MAHALLENİN EN GÜZEL KIZI. Murat Ali Ersan
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу MAHALLENİN EN GÜZEL KIZI - Murat Ali Ersan страница 12
Ben de Yasemin’i düşünüyordum.
İnsan çoğu zaman toplumdan kaçmak isterdi oysa asıl kaçmak istediği kendiydi. Bir terminalde herhangi bir otobüse binip ismini dahi duymadığı diyarlara doğru gitmek gelirdi içinden. Pencere kenarına oturmuş en sevdiği şarkılardan birini dinlerken son durakta onu bekleyen güzel günlerin hayalini zihninde canlandırmak isterdi. İnsan yolculuklarda kendini bulacağını düşünürdü çünkü aslında kimse olduğu yere ait değildi. Böylece hiçbir ağrı kesicinin tedavi edemediği varoluşsal sancılarıyla karşı karşıya kalırdı çoğu insan. İki dağın arasındaki uçurumdan aşağı doğru süzülüyormuş gibi bir çöküş yaşardı. Yerçekimi düşmeyi kolaylaştırırdı. Oysa her şeye rağmen uçurumun sonunda bir trambolin olacağını düşünürdü insan. Sürekli benzer sorularla karşı karşıya kalırdı. Dünya’ya ne için geldiğini bulmak isterdi. Yaşam amacıyla ve felsefesiyle karşılaşacağı günün hayallerini kurardı. Toplumun onu anlamasını ve kendini ifade etmenin hürriyetini kemik iliklerine kadar hissetmenin gururunu yaşamak isterdi. İçinde bulunduğum ruh halini ifade etmenin yolu yine kaleme sarılıp beni ölüme sürükleyen eyleme yenisi eklemekti:
Altı üstü insanım
-Güzel anılar biriktirmeye geldim Dünya’ya
Karınca değilim kırk kat derdi yüklemeyin sırtıma
Uçarı bedenim ihtiyar hayallerin esiri olmasın
Yaşadığım çağı rahat bırakın
Ağlaya ağlaya geldim Dünya’ya
Güle oynaya gitmek istiyorum sadece.
6
Günbatımı vakti arabamı ikinci sınıf bir pansiyonun önünde durdurdum. Yol üstündeki en ucuz en mide bulandırıcı ve en pespaye pansiyonlardan biriydi burası. Bir gece burada konakladıktan sonra sabah erkenden çıkacaktım yola.
Pansiyonun dar kapısından içeri girdiğimde burnuma keskin bir sidik kokusu geldi. Resepsiyonun arkasındaki dar kapılı heladan geliyordu bu pis koku. Personel harici girilmez tabelası vardı hela kapısının önünde. Tuvaletin kapısı o kadar kirliydi ki insan eldivenle dokunsa bile bulaşıcı hastalığa yakalanabilirdi.
Ürkekçe etrafa göz gezdirmeye başladım.
Resepsiyonun arka kısmında loş ışığın altında; yirmi ila yirmi dört yaşlarında, beyaz gömlekli, koyu renk papyonlu, eğik bir adam dikiliyordu. Geldiğimi fark etmemişti. Avucunun içinde sıkı sıkıya tuttuğu telefona bir şeyler yazmakla meşguldü.
Resepsiyona doğru ilerlerken pansiyonun duvarlarını incelemeye başladım. Duvarlar o kadar kirliydi ki her santimetrekaresinde parmak izi vardı. Sanki biri garez olsun diye yağlı parmaklarını beyaz duvarlara sürmüştü. Resepsiyona doğru uzanan soluk renkli halının üzerinde birkaç tane kara sinek vızıldayarak dolanıyordu.
Resepsiyon görevlisi ona doğru yürüdüğümü fark ettikten sonra göz ucuyla beni süzdü. Sonra da hiç var olmamışım gibi başını eğdi ve telefona bir şeyler yazmaya devam etti. İçimden bir ses ardıma bile bakmadan bu pis yeri terk etmemi söylüyordu ancak neredeyse altı saattir araba kullanıyordum ve çok yorulmuştum.
“Ben… Şey… Tek kişilik bir oda rica edecektim,” diye seslendim resepsiyon görevlisine.
Telefondan başını kaldırdı. Bana baktı. Sanki içinden küfrediyordu, “Elli lira,” dedi.
