Kızıl Cebe. Murtaza Şerhan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kızıl Cebe - Murtaza Şerhan страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kızıl Cebe - Murtaza Şerhan

Скачать книгу

adamı o zaman dağlı Kazak’ın cesur kişiliğini görmüş ve tatmin olmuştu. Böylelikle Dmitriyev atına bindi. Fakat Rıskul’un atına binmek yerine güdük boynuzlu, kahverengi öküzle yürüdüğünü görünce, şaşırdı. Hikmeti daha sonra anlaşıldı ki, kayalıklardan, daracık geçitlerden geçerken o öküz argımakla8 bile değişilmezmiş. O zaman Rıskul Esik nehrinin ağızından başlayarak, ilim adamını İli Ala Dağının zümrüt kolyesi Esik Gölü’nün kenarına kadar çıkarmıştı. Orada Dmitriyev:

      – Böylesine muhteşem bir yeri gördükten sonra Talğar’ın zirvesine tırmanamasak da, ben amacıma ulaştım! diye Rıskul’un sırtını sıvazlamıştı.

      – Esik Gölü’nün etrafından dolaştıktan sonra ulu Talğar’ın kayalık tepeleri başladı, yol çetinleşti. Bitki örtüsünün rengi değişti, yüksek yaylak cennetindeki sıradan dağ gülleri ünlü ilim adamını sevinçle karşıladı. Dmitriyev atından dönerek indi, dağ gülleri arasından suda yüzüyormuşçasına geçip, dağ nanesini okşayarak, geyik otunu kokladıktan sonra:

      – O, Edelweiss!9 diye bağırdı. Edelweiss, fedakâr, öfkeli kahramanların gülü olarak bilinir. Seni de görmek kısmetmiş!

      Rıskul için tüm bu olanlar saçmalık göründü. “Allah’ın bitkisine de böyle şaşırılırmış. İlim adamı mısın, nesin, vakitlice gitmemiz gereken zirveye çıkacak mıyız?” diye sordu.

      İlim adamı her bitkiyi kökünden çakısıyla keserek, titizlikle çantasına koyuyor, dizinin üstündeki küçük defterine birşeyler karalayarak zaman geçiriyordu.

      – Bu Edelweiss. Kazakça adı nedir? diye, Rıskul’dan sordu.

      – Hey, Allah’ım! Bildiğimiz “kar gülü” işte. Bazen “eñlik” de derler.

      – Buna biz akonit10 diyoruz, peki siz Kazaklar ne dersiniz?

      – O tohumu kuruyasıcanın adı “ukorğasın”. Hayvan yemez. Yanlışlıkla yerse de ölür.

      Esik Gölü etekleri yemyeşildi. Kızıla ve yeşile doymuş çiçekler. Şakayıklar ile unutmabeniler, turnagagaları ile anemon çiçekleri, rengârenk güller, sarı yaylar (adonis) ile yıldızpatılar, düğün çiçekleri ile şerbetçi otları, dolana ve hanımelleri iç içe girmiş sayısız bitkilerin adlarını coğrafyacı üşenmeden en ince ayrıntısına kadar sorarak, kayda aldı.

      Aynı gün onlar Talğar boğazının başka bir gerdanı olan Akköl kıyısına ulaşarak, orada geceledi.

      Akköl; Esik göle kıyasla daha güvenli ve düz bir araziye sahipti. Kıyısında gösterişli dağ ladinleri yoktu. Suyu da yeşil zümrüt gibi değildi. Duru ve ince akıyordu. Kıyısı benekli taşlarla dolu. Hantal taşlar Talğar’ın bağrından bir zamanlar koparak yuvarlanmış belli ki. Esik Gölü ne kadar güzel olsa da, güzelliğini kaynağından beslendiği Akköl’e borçluydu. Esik Gölü yaz günlerini yaşayan bu akşam vaktinde aşağıdan, ayak tarafından yukarı doğru kararmaktaydı.

      Dönem Temmuz olsa da, dağın omurgası hala dondurucu soğuk, Akköl açıkları asabiydi. Bu yüzden olsa gerek, kuş yavruları görünmüyordu. Ama gölde hanbalık11 çokmuş, konuk olta atarak, “hemen, şimdi” derken bir kova balığı toplamıştı. Yüksek sesle bağırıyordu. Bilim adamı oltaya balık geldikçe karısı oğul dünyaya getirmişçesine sevinip, şapkasını havaya fırlatıyordu.

      “Kendine alimim diyene bak!” diyerek Rıskul onun bu hareketlerini yadırgayarak izledi. Ne kadar fakir olsa da, sudan balık avlamayı kendine meslek edinmemiş olan Kazak için bu hareketler çocuksu göründü.

      Yanındaki yorgun kahverengi öküz biraz otladıktan sonra az ötede geviş getirerek, dizlerinin üzerine yanlamasına çöküp gözlerini yumdu. Zengi atanın dizlerini bükerek namazda oturuşu gibi.

