İnsan Olmak İstiyorum. Tölögön Kasımbekov
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İnsan Olmak İstiyorum - Tölögön Kasımbekov страница 15
–Sen benim bunları düşünmeyip yazın boş boş oturduğumu mu sanıyordun… Hadi yeni şişeyi aç da karşıma geç. He he he…
–Hm…
–Ne var lan seni de söylemiştim babama. Zaten ikimize yardım etmesini yazmıştı babam.
–Beni de mi yazdın? Şaka yapıyorsun. Ben kendime gelmeye başladım. Baş ağrısı geçti, etrafımdaki gürültüleri kulaklarım iyice duymaya başladı.
–He he… Şaka yapmıyorum, sen yengem misin8 sana şaka yapayım!
İşte bütün bedenim ateş gibi yanıyordu. Ne yapacağımı bilemeyip, şaşırdım. Mıktı, bana en yakın kan kardeşim, adamın hası gibi geldi.
Gerçekten Berdike Amca, dostuna inandığından dolayı yazmıştır mutlaka mektubu. Dost kara günde belli olur derler. Berdike’nin sözü yerde kalmaz. Zaten Berdike Amca da kötü bir adam değil. Sadece köy heyeti değil onu şehirdekiler de tanır, ona saygı duyarlar…
Yurda geç geldik. Mıktı, odaya girince kendi yataklarında kitap okumakta olan arkadaşlara bağırdı: -Yatsın herkes! Şimdi uyuyacağız!
Mıktı, ışıkları kapattı. Karanlıkta alelacele soyunup yatağına yattı. O anda diğer çocuklardan hiç biri buna bir şey demedi. Herkes yatmaya hazırlanıyordu. Ben karanlıkta ayakkabımın bağlarını görmüyor, çözemiyordum. Çaresizlikten kalktım ve ışıkları yaktım.
–Kardeşim arkadaşın bize hep takılıyor. Bu böyle gitmez… Babasının evi değil burası! diye bizim büyük kalpaklı dediğimiz delikanlı bana söylendi.
–Sen ne diyorsun? Dövdü mü seni? Geldi yattı, daha ne yapsın? Kitap mı okuyacaksın, git oku. Işıklar zaten açık, dedim. Mıktı uykuya dalmıştı, yoksa bu gürültüleri duymuş olsaydı kesinlikle kavga çıkarırdı. Ben o delikanlının konuşmalarını dinlemedim, üzerimi örttüm. Ama uyuyamadım. Hala aklımda Berdike Amca’nın mektubu vardı. Ne yazmış acaba! Benim hakkımda gerçekten yazmış mı? Yoksa Mıktı öylesine mi söyledi? Babamın dediklerini hatırladım: “Oğlum oku, dünyayı gör, millet tanı. Adam ol! İşte biz yarım eğitimle kaldık. Benim bitiremediğim okula sen devam et. Başkasının başımıza yönetici olmasına izin verme, kendi toplumuna baş olursun. Oğlum tekrar söylüyorum, büyük adam ol!” Babamın nasihatleri ve umut dolu sözlerinin hepsi aklımdaydı. ”Üniversiteyi kazanırsam, bitirirsem” diye düşünce dolaşıyordu kafamda. “Her durumda sözü geçen, gençlerin de yaşlıların da saygısını kazanan, hükümete değerli kişi ol!”
Gözlerimin altı kaşındı. Mıktı benden erken kalkmış da bir şeyle burnuma dokunuyor sandım. Korkarak hemen kalkıp üzerimden Mıktı’yı yere iteyim, bir daha böyle yapmaz diye düşündüm. Gözlerimi yavaşça açtım, yoktu. Güneş ışıkları pencereden içeri giriyordu. Her tarafta uçan bir sürü sinekten başka kıpırdayan canlı yoktu. Mıktı, sineklerden saklanır gibi yorganını başına kadar örtmüş, sadece saçları gözüküyordu.
Zorla başımı kaldırdım. Bütün bedenim ağırlaşmış, başım çok fena ağrıyordu. Kalkıp Mıktı’yı uyandırdım, banyoya girdim. Kafamı yıkayarak biraz kendime geldim. Döndüğümde Mıktı, hâla uyanmamıştı. Üzerinden yorganını çektim, yine de kalkmadı. Hiç bir şeyi hissetmedi galiba. Sanki bir dev uyuyordu. Bir dalga geçeyim dedim, çaydanlıktaki suyu üzerine döktüm.
