Kızıl Cebe. Murtaza Şerhan
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kızıl Cebe - Murtaza Şerhan страница 7
“Köjeden 13 başka aşım yok, Hüda’dan başka dostum yok” kendimden medet ummasam, bana kimin canı acısın. Bolıs için bir koyun, bostancının bir kavun çekirdeği gibi değil midir?”.
Kara koyun sürüsü Kekilik vadisinin güney sırtlarındaki otlarla kaplı, sulu çimeninde yayılıyordu. Dağdan inerek yaklaşmakta olan yalnız atlıyı fark eden çoban Eralı eşeğini “dehleyip”, avcının önüne çıktı. Atlı yaklaştıkça Rıskul olduğunu tanıyarak:
– E, bu kimmiş desem, bahadır mıydın? İyi misin, babalık? Ailen, sağlığın, malın mülkün yerinde mi? Avdan mı döndün? Av bereketli miydi?
Basık burunlu yaşlı adam yaltaklanmaktaydı. Gerçek hali de dağ vadisi gibi safdildi. Fakat az önce sorduğu hal hatırı dalga geçer gibi duyuldu. “Eli boş olduğunu gördüğü halde bir de “Av bereketli miydi?” diye soruyor. Avdan yılan yalamış gibi eli boş döndüğüm apaçık ortada değil mi?!”
– Ereke, oradan bir kunan14 koyunu yakalayıp, önüme atar mısın? dedi, avcı.
Koyun çobanı “şakalaşıyor” diye düşündü.
– Zenginin malını ne edeceksin yiğidim, diye yayılarak gülümser gibi oldu.
– Hey, Ereke ben gayet ciddiyim.
– A-ha, bahadır, düşkün ağanla kafa bulasın geldi değil mi?! Doğrusu, kendimin olsa “sözünün sadakası olsun” der, o kunan koyunu atına atardım. Elden ne gelir, ne çare babalık?!
– Olmadı, beye git de ki “bir koyununu Rıskul zorla götürdü” de, ben sana eziyet etmişim gibi sızlan. Sonrasını ben kendim hallederim. Koyuna çok ihtiyacım var, kusuruma bakma ne olur.
Rıskul sürünün kenarına yaklaşırken, sadece semiz koyunlar homurdanıp, yaban koyunu gibi bakışlarla ürkek kaçmaya başladı.
– Hey, bahadırım, ne yapıyorsun sen, çocuk gibi kendi halinde otlayan sürüyü ürkütüyorsun.
Rıskul artık onun sözünü dinlemiyordu, atını dörtnala koşturarak, semiz bir koyunu yakaladığı gibi atına çekti ve önüne bağlayarak yoluna devam etti.
– Kusura bakma Ereke. Affet beni! Bolısa beni kötüle. Hepten kötüle gitsin.
– Bu delirdi mi? diyen çoban eşeğini dehledi.
Çoban Eralı (Ereke) Rıskul’un dediği gibi ne sızlandı, ne de onu bolısa yetiştirdi. Avcının yaptığı kabalık, hatta ihanet bile olsa da “Rıskul da benim gibi fakir. Ne yapayım, kendi dirseğini kendin dişleyemezsin ki. Onu yakalatarak elime ne geçecek. Böyle azgınlığı yoktu, çaresizliğin pençesine düşmüş olmalı, dara düşmüş demek ki” diyerek, Eralı olanlar hakkında hiç kimseye bir şey söylemedi.
Fakat “köyün hırsızı uyumaz” derler. Kara koyunu önüne bağlayıp, dörtnala giden Rıskul’u bolısın köylerinden bir yandaşı görüp bolısa yetiştirdi. Bey bu haberi önemsememiş gibi davrandı. Çobana da baskı yapmadı. “Hey Allah’ım bunu da laf diye konuşuyorsun” diye haberciyi tersleyerek gerisin geri yolladı.
Bu konuşmaya şahit olanlar:
“Vay be, bizim bey çok anlayışlı ve aydın kişi. Tukımbay olsaydı, sağa sola pisleyen bir keçi için öfkelenir, kıyameti koparırdı” diyerek bolısın şanına şan kattı.
– Böylelikle bu konuşma unutuldu bile. Bir gün bolıs çevre köyleri dolaşmak için atına bindi. Yanına birkaç adam alarak yola çıktı. Aralarında köy muhtarı Tavbay da vardı. “Köye bolıs eğer kendi geldiyse, bu sebepsiz değildir” diye düşünen halkın keyfi kaçtı. Yine ya yeni bir vergi konulacak veyahut birilerini yargılayıp, cezalandıracaklar. Bolıs boşu boşuna gelmedi.
Halkın beklediği gibi çıkmadı. Kimse cezalandırılmadı. Yeni vergi de koyulmadı. Bolıs köy muhtarının evinde kımız içtikten sonra yemeğe de kalmadan Tav-Şilmembet’in yurduna doğru atını sürdü. Atını Rıskul’un fakirhanesinin sundurmasına kadar yanaştırdı:
– Rıskul! Hey batur, dışarı çık diye seslendi.
Rıskul’dan önce kurt bakışlı, esmer çocuk dışarıya fırlayarak, kapının önündeki atlıları görünce hemen içeriye koştu:
– Baba çabuk olsana, dedi Turar çocuk yüreği çırpınarak.
– Kim geldiyse ödü patlamaz, bekler. Endişelenme! diye öfkeli söylendi babası.
Rıskul dışarıya çocuğuyla çıkmak istedi. Babası Turar tereddüt edince “yürü” dedi.
– O, beyim! Her şey yolunda mı!? diyen Rıskul at üstündeki Saymasay’a elini uzattı. Daha sonra Turar’ı dürterek:
– Bolısa selamını versene dedi. Baraka gibi yüksek kızıl aygır üzerinde oturan bolısa çocuğun uzattığı el yetişmedi. Bolıs ise eğilmedi.
– A-ha, bu cılız şey senin mi, batur, dedi bey umarsızca. Uzattığı eli havada kaldığı için öfkelenen çocuk bolısın iğneleyici yuvarlak suratına, çarpık, kırışıklıklarla dolu, sırıtan gözüne dik dik baktı. Onun bu halini fark eden bey: “Kurt yavrusuna da bak sen, babası gibi yürek yemiş” diye tiksintiyle bakıp, gönülsüz eğilerek elini uzatmıştı ki, çocuk kıvılcım saçan gözleriyle bir kez daha bakarak, arkasını dönüp gitti. Rıskul sırıtarak baktı. Çocuğu suçlamadı. Onun bu davranışını içinden desteklemiş gibiydi.
– E, beyim in atından. Gelmişsin, davet edip getirtemediğimiz saygıdeğer konuksun. Fakirhanenin koyunu demez isen, bu evin dumanı, niyeti helaldir. Misafirimiz olun.
– Yiğidim hey. Ben indiğim yere yük olurum. Bana keseceğin koyunu kesip yemişsindir.
– Haa, kayıp koyunun peşindeyim desene bolıs bey. Anlaşıldı, niye beni özledi diyordum. Çoban Eralı’nın suçu yok. O koyunu zorla ben aldım. Bu çocuk tifüsten yeni kurtuldu. Ona kara koyunun eti lazım dediler. Borçlu kalmam bilirsin, “bir koyun için bolısa gidip keyfini kaçırmayım” diye düşündüğüm için de çobandan selam göndermiştim. Kusur varsa benimdir… Borcumu öderim.
– Hey, bahadırım, er adamın boynunda
13
köje. Taneli tahıl tohumlarıyla suda pişirilerek yapılan bir Kazak yemeği.
14
kunan koyun. 3 yaşındaki koyun.