İnsan Olmak İstiyorum. Tölögön Kasımbekov
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İnsan Olmak İstiyorum - Tölögön Kasımbekov страница 13
–Öldür öldür beni! Yazıklar olsun sana!
–Ayıp sana şerefsiz! diye Saragül Teyze araya girdi.
Rasul’un ödü koptu, etrafa bakarak ağlamaya başladı. Kökö, duvara yaslanarak duruyordu, dayanamadı galiba koşarak gelip teyzesinin eteğinden çekti.
–Yeter yeter artık! diye bağıran yetimin yüzü kıpkırmızı oldu. Şeker, masallardaki cadılar gibi Kökö’yü elinden tutarak yere düşürmek üzereyken Rayımcan, kolundan tuttu.
–Bırak artık Şeker! diye kendini zorla tuttu. Şimdi saygı ortadan kalkmadan evine git. Nasılsa sen bir bayansın, hem de bacımsın. Yerinde bir erkek olsaydı… Kavgayı uzatmayalım. Bilirsin bu kavgaların sonunda mahkemede çocuğun kendisine sorarlar.
–Gelmem seninle, gelmem… diye bağırarak Kökö, şu cadıdan uzaklaşmak istemiş gibi içeriye girdi… Beni dövüyorsun, beddua ediyorsun, git ben seninle gelmem. Git…
Gürültüden dolayı evin etrafındaki herkes bakıyordu. Çoktan beri ortalıkta gözükmeyen Çoro, geldi:
–Kardeşim birisinin evladını alma hakkını sana kim verdi?
Rayımcan zaten Şeker’in, bağırıp çağırmasından dolayı zor dayanıyordu. Bunun konuşması da üstüne geldi.
–Şimdi sıra sende mi! Sen burnunu sokma! Sus sen, konuşma lan!
–Sen kimsin ki beni susturacaksın?
–Sana ne! Senin gibi tüccarların çoğunu hapse attırırım. Duydun mu sen! Seninle yarın konuşuruz!
–Bakarız… Bakarız!
–Zavallı yetime eziyet veren kimmiş acaba! Bakarız kim olduğuna… bakarız.
Bir anda Taşıbek Amca geldi.
–Rayımcan bu ne kavgası?
–Öylesine Taşıke, Yusuf’tan kalan evlat vardı ya… Onun tartışması işte, diye Rayımcan suratını asarak konuştu.
–Biliyorum. Geçen de senin oğlunla yumruklaşırken durdurmuştum onları. Ne oluyor şimdi?
Çocuğun tarafının haklı olarak kavga çıkardığını düşünmüştü yaşlı adam… Olayın nedenini Saragül Teyzeden öğrendi. Biraz düşünerek oturduktan sonra şöyle bir şey söyledi:
Atı zayıf diye yola bırakma
Adamı,
Su olan nehirde ağaç büyür.
Ölmeyen kul hayvan bulur.
Mal bulana dek
Akraba dostlar elden gider;
Ot olmayan çöllere,
Ot çıkarsa bir gün;
Tay bile geçemez.
Yoksulun fakirin hayvanı olursa,
Koşturursa da göçe yetişmez.
Evladım, bu eskiden kalan hikmet… Bunu herkes anlayamaz. Zaman dediğin bir göç misali… Şimdi evladım yetimi göçe geciktirme. Sana teşekkürden başka diyeceğimiz yok.
Aksakalın konuşmaları Rayıncan’ın düşüncelerini daha derinleştirdi. Kaynana ile gelinin de gönlünü neşelendirdi. Saragül Teyze sevinçle Rasul ile Kökö’yü birbirine sımsıkı sarılttı:
–Kurbanınız olayım, siz bugün kardeş oldunuz! Bu aksakal amcanız gibi sarı dişli, yaşlı olunuz. Ömrünüz uzun, yolunuz uğurlu olsun! diye dua etti. Sonra Kökö’yü Şirin’in tarafına geçirdi. Şirincan oğlunun alnından öp! Öp canım!
Şirin, gülerek gel yavrucuğum! der gibi iki kolunu Kökö’ye doğru uzattı. Anne merhametini özleyen zavallı Kökö’nün gözleri doldu, tereddüt etmeden Şirin’in göğsüne başını koydu.
İNSAN OLMAK İSTİYORUM
Kurbanın olayım ana vatan! Karşıla beni doğduğum yer! Mavi gökyüzü, pamuk gibi beyaz dağları dolaşan bulutları, kendi evinin içi gibi tanıdık, göz alıcılığına vurulduğum benzersiz ülke. Yüksek dağları, yemyeşil dereleri, şırıl şırıl akan suları kendi evin misali… Havası da mükemmel, gönlünü neşelendirir. Anne sütü gibi mis kokuyor. Ben üniversite sınavına giderken buğday daha yeni toplanmaya başlamıştı, şimdi samanlar tepe gibi yığılmış, ürünler ambara yerleştirilmiş; mısırlar, ceviz, elma, üzüm, vişne ağaçları dallarını yere eğmiş, toprak bereketini bol bol veriyordu.
Eski okul çantam elimde, mısır tarlalarının kenarından geçerek yanında bir dut ağacı bulunan kırmızı evin kapısına yaklaştığımda babamla yüz yüze geldik. Beni görünce donup kaldı.
–Gel oğlum! diye bana heyecanla seslenerek beni baştan aşağı süzdü.
Bu sırada içeriden annemin sesi duyuldu.
–Asıl mı? Yavrucuğum!
İkisi de beni ortalarına alarak öpüyor, okşuyordu. Beni baba ve anne merhametiyle sevdiler. Annem aceleyle başımdan su dolaştırarak yere döktü ve eve aldı beni.
Evin içi bana değişmiş geldi. Duvarları alçak, pencereleri küçücük, içi karanlıktı. Tabanın köşelerinde örümcek ağları, her yerden çürümüş küf kokusuna benzer bir koku geliyordu.
–İşler nasıl, diye sordu babam yanımda otururken. Az önceki neşeden yüzünde hiçbir iz kalmadı. Kötü haber bekliyormuş gibi suratını asarak bana tekrar baktı. Burnumu çekerek başımı önüme eğdim:
–Sınavdan geçemedim… O da… Mıktıbek de kazanamadı…
Babam hiç ses çıkarmadı. Bu sırada annem:
–Bırak artık niye suratını astın bu kadar? Okumazsa ne olur ki. Babam bunları duymak bile istemedi söylenerek