Türkistan Yesevî'nin Şehri Yesi'ye Dair. Yakup Ömeroğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türkistan Yesevî'nin Şehri Yesi'ye Dair - Yakup Ömeroğlu страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türkistan Yesevî'nin Şehri Yesi'ye Dair - Yakup Ömeroğlu

Скачать книгу

almakta gecikmez. Yöredeki öbür şehirler küçülürken, oralarda yaşayanların fert başına aldıkları milli gelir payı düşerken Türkistan, hem nüfus olarak hem de halkının refahı olarak büyüme eğilimine girer. Sovyetlerin dağıldığı dönemde yetmiş yedi bin olan Türkistan nüfusu, bağımsızlığın ilk on yılında on bin kişi birden artar. Bunlar elbette, şehre verilen özel önemin neticeleri ve Bağımsız Kazakistan yaşadıkça, Türkistan’ı bekleyen aydınlık geleceğin ilk göstergeleri.

      Bugün Türkistan şehri, eski yeni bütün bu bölümlerin bir ahenk içinde bir araya geldiği orta büyüklükte bir şehir olarak, Orta Asya bozkırının ortasında hayatına devam etmekte. “Ordularının geçtiği yerlerde ot bitmez” denen Moğol askerlerince yakılan Kültepe ise, hâlâ boş. Sit alanı olarak tarih araştırmacılarının çalışmalarına tahsis edilmiş. Doğru olan bu kararla, Kültepe ebediyen boş kalacak gibi görünüyor ve halkın Moğollar hakkındaki kehaneti bir kez daha gerçek oluyor.

Yesi Mahallesi

      Yesi, geleneksel yapılardan kurulu bir mahalledir. Her ev, bahçesiyle birlikte, yaklaşık 500 metrekare arsa üzerine kurulmuştur. Tek katlı kerpiç evlerin, avlu duvarları da evlerin duvarlarının yüksekliğine yakındır ve tüm bahçeyi boydan boya çevreler. Avlunu yüksek duvarlarının sokakla irtibatını sağlayan büyük kapılar bulunur. Bu kapılar iki bölümlüdür; birisi gündelik kullanımda insanların kolayca girip çıkmaları için konulmuş, Anadolu köylerinde “koltuk kapı” denilen küçük kapı, ve arabaların girebileceği genişlikte iki yana açılan çatal kapılar. Eğer ailenin arabası varsa avlunun kapı girişindeki kısmı aynı zamanda garaj görevi de görür. Bu yüzden bazı kapıların üzeri arabayı gölgeleyecek kadar örtülüdür.

      Avlunun kalan kısmı ise ailenin bahçesi olarak kullanılır. Domates, salatalık, biber gibi sebzeler ve bazı meyve ağaçları bu kısımda bulunur.

      Avlu duvarlarının bu yüksekliği güvenlik kaygısıyla birlikte aile yaşantısının mahremiyetinden kaynaklanıyor olmalı, çünkü bu evlerin avluları da evin bölümlerinden sayılır. Her avluda, yaz gecelerinin serinliğinin sefasını sürmek için kurulmuş, yerden yarım metrelik ayaklarla yükseltilmiş, 5-6 metre kare genişliğindeki “desterhan” mutlaka bulunur. Kimi desterhanlar etraflarına dikilen üzüm asmaları veya sarmaşıklarla yeşillendirilip gölgelendirilerek gündüzleri de oturulup sohbet edilecek, ailece yemek yenecek mekanlar haline getirilirler. Ailenin bahçesine diktiği çiçeklerin büyük bir kısmı mutlaka desterhanın çevresindedir. Tercih edilen çiçekler ise yediveren gülleri ve kendine has güzel kokusuyla reyhandır. Baharla birlikte misafirler desterhan üzerinde yudumlanan çaylarla burada ağırlanmaya başlanır. Hatta geceleri üzerine örtülen cibinliklerle desterhanlar, yaz gecelerinin tadına doyulmaz güzel uykularının uyunduğu yerler haline gelir.

      Yine bu kerpiç evlerin avlularında genellikle, Anadolu’nun bazı yörelerinde de benzerleri görülen, kümbet şeklindeki geleneksel ekmek tandırları bulunur. Bu tandırlarda, şekli ve büyüklüğüyle Türkiye’de ramazan pidesi adıyla üretilen ekmeklere benzer nefis “nan”lar pişirilir. Nan sözü Farsçadan Orta Asya Türk lehçelerine geçmiştir ve ekmek anlamına gelir. Eğer ev sahibi Özbek ise, bu nanlara ilave olarak “samsa”yı da unutmamak gerekir. Samsa, hamurun içine kuşbaşı et ve soğan konarak yapılan bir börek çeşididir ki, tandırdan çıktığında henüz buharı üzerinde iken yemesine doyum olmaz. Yöre insanın çok sevdiği bu börek adeta “Özbek fast food”u dur. Yol kenarlarına kurulan tandırlarda samsa pişirip satarlar. İşi acele olanların hemen ayak üstü alıp yedikleri, ucuza karın doyurmanın bir yoludur bu.