      Rıskul kucak dolusu taş kıran çiçeği dalını kıyıya taşıyarak, kuru çalılarla ateş yaktı. Taş yığınlarından ocak yaparak, dışı isten kararan çaydanlığı ateşin üzerine koydu. Hanbalığı gerçekten de çok lezzetliydi, Petersburglu konuğu ile birlikte doyana kadar yediler. Atlar ve öküze yırtıcılar dadanmasın diye Rıskul tek namlulu tüfeğinin ağzına fişek sürerek, yanına yasladı. Ateş sönmesin diye yine odun topladı.

      Yüksek dağın gövdesine tırmanarak oturan bu iki adam yanan ateşe dalıp gitti. Konuk Kazakça bilmiyor, Rıskul’un Rusçası da “şöyle, böyleden” ibaretti. Dili ve dini farklı iki adam için sadece yanan ateş ortaktı. Alevler onlara tercüman olmuş gibiydi. Dünyada ateşten temiz bir şey yok. Hatta elmas ile altının bile kusuru olabilir. Fakat ateşte kusur göremezsiniz.

      Seyahat öncesinde Dmitriyev’in içinde kimi şüpheler oluşmuştu. Yabancı bir adam, dil bilmiyor, çok konuşmuyor, gizemi kimse tarafından bilinmeyen birisi. Talğar’da yaşayan bir Rus’un dediği gibi tipi, mayası soyguncuya benziyordu. Kanyonu bol dağ içerisinde onu yok etse ne yapabilirdi?

      O an sofra başında ekmeğini paylaştıktan sonra Rıskul’un aleve bakarken daldığını gördü. Yanan alevin parlayan kıvılcımları arasında güzel bir resme bakıyor ya da harika bir melodi dinliyormuş edasıyla duruşunu süzerken şunu düşündü: “Yok, yok. Böyle bir insanın kötülük yapması mümkün değil”.

      Birlikte bağladıkları kendisinin doru atı ile Dmitriyev’in bindiği kara at gecenin karanlığından ürkmüşçesine iç çekip, birbirlerine kişneyerek pineklemekteydi. Kahverengi öküz ise boynuzunu bilemekten sıkılacağa benzemiyordu. Ara sıra damağına kemik sıkışmış gibi yutkunup, tekrar geviş getirmeye devam etmekteydi.

      Tevekkül gecesi. Aşağılardan gelerek, “gökyüzü” denilen dağın “Talğar” adlı zirvesinin sırrını çözmek için bu kadar zahmetli seyahate katlanan Dmitriyev’in yaptığı da erlikti. Bilim yolcuğu için sadece erlik gerek. Ona rehberlik ederek, tabanı toprağa değmeden, dağ taş dolaşan Rıskul’un yaptığı da büyük erlikti. Bunun farkında olan bilim adamı sonraları Taşkent’te yayınlanan “Talğar: Trans-İli Ala Dağlarının En Yüksek Zirvesi” adlı eserinde şunları yazmıştı:

      “28 Temmuz 1923 tarihi benim Talğar’ın zirvesine tırmanışımın 20.yıldönümü. 28 Temmuz 1903 tarihinde ben Talğar’ın Güney cephesindeki en yüksek buzula tırmandım. Oraya ‘Bagatır’ 12 adını verdim.

      Benim rotam, Almatı’nın doğusuna kırk kilometre uzaklıktaki Esik nehri boyu idi. Esik nehri Trans-İli Dağlarının kuzeyinden akar. 1904 yılında bu rotayı Prof. Sapojnikov kullandı. Fakat Sapojnikov bu nehrin boyundan ilerleyerek, Ak Göl’e ulaştıktan sonra oradan geri döndü. Ben ise Ak Gölü geçtikten sonra on, on iki kilometrelik zorlu bir yolculukla seyahatimi tamamladım.

      Fakat 1903 yılında şansıma rehberliğimi Doğu Talğar bölgesi Kazaklarından Rıskul Jılkıaydarov yaptı. Prof. Sapojnikov’un Rıskul gibi bir rehberi yoktu.

      O Şilmembet boyuna mensup sıradan bir Kazak idi. Köylü olsa da ruhu güçlü,

Скачать книгу


<p>8</p>

argımak. Asil ve hızlı koşan at.

<p>9</p>

edelweiss. Alplerde yetişen Alp yıldızı adlı çiçek.

<p>10</p>

akonit/ akonitin. Kurtboğan otu, Asya ve Avrupa’nın dağlık bölgelerinde birçok türleri olan, her birinin zehirliliği farklı ya da benzer alkaloidleri içeren otsu bir bitkidir.

<p>11</p>

hanbalık. Bir çeşit gri benekli alabalık.

<p>12</p>

Bagatır. Bahadır.