–Kalk hadi!
Mıktı, elektrik çapmış gibi hemen kafasını kaldırdı.
–Deli misin sen lan! Uyuyan insana, su dökersen ödü kopar. Ne gülüyorsun? Hiç durmadan ağzına geldiği gibi bana sövmeye başladı.
–Senin şakana başlarım şimdi ahmak!
–Sövme! Seni de diğer insanlar gibi sempozyuma gitmen için uyandırmıştım.
İkimiz de hiç konuşmadan giyindik ve ayrı ayrı yurttan çıktık. Yolumuz bir olduğundan beraber sınıfa geldik. Sempozyum Rus dili üzerineydi, biz geldiğimizde başlamıştı artık. Yakalarına nakış işlenmiş ipek gömlekli adam soruları cevaplıyor, ortada dolaşıyordu. Bir iki cümleye morfolojik tahlil de yapılmış galiba, tahtada silinmeden duruyordu.
Mıktı, yanımda dikkatle dinliyormuş gibi oturuyordu. Ben de baktım ama hiç bir şey anlamadım. Hocanın anlattıkları bir kulağımdan giriyor öbür kulağımdan çıkıyordu. Ne kadar kendimi zorlasam da hiçbir şey aklımda kalmadı.
–Gidelim ya… dedi, Mıktı. Karnım ağrıyor.
–Hadi! dedim, hemen. Benim de zaten karnım çok kötü ağrıyor, başım ağırlaştığından sanki boynumu da tutamıyor gibiydim. Şapkalarımızı elimize alarak yavaşça salondan çıktık. O kadar insanın arasından hiç kimse bize “Nereye gidiyorsunuz konferansı bırakıp, kendinize faydalı olur” demedi.
Şehrin büyük mağazalarını her gün dolaşıyoruz, ama görmekle gönül doymuyordu. Bugün de bir kuruşluk bile alışveriş yapmadan sadece dolaştık. Sonunda karnımız acıktı. Ayaklarımız kuvvetsiz kaldığında çarşıdan üç soma bir karpuz alıp, bir kenara çarpıp yedik, tekrar döndük.
Mıktı önde, ceketini çıkarmış omzuna atmış, benimki elimdeydi.
–Asılbek, çok güzel bir montmuş değil mi? Cebi dışında kuşağı da vardı. Bana tam uydu, tam 48 bedenmiş ya!
–İnsanın canının istediği her şey varmış şehirde.
–Asılbek. Hani Volga geçti ya, Oo arabaya bak! Araba parlıyordu. Asılbek düşünsene, ikimiz de milletvekili olursak volgayla gezerdik. Ben gülerek cevap verdim:
–Bıraksana rüyanda bile göremezsin!
–Rüyamda mı göremem! Sen, bu milletvekillerinde bizden fazla bir şey mi var sanıyorsun. Hayır, her şey şansa bağlı, şansın varsa yükselirsin işte.
–Gerçekten de şans büyük bir şey. Ben konuşmadım.
Üstelik o milletvekilleriyle arkadaş sırdaş olmadığıma göre, o öyle, bu böyle de diyemem. Milletvekili değil hatta yanında çalışanları bile görmedim ki bu güne kadar.
–Asılbek diye seslendi Mıktı bana bakarak. Altınlar gerçek olursa parlar değil mi?
O saatler gerçek miydi sence yoksa sahte mi? Mıktı hayallerine devam etti. Biz yoldan giderken iki bin som bulursak ay ne güzel olurdu. Hemen mağazalara gidip giysi alırdık, altın saat alırdık. Ben şey… Volga da alırdım. Sen ne alırdın?
–Ben mi, ben yarısını verip üniversiteye girerdim.
–Bırak ya, deli misin, o kadar parayı üniversiteye mi harcayacaksın?
Biraz sonra daha tatlı düşünceler Mıktı’nın kalbini kapladı:
–Eyvah, dükkânda yeni asker giysisi varmış. Şu subaylar çok rahat bence; askerler görünce kıpırdamadan dura kalır. Güzel hanımların
8
Kırgızlarda yengelerle şakalaşmak yaygın bir gelenek. (Ç.N.)