İki Çınar. Yakup Ömeroğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İki Çınar - Yakup Ömeroğlu страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İki Çınar - Yakup Ömeroğlu

Скачать книгу

memura uzattı. Çayını bitirmeden kalktı.

      Memur onu kapıya kadar uğurladı. Eski tanıdıklar gibi vedalaşıp ayrıldılar.

      Kendisini bekleyen taksiyi buldu ve yola çıktılar.

      Kadir yolda kontrol noktalarında durdururlarsa on doları ben mi ödemeliyim yoksa taksi şoförü mü diye düşünmeye başlamıştı.

      GEÇ KALAN PİKNİK

      Bahar geleli çok olmamıştı.

      Veteriner Fatih, hafta sonu ailesine piknik sözü vermişti. Yeni yılın ilk kır gezisi ve ilk pikniği için hazırlıklar akşamdan tamamlanmıştı. Buna en çok sevinen çocuklardı. Okuldan gelir gelmez hafta sonu ödevlerini yapmışlar piknikle ilgili hayaller kurmaya başlamışlardı. Bir kış boyu özlemini çektikleri, yemyeşil çayırlar üzerinde koşacaklar, hoplayacaklar, zıplayacaklar, doya doya top oynayacaklardı. Gereksiz tartışmalarla annelerinin babalarının canlarını sıkmayacaklardı.

      Piknik günü, sadece çocuklar için değil, bütün aile için güzel başladı. Kahvaltı sofrasına neşeyle oturdular. Çocuklar kadar annelerinde de kendini bir an önce dışarıya atma istediği vardı. Çocuklar kadar anneleri de sevinçliydi. Bu durum Fatih’i de sevindiriyor, mutlu kılıyordu.

      Çaylarını aceleyle içerlerken telefon çalmaya başladı. Fatih dâhil, herkes tedirgin oldu. Herkes bu sesin planladıkları güzel günü bozacağı duygusuna kapılmıştı. Soran gözlerle birbirlerine baktılar. Bu vakitsiz telefon da neyin nesiydi? Fatih, isteksizce yerinden kalkıp telefonun bulunduğu sehpaya doğru giderken, çocuklar nefeslerini tutmuş onun ağır hareketlerini izliyorlardı.

      – Alo, buyurun.

      – …

      – Evet, ben veteriner hekim Fatih, sizi dinliyorum.

      Babaları genellikle karşı tarafı dinliyor ve kısa sorular soruyordu. Çocukların bakışları onun üzerindeydi ve değişen yüz ifadelerinden anlam çıkarmaya çalışıyorlardı. Sanki bu gün planladıkları gibi geçmeyecekti. Yine de her şey telefon görüşmesi bittikten sonra babalarının yapacağı açıklamayla anlaşılacaktı. Şimdilik umutla beklemekten başka yapılacak bir şey yoktu.

      Bir ara babalarının:

      – Peki, siz hiçbir şey yapmayın ben hemen geliyorum, dediğini duydular.

      İşte bu kötüydü. Babaları gidiyordu. Bu demekti ki bu gün kır gezisi ve piknik yoktu. İki çocuğun kaşları çatıldı. İki dakika önceki sevinçli hallerinden eser kalmamıştı. Annelerinin neşesi de kaçmıştı ama o belli etmiyordu.

      – Arayan Sucular Köyünün muhtarıydı; dedi babaları.

      Pür dikkat onu dinliyorlardı.

      – Bir inek doğum yapamıyormuş. Doğum gece başlamış. Adamın tek ineğiymiş. Banka kredisi ile almış, daha borcunun çoğu da duruyormuş. Bu inek ölürse aileye büyük yıkım olacakmış. Muhtar “Yetiş Fatih Bey!” diye adeta yalvardı. Bugün de pikniğe gidecektik ama…

      Durakladı.

      Çocuklarının yüzlerine baktı. Üzgün görünüyorlardı.

      – Belki de kolay bir durumdur, dedi. Sucular Köyü on dakika sürer. İşimiz biter bitmez dönerim. Pikniğe biraz geç gideriz, tamam mı; ne dersiniz?

      Küçük oğlan “ama baba yaa!” diyecek oldu, fakat daha doğmadan ölecek olan buzağıyı düşündü, şikâyetten vazgeçti.