Ona parayı uzattım.
Oda anahtarlarının olduğu kısma yöneldi. Bir süre düşündükten sonra yirmi bir numaralı odayı bana layık gördü. Tahta engeli kaldırmadan önce yine telefona gömülüp mesaj yazdı, sonra merdivenlere yöneldi, “Benimle gel,” dedi.
Eski ahşap merdivenleri titizlikle çıkıyorduk. Attığım her adımla merdivenler korku filmlerindeki gibi gıcırdıyordu. Hayatımda ilk defa bir pansiyonda kalacaktım bu yüzden sanki bir maceranın kollarında hissediyordum kendimi. Yine de içimde tuhaf bir korku vardı.
Merdivenleri aştıktan sonra düz bir koridorda ilerlemeye başladık. Resepsiyon görevlisi, “Kimliğin yanında mı?” diye sordu.
“Evet, yanımda.”
Kimliğime baktı, cılız sarı ışığın altında kimliğimdeki fotoğrafla beni karşılaştırdı, “Hiç benzemiyorsun,” dedi.
“Kim benziyor ki?”
Kuşku dolu bakışlarını bir süreliğine bana doğrulttu, “Doğru kim benziyor ki… Her neyse. Sabahleyin saat on olmadan odadan ayrıl. Gündelikçi kadın o saatlerde geliyor. Eğer gündelikçi kadın odayı temizlemeye geldiğinde sen hâlâ kıçını devirmiş yatıyor olursan bir günlük daha ödeme yapmak zorunda kalırsın. Sıcak suyumuz yok. Su tesisatında sıkıntı var, yarına kadar da yapılmaz. Eğer duş alacaksan -ki hiç tavsiye etmem- soğuk suyla yapmak zorundasın. Yemek servisimiz saat ikiye kadar yapılır. Eğer miden kazınır da tost filan yemek istersen tanesi beş lira. Tostun yanında çay ikramımızdır. Ancak tost yemeyip sadece çay içmek istersen o zaman da çay iki lira,” dedi.
Gelmeden önce yol üstünde bir şeyler atıştırdığımı söyledim. Gözlerim pansiyonun loş ışıklı koridorundaydı. Kel kafalı bir herif koridorun sonunda telefonla konuşuyordu, bizi görünce odasına girdi.
Resepsiyon görevlisi konuşmasını sürdürdü, “Eğer sigara içiyorsan, iyi haber şu ki odanda istediğin kadar sigara içebilirsin. Yalnız eşeklik etme, masanın üzerinde bir tane küllük var. Biz o küllüğü oraya boşuna koymadık, anlıyor musun? Sigara izmaritini o küllüğe at; bahçeye, lavaboya ya da çöp kovasına değil.”
“Aslında odanın içinde sigara içeceğimi sanmıyorum. Yorgunum, hemen yatıp uyuyacağım.”
“Öyle olsun, yine de ben uyarayım. Eğer sigarayı yatağında içip ve çarşafa kül düşürürsen, çarşafın parasını ödersin. Halıya kül düşürürsen, halının parasını ödersin. Koltuğu delersen, koltuk yüzünün parasını ödersin. Anladın mı beni? Biz o sigara küllüğünü boşuna masanın üzerine koymadık.” diyerek başını aniden arkasına, bana doğru çevirdi. Göz göze geldik, “Anladın mı beni?” diye tekrar sordu.
“Evet anladım efendim.”
Odanın kapısını açtı, “İşte kalacağın yer burası,” dedi, “Kokuya aldırma, içeriyi biraz havalandır geçer.”
Odanın içine girdiğimde küfle karışık iğrenç bir ter kokusu aldım. Çarşaflar da kirliydi. Odanın köşesinde küçük bir tane tüplü televizyon vardı, eminim ki o da çalışmıyordu. Köpek bağlasam on dakika sonra kuduz olurdu bu odada, “Şey, başka boş odanız var mı?” diye sordum.
Resepsiyon görevlisi öfkelenmişti, “Nesini beğenmedin?”
Gözlerim yatak başlığındaydı. Bir topak kurumuş burun boku, el izleri, yağ lekeleri, damla damla, parlak şeyler ve Tanrı bilir daha niceleri.
Elini beline dayadı, “Başka boş odamız