çıkışıyordu.

      Necdet sekiz kardeşin en büyüğüydü. Babaları vefat edince onun rolünü üstlenmiş, çocuk yaşlarından beri hepsinin üzerinde hâkimiyet kurmuştu. Bu sebepten ona karşı saygıda kusur etmezler, lafının üstüne laf söylemezlerdi. Necdet’e göre kadın değersiz bir varlıktı. Güçsüz, zayıf, istekleri olmayan, bir nevi evin hizmetçisi, kocasının kölesiydi. Çalışacak, yorulmayacak, fazla konuşmayacaktı. “Cavit, ara şunu acele etsin,” diye yeniden kükredi.

      Cavit, Ekrem’in bir küçüğüydü. Ağabeyinin lafını ikiletmedi. Telefonu alıp tuşlamaya başladı. Bir taraftan da Necdet’i dinliyor, her söylediğine kafa sallıyordu.

      “Ben baştan uyardım bu akılsızı. Gelinin gözünü açmayacaksın, iş çığırından çıkar baş edemezsin dedim. Dinledi mi? Yılanın başı küçükken ezilir.”

      “Gelmiş, aşağıdaymış ağabey.”

      “Gelsin bakalım. Ülfet’in ailemize yakışır bir gelin olmadığını görmeli artık. Eğer bu kez de karısını haklı bulacak olursa onu kendi ellerimle boğacağım.”

      Kapının zili çaldı.

      “Geldi,” dedi Sevgi, çehresinde muradına ermiş bir ifade ile. Kapıyı açmaya gitti.

      Ekrem şaşkınlık içerisinde ablasına baktı:

      “Abla neler oluyor? İş yerini arayıp niye apar topar çağırdınız beni? Kötü bir şey yok değil mi?”

      “Aman gözünü seveyim, sakın ola karını korumaya kalkma, onun yerine seni gebertir.”

      “Yine ne yapmış karım? Bir bitmedi kavgalarınız. Huzur istiyorum ben artık.”

      “Şşşşşşt… Sessiz ol! Geç içeri.”

      Sevgi’nin azarını Necdet’in hışım dolu sesi böldü:

      “Gel buraya Ekrem.”

      Ekrem içeri girip salonda bulunanlara göz gezdirdi. Birinin ne olduğunu açıklamasını bekliyordu sabırsızlıkla.

      “Hayırdır ağabey? Toplamışsın yine bütün aileyi?”

      “Geç otur. Konuşacaklarımız var.”

      “Karımla mı ilgili?”

      “Evet, karınla ilgili.”

      “O halde mahrem bir konuyu neden cümbür cemaat konuşuyoruz? Ayıp olmuyor mu ağabey?”

      “Ulan soytarı, bu işin mahremi mi kalmış? Ayıbı işleyen utanmamış da, utanmak bize mi düşmüş?”

      Ekrem bıkkınlıkla kendini koltuğa bıraktı. Yıllardır bitmeyen söylemlerindendir diye düşündü. Eliyle işaret etti:

      “Buyur ağabey, dinliyorum. Yine ne yapmış?”

      Necdet bir sandalye alıp Ekrem’in yakınına oturdu:

      “Oğlum, zamanında gençtin, cahildin. Ben sana baldızımı teklif ettim, çocuğu var diye kabul etmedin. Gittin, bizim sözümüzü çiğneyerek gelenek görenek nedir bilmeyen şehirli bir kadınla evlendin. Neymiş, İstanbulluymuş. Anası intihar etmiş, babası yok, kimi kimsesi yok. Biz soyu sopu belli bir aileyiz. O kadın bizim ailemize yakışmaz dedim. Ne ettiysem sana laf dinletemedim. Bu kadın senin gözünü kör etmiş.”

      “Ne istiyorsunuz benden ağabey? Her ailede olur ufak tefek hatalar. Bunlar yüzünden karımı boşayıp çocuklarımı anasız mı bırakayım? Bunu mu istiyorsunuz?”

      Necdet kükredi:

      “Lan,

Скачать книгу