      – Git baba, dedi. Fakat çabuk gel…

      Bu sözü duyar duymaz, babası yanağına kocaman bir öpücük kondurdu, ablasının başını okşadı ve “tamam çabuk geleceğim” diyerek hemen evden çıktı.

      Veteriner Fatih, kiracı olarak oturduğu tek katlı evin önündeki Reno marka arabasını çalıştırdı. Motorun ısınmasını beklerken bagajdaki çizme, önlük ve gerek olabilecek operasyon malzemelerini kontrol etti. Artık iyice eskimeye yüz tutmuş siyah geniş çantasında anesteziklere baktı. Her şey tamam gibi görünüyordu. Hızla direksiyona geçti, el frenini indirirken salonun penceresine doğru baktı. Çocuklar pencereden onu seyrediyorlardı. Onlara doğru bir el sallayıp yola koyuldu.

      Şiddetli bir kışın ardından köy yolları iyice bozulmuştu. Traktör tekerlekleri bazı kısımlara derin kanallar açmıştı. Sürat yapmak mümkün değildi. Çocuklara on dakika dediği mesafeyi kırk beş dakikada gidebilirse iyi sayacaktı. “Ah, dört çekerli arazi jiplerinden bir alabilsem!” diye düşündü. Ama şu ikinci el Reno’nun bile borcunu bitirememişti. “Kısmetse bir gün jipi de alırız…” diye geleceğe erteledi.

      Köye vardığında bir saattir toprak yollarda araba kullanmasın kendisini yorduğunu hissetti. Muhtar ve hayvan sahibi yola çıkmışlardı. Doğum yapamayan ineğin sahibi Hasan Ağayı görünce tanıdı. Kırk yaşında ancak vardı. Kamburlaşan sırtıyla, güneşten kararmış yüzündeki kırışıklarla, bitkin yorgun haliyle altmışında gösteriyordu. Yaşça kendisinden küçük olduğu kesin olan güler yüzlü karısı Fatma da en az onun kadar yıpranmıştı. Kızlarını evlendirmişlerdi. Geçen yıl küçük oğullarını yatılı okula gönderirken Hasan Ağa, Fatih’e akıl danışmıştı. Bu aileyi o zaman tanımıştı. Sucular köyünden yalnız onun oğlu imtihanı kazanmıştı. “Fakir halimizle altından kalkabilir miyiz? Nasıl para yetiştiririz!” diye geçen yıl bu köye bir gelişinde “Bir şey danışmak istiyorum” diyerek halktan uzaklaştırmış ve sıkılgan tavırlarla konuşmuşlardı.

      Hasan Ağanın evi hemen köyün girişindeydi. Onların minnettar bakışlarla “Hoş geldin!” deyişlerine kısaca karşılık verip arabanın bagajına yöneldi. Muhtar ve Hasan Ağa da ona yardım için yanına gelmişlerdi. Çizme ve tulumunu çıkardı. Köylüler daha yere koymadan elinden aldılar. O da rengi grileşen siyah çantasını son bir kez daha hızla kontrol ederek eline aldı.

      Eve doğru yürürken, Hasan Ağaya “Oğlandan haber var mı?” diye sordu. Hasan Ağa Veteriner Fatih’in oğlunu hatırlamasına ve sormasına çok memnun olmuştu. İçi bir an gururla doldu ama çok sürmedi. Ya inek ölürse… Oğlunu nasıl okuturdu? Duyduğu gurur bir anda bıçak olup yüreğine saplandı. “Aman Fatih Bey, gözünü seveyim…” diyebildi. Göz göze geldiler. Hasan Ağanın gözleri dolu doluydu. Taştı, taşacak…

      Fatih:

      – Sıkma canını, şimdi anayı da kurtarırız yavruyu da, diyerek omzuna vurdu.

      Kerpiç duvarla çevrilmiş avluya girdiklerinde çoluk çocuk büyük bir kalabalığın kendilerini beklediğini gördü. Hoş geldin diyenlerden birisi, kendi yöntemleriyle hasta hayvanları tedaviye çalışan Avcı Fikret’ti.

      – Ne oldu Fikret Ağa, bu kez senin metotlar sonuç vermedi mi, diye takıldı.

      Fikret Ağa sanki bu soruyu bekliyormuşçasına:

      – Traktöre bağlayıp çekelim dedim amma bana dokundurmadılar.

      Cahillerin cesurluğuyla “Sen bir bak da yine de öyle yapalım!”

Скачать книгу