İki Çınar. Yakup Ömeroğlu
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İki Çınar - Yakup Ömeroğlu страница 4
– Çocuklar Alakız diyorlar, diyebildi.
Kapıdan içeri giren Veteriner Fatih, Alakızın kendisine baktığını ve gözlerinden yanaklarına doğru yaşlar süzüldüğünü fark etti. Köylüleri dışarı çıkararak tulumunu ve çizmelerini giydi.
Tek yerli ineğe göre bölünmüş küçük ahırda hareket etmek bile zordu. Eliyle kontrol ettiği yavrunun pozisyon bozukluğunu fark etti. Zavallı yavrunun sırtı dışarıya dönüktü. Buzağı rahim içinde başı dışarıya gelecek şekilde döndürülmeliydi. Kasılmalar bir ara verse bunu yapmak çok zor olmayacaktı fakat rahmin güçlü kasılmaları buzağıyı çevirmeye çalışan kolunu öyle kuvvetle sıkıştırıyordu ki, kan gitmeyen elinin uyuştuğunu hissediyordu. Ter içinde kaldı.
– Hasan Ağa, şu terimi sil, dedi.
Bu sözleri fırsat bilen Avcı Fikret:
– Veteriner Bey, uğraşma traktöre bağlayıp çekelim, diye araya girdi.
Fikrinin doğruluğunu bütün köylüye ispatlamak istiyordu. Olacak şey değildi. Hasan Ağa karısının aceleye getirdiği havluyla terini silerken, “Çıkarın şu adamı dışarıya!” diye bağırdı. Avcı Fikret’e sinirlenmesi sanki biraz daha kollarına güç gelmesine sebep olmuştu. Tekrar işine koyuldu.
Kasılmalar, buzağıyı uygun pozisyona getirmesine engel oluyordu. Kollarındaki takatsizliği vücudunda da hissetmeye başlamıştı. Hasan Ağanın yatılı okula gönderdiği oğlunu düşündü. Sonuna yaklaştığını hissettiği takatiyle bir daha çevirmeye çalıştı. İşte bu sefer başarmıştı. Rahim kasılmalarının da ara verdiği bir anda buzağının başını dışarıya doğru çevirmişti. Yüreğini bir sıcaklığının doldurduğunu hissetti. Yeni bir kasılma ile ana da yavru da kurtulacaktı.
– Hadi kızım dedi, boynunu çevirmiş kendisine bakan Alakız’a.
İneğin gözlerinden inen yaşlar, yüzündeki kılları ıslatarak yanağının uzunluğunca iz yapmıştı. İnekle göz gözeydiler.
– Hadi kızım, hadi Alakız, dedi Veteriner Fatih. Hadi bitti bu iş!
Hasan Ağa, heyecandan dizlerinin titrediğini hissediyordu. Ne yapacağını bilmez bir halde elindeki havluyu bileklerine dolamış, sıkıyordu. Ahır kapısının köşesinden onları seyreden karısının kıpırdayan dudaklarından dualar okuduğu belli oluyordu. Herkes nefesini tutmuştu.
Veteriner Fatih’in:
– Hadi kızım, iştee, iştee bu kadar, sözleriyle birlikte buzağının başı görünmüştü.
Buzağıyı kucağına alıp başını okşarken Hasan Ağa sevinç ve şaşkınlıkla önce kendi terini sildiği havluyu Veteriner Fatih’e uzattı. Fatih, havluyla buzağının burun deliklerini yüzünü okşar gibi kuruladı ve yattığı yerden boynunu çevirerek kendilerine bakan Alakızın, yavrusunu yalayabileceği bir yere bıraktı. Gözlerine bakarak:
– İşte bitti, diyordu ki inek koca gövdesiyle ayağa kalkıverdi.
Veteriner Fatih, daracık ahırda duvarla ineğin arasında sıkışıp kalmıştı. Bir anda olup bitene kimse anlam verememişti. Yavrusunu yalaması gereken Ala-kız, Fatih’i sıkıştırmıştı. Fatih, kaburgaları üzerindeki baskıyla bir yerlerini kıracağını düşünmeye başlamıştı. Korkusunu belli etmemeye, ses tonunu biraz önceki müşfikliğinde tutmaya çalışarak.