      Geleneksel Türkistan evlerinin avlularının vazgeçilmez unsurlardan birisi de odun ocaklarıdır. Avlunun eve yakın bir köşesine kurulan bu ocaklarda en itibarlı misafirlerin sofrada önüne konan ve yenme usulleri ile adeta bir tören havasında parçalanan başlar pişirilir. Kalabalık gruplara ikram edilecek “beşparmak” yemeği ve at etinin en nefis hali olan kazı, yine bu ocaklarda kaynar. Ocağın ev ve desterhana yakın kurulmasının sebebi de, yemeklerin soğumadan servisini yapabilmek içindir.

      Kanalizasyon sistemi henüz yapılmamış şehirde, tuvaletler de avlunun içinde yer alır.

      Sözün özü; Türkistan’da avlular, yalnızca evlerin bahçeleri değil, aile hayatının önemli bir kısmının yaşandığı mekanlardır. Bu yüzden olacak yüksek duvarlarla, yad gözlerden gizlenmişlerdir.

      Kerpiç evlerin içlerinde ise, eski dönemlerin dar çadırlarında geçen günlerine tezat geniş mekanlar bulunur. Özellikle salon kısımları mübalağlı sayılabilecek ölçüde geniş yapılmıştır. Bu genişlik sosyal yaşantının da bir zorlaması olabilir. Bayramlarda, düğünlerde, yaş günlerinde eş dost ve akrabaların katıldığı kalabalık toplantılara bu geniş mekanlar ev sahipliği yapar. Salonun iki yanına körpece denilen geniş minderler serilir. Yastıklar da minderler gibi geniş ve büyüktür. Türkistanlılar, körpecelerin üzerine uzanarak, dirseklerini bu yastıklara dayayıp sohbet etmeye bayılırlar. Bir Türkistanlının en rahat ettiği oturuş şekli herhalde budur.

      Ailenin büyükleriyle birlikteyken her zaman bu rahatı bulamazlar. Kimin nereye oturacağı ve böylelikle de o sohbeti kimin idare edeceği hemen ilk anda belli olur. Salonun baş köşesine “tör” derler. Orada bulunan en yaşlı veya en itibarlı kimse töre geçer oturur. Onun adı artık “törağa”dır. Törağa, toplantılarda ayrıntılarla pek meşgul olmaz ve böylelikle de insanlarla yüz göz olarak otoritesini zayıflatmaz; o ağırbaşlılığın temsilcisidir. Sohbetin şenlenmesini sağlamak, orta yerde suskunluk olmasını engellemek hatta servisi yönlendirmek “tamata”nın görevidir. Tamatalık herkesin yapabileceği bir iş değildir. Tamata şen şakrak, konuşma kabiliyeti olan, pratik zekalı ve usül erkan bilen kişilere verilir. Bu bazen kişilerin kendilerini tamata ilan etmesiyle olur bazen de törağa bu görevi birisine verir.

      Sofraların üzeri her zaman ceviz, kişmiş denen çekirdeksiz kara üzüm, meyveler, reçellerle doludur. Ekmek, ev sahibi tarafından bölünerek sofradakilere dağıtılır. Özbeklerin çok itina göstermedikleri bu adet bir Kazak evinde mutlaka misafirler geldikten sonra ev sahibinin ekmeği eliyle bölerek dağıtması şarttır. Ayrıca yaşı kariyeri ne olursa olsun ev sahibi topluluğun en ucunda kapıya yakın yerde oturur ve aksi büyük saygısızlık kabul edilir.

      Ev sahibi bulunduğu yerden servise de yardımcı olur.

      Eğer kalabalık özel bir programla toplanmışsa sofranın vazgeçilmez yemeği “beşparmak”tır. Kazakların milli yemek olarak tarif ettikleri beşparmak, baklava dilimi iriliğinde kesilmiş hamurların üzerine haşlanmış et dökülerek servis yapılır. Hazırlaması zahmetli olan beşparmak için akraba hanımlar veya komşular kendi aralarında yardımlaşırlar. Önce hamurlar açılır. Etler bir kazanda hazırlanır. Etler alındıktan sonra aynı suya hamurlar konarak pişirilir. Pişen hamur, geniş tepsilere serilir ve üzerine et dökülür. Beşparmak yemeğini Kazaklar elle yemeyi severler. Zaten adını da beş parmak kullanılarak yendiğinden dolayı aldığı söylenir. Hamur parçalarının içine eti yerleştirerek ikisini beraber yerler. Doğrusu yemesi biraz zor olmakla beraber lezzetli bir yemektir ama benim asıl tercihim “beşparmak sorpasıdır.” Beşparmak yemeği hazırlanırken etin ve hamurun kaynadığı su “sorpa” yani çorba olarak arzu edenlere bardaklarda ikram edilir ki, çok lezizdir.

      Beşparmak yenmeye başlanmadan önce, törağanın önüne konan koyun başı yemeğin törensel kısımlarından birisidir. Ev sahibi bir tepsiye konmuş koyun başını yanında bıçakla

Скачать книгу