Türkistan Yesevî'nin Şehri Yesi'ye Dair. Yakup Ömeroğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türkistan Yesevî'nin Şehri Yesi'ye Dair - Yakup Ömeroğlu страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türkistan Yesevî'nin Şehri Yesi'ye Dair - Yakup Ömeroğlu

Скачать книгу

sahip olur. Timurlular, kendi aralarındaki çekişmelerle sürekli güç kaybetmektedirler. Bu dönemde Deşt-i Kıpçak’taki Kazaklar, önemli bir güçtür. 16. yüzyıl başında Babür Han, Kazakların, bir anda üç yüz bin kişiyi seferber edebildiklerini anlatmaktadır. Ebul Hayr Han, Kazakları hakimiyeti altında tutmak isterken hayatını yitirir. Onun yerine oğlu Muhammet Şeybani geçer.

      Orta Asya’nın önemli aktörlerinden olan Muhammet Şeybani, hangi hana bağlanacağını bilmeden bir süre, bozkırda at koşturur. Bu sırada Cengiz mirasçısı oldukları iddiasında olan iki han birden hüküm sürmektedir. Daha sonra Şeybani, Mahmut Han’a bağlanmaya karar verir.

      Mahmut Han, bu davranışından dolayı Muhammet Şeybani’ye, Türkistan’ı, 1495 yılında tımar olarak hediye eder ve bu olay Türkistan Şehrinin de Orta Asya’nın da kaderini değiştirecek kadar önemlidir.

      Türkistan Şehrinde merkezini kuran Muhammet Şey-beni, beş yıl sonra yani 1500’de, güneye inerek, Timurluların başkenti Semerkant’ı ele geçirir. Hüseyin Baykara’nın vefatından sonra ise Heratı alır (1507). Böylelikle İran’da hüküm süren Safevi hükümdarı Şah İsmail ile komşu ve aynı zamanda Osmanlılar ile de müttefikliği başlamış olur.

      Osmanlı Sultanı Yavuz’un, Şah İsmail’i mağlup edişinde Şeybanilerin büyük katkıları olur. Aslında Osmanlı ordusundan daha güçlü olan Şah İsmail’in askerleri; batıdan Osmanlı, doğudan ise Şeybani baskısı altında kalırlar. Yavuz, ordusuyla sefere çıktığında Şeybaniler de Safevi sınırına asker yığarlar. Şah İsmail, ordusunu ikiye bölmek zorunda kalır ve bir kısım askerlerini Şeybanilere karşı doğuya gönderir; kalanları ile Osmanlının karşısına çıkar. İşte Yavuz, Şah İsmail’i bu ordusuyla yener. Bu Osmanlı- Şeybani ittifakı iki devlet de yıkılana kadar sürecektir.

      Şeybanilerle birlikte, bölgeye Özbek adı da girmiş olur. Özbek Han soyundan gelen Şeybanilere bağlı halk tarafından da benimsenerek, Özbek sözü, halkın adına dönüşür.

      İşte bu dönemde, Ulu Türkistan’da Kazak ve Özbek ayrışması iyice keskinleşecektir. Sibirya’dan Orta Asya’ya doğru yürüyüşlerinde, buradaki Kazaklarla mücadelelerinde hanlarını kaybeden Şeybanilerle, Kazakların arası bir daha Timurlular dönemi Mâverâ’ün-nehir ve Deşt-i Kıpçak ilişkisine dönmeyecektir. Kazaklar da; Kuzeyden gelip kendi yurtlarında düzenlerini bozan ve daha sonra Güneye geçen Şeybanilere, hiç iyi bakmayacaklardır.

      Daha sonraki yıllarda Şeybanilerin birliği bozulunca onlar içinden çıkan kollar, Buhara, Hive ve Hokant Hanlıklarını kurarlar.

      Bu dönemde Osmanlı- Şeybani ittifakı da Osmanlı- Buhara ittifakına dönüşür.

      Buhara Hanı Abdullah Han, 1582 yılında, dedesi Muhammet Şeybaniye tımar olarak verilen ve ona Mâverâ’ünnehirin kapılarını açan Türkistan Şehrine gelir ve halk ona bağlılığını bildirir. Abdullah Han, Yesevî Türbesinin, Timur döneminde yarım kalan kısımlarını tamamlatır. Türkistan bu tarihten itibaren, Abdullah Hanın vefatına kadar onun tayin ettiği idareciler tarafından idare edilir.

      TÜRKİSTAN ŞEHRİ, KAZAK HANLARI VE SONRASI

      Timurluların akıllı siyasetiyle, aralarında yerleşik ve göçer kültür farklılaşmasının olmasına rağmen aynı soydan gelen bu halklar bir arada tutulabilirken, daha sonraları Seyhun’un kuzey ve güneyinin yolları ayrılır. Canıbek ve Kerey Sultanlar, Seyhun’un kuzeyine geçerek buradaki Kazakları, teşkilatlandırmaya başlar. Bu yol ayrımı daha sonraki yıllarda Kazak Hanlığı’nın doğmasına yol açar.

      Türkistan Şehri ve bölgesi bu kopuşun geçiş sathındadır. Türkistan Şehrinin 30 kilometre kuzeyindeki Karadağlar ile şehrin 35 kilometre güneyinde yer alan Sırderya arasında kalan bölge, yani Kazakların tabiri ile “Sır Boyu”, bu yerleşik ve göçer kültürün birlikte yaşandığı alandır. Kerey ve Canıbek Hanların kendilerine başkent olarak seçtikleri ve daha önce Ak Orda’nın merkezi olan Sığınak Şehri de bu geçiş kültürünün yaşandığı Sır Boyu ile kuzeydeki bozkırlarda yaşayan göçer halde yaşayan Kazaklar arasında tam bir geçiş noktasında bulunur. Sığınak Şehrinin bugünkü yeri Kızılorda Vilayetinin, Jagakorgan ilçesi, Tömenarık köyüne 20 km mesafede bulunmaktadır. İşte daha sonra Güneyde hüküm sürecek Şeynanilerin ilk Hanı, bu Sığınak şehrini kuşatırken vefat eder.

      Türk tarihi için çok önemli gördüğümüz bir hadiseyi de burada belirtmekte yarar var: 14. asırda Sığınak şehrine giden seyyah İbn Ruzbehan, “Sığınak halkı arasında Türkler, Kazaklar ve Karakalpaklar yaşamaktadır” diye bilgi veriyor. İbn Ruzbaha’nın bahsettiği Sığınak’ta yaşayan halklardan Karakalpaklar, Şeybanilerle birlikte hareket ederek Sibirya’dan güneye inen gruplardan olmakla birlikte daha sonra Şeybanilerle ortak hareket yerine Kazaklarla beraber olmayı tercih etmişlerdir. Bu yakınlık Kazak Hanı Teuke Han döneminde, “Altı Alaştan birisi” sayılacak kadar yakınlaşmıştır. Bugün dahi Kazak halkının kendisine en yakın hissettiği Türk halkları arasında Karakalpaklar ve Kırgızlar ilk sıraları alırlar. Sığınak’ta Türk olarak isimlendirilenler ise değişik Türk halklarından yerleşik hayata erken geçen kişilerin ortak ismidir.

      Bu kısa izahtan sonra Özbek adı ve kimliğinin, bir soy ve boy adı kimliği değil siyasi yapının halka kazandırdığı bir kimlik olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim, yüzyıllarca İdil-Ural Bölgesi ve Sibirya’da Özbek Hanın ve onun soyundan gelenlerin idaresinde hareket eden Karakalpaklar, eğer Şeybanilerle birlikte Orta Asya’ya indiklerinde onlardan ayrılıp Kazakların yanında yer almasalardı, bugün biz onlara da Özbek diyecektik.

      Kazak kimliğinin meydana çıkışı da bundan farklı değildir. Nitekim “Kazak” sözünün esas anlamı “otorite tanımayan ve kendi başına buyruk” demektir. Nitekim, Seyhun’un kuzeyinde Canıbek ve Kerey Sultanlarla başlayan hareketlenmenin ve bu harekete katılanların ilk adı “Özbek Kazakları” olmuştur ki, Kazakların isyan ettikleri otoriteyi ve merkezi tarif için bu tanımlama yapılmıştır. Uzun yılların oluşturduğu yerleşiklik ve göçerlik kültür ayrımına da oturan bu hareket daha sonra kendi devletini ve ona tabii olan halkta kimliğini oluşturmuştur.

      Türkistan Şehri, 17. asırdan başlayarak Ulu Türkistan’da yeni ve önemli bu gelişmelerin merkezi olacaktır. Türkistan, bu tarihten sonra Kazak Hanlarının başkenti olur ki, bu olay Türkistan’ın, Ahmet Yesevî ve Şeybanilerden sonra Türk tarihine attığı üçüncü büyük imza olacaktır.

      Türkistan’daki Kazak Hanlarının ilki Esim Han’dır (1598-1628). Esim Han yaptığı hizmetlerle tanındı. Halk arasında söylenen “Esim salgan (yaptığı) eski yol” sözü onun hizmetlerinin yaygınlığına işaret olsa gerek. Esim Han’dan sonra sırayla oğlu Cihangir (Jihanger), Batır Han tahta oturdular. Bunlardan sonra 1680 yılında başa geçen Teuke Han, Kazaklar arasında ilk kez kurduğu şura ile devlet hayatında yeni bir dönemi başlattı. Bugün dahi halk arasında yaygın olan “Altı Alaş” fikri bu dönemde kurumlaştı. Altı Alaşın içine 1. Doğu Kazakistan’da yaşayan Kazak grupları Ulu Cüz, 2. Orta Kazakistan’da yaşayan Kazak grupları Orta Cüz; 3. Batı Kazakistan’daki Kazaklar Kiçi (küçük) Cüz, 4. Kırgızlar, 5. Karakalpaklar, ve 6. Gıyat ve Katagan gibi gruplar yer aldı. Bu grupların hepsi Teuke Han’a bağlıydılar ve bu döneminde Ulu Cüz’ü temsilen Töle Bi (bey), Orta Cüz’ü temsilen Kazı-bek Bi, Kiçi Cüz’ü temsilen Ayteke Bi,

Скачать книгу