– Yavrunu yala kızım, diyebildi.
Alakız, başını iyice, Veteriner Fatih’in yüzüne doğru yaklaştırdı. Herkes nefesini tutmuş, kaygılı gözlerle olup biteni seyrediyordu.
Veteriner Fatih, sıkıştırıldığı yerde Alakızın, ellerini yüzünü yalamaya başlamasıyla sinirleri boşalarak ağlamaya başladı. Hıçkırıklarını tutamıyor, bu kez bambaşka duygularla konuşuyordu:
– Yavrunu yala kızım, sağ ol, Alakız sağ ol, sen yavruna bak!
Alakızın bu beklenmeyen teşekkürü herkesi çok duygulandırmıştı. Hasan Ağanın karısı da yönünü duvara dönmüş, başörtüsünün ucuyla gözlerini siliyordu.
Çocukların kendisini evde beklediklerini hatırladı.
Hasan Ağanın karısı, komşudan aldığı yoğurttan ayran yapmıştı. İki bardak üst üste içti. Muhtar ve Hasan Ağanın “Yemek vaktidir, bırakmayız yemeğe kal.” ısrarlarına “Başka zaman!” diyerek yola koyuldu.
Eve döndüğünde çocuklar penceredeydi. Babalarının döndüğünü görünce koşarak karşıladılar. Fatih, ikisini birden kucaklayıp havaya kaldırdı. İkisi de boynuna sarılmıştı. Yere bırakınca ikisi de biraz geriye çekilerek hep yaptıkları gibi:
– Ama baba inek kokuyorsun, dediler.
İlk defa “inek kokmaktan” bu kadar memnundu. Çocuklarının başlarını okşayıp:
– Hadi bakalım, ben duş alırken siz de hazırlanın, dedi. Bir telefon daha gelmeden pikniğe…
İKİ ÇINAR
Kulağını dayamış, ağaçtan gelen çıtırtıları dinliyordu. Kollarından destek alarak iri gövdesini ağaçtan uzaklaştırırken, dikkatli bakışlarla etrafında kendisini takip edenlere:
– Yıkılır bu ağaç. dedi.
Bir kaç adım geriye doğru atıp önce ağacın dalarına sonrada dibindeki kara izlere baktı. Başını kendinden emin bir tarz da sallayarak tekrar “yıkılır bu” dedi.
İl Kültür Müdürlüğünün uzmanıydı, o bilmeyecekti de kim bilecekti. Yanındaki genç elemanlara, asırlık ağaçların da bir kültürel değer olarak kıymetlendirilmesi anlayışının tarihî gelişiminden bahsetti. Avrupa’da bu işlere ne kadar büyük önem verildiğini örnekleriyle anlatırken yavaş yavaş ağaçtan uzaklaşmaya başlamışlardı. Kendilerini bir adım geriden takip eden külliyenin bekçisi Hamdi’ye doğru, kendi aralarındaki konuşmalarını bölmeden başları hoşçakal manasına birer işaret yapıp oradan uzaklaştılar.
Külliyenin emektar bekçisi, uzman ve beraberindekilerin arkasından dudaklarında ince bir tebessümle bakıyordu.
Daha önce de Çevre Müdürlüğünden uzmanlar gelmişlerdi.
Muradiye Külliyesinde çapı üç metreyi bulan çınarın gövdesine yıldırım düşmesi Bursa’da büyük etki oluşturmuştu.
Hem Çekirge gibi Bursa’nın lüks semtinin yanı başına yıldırım düşmesi hem de bu olayın Osmanlı Hanedanının aile kabristanında olması günlerce konuşulmuştu.
Gövdesine yıldırım düşen koca çınar ise yaralı bedeniyle o geniş dallarını taşımakta zorlanır olmuştu. Asırlara meydan okumuş çınarın yanından geçenler, ağacın gövdesinden gelen çıtırtıları duyabiliyordu.
Çevre Müdürlüğünden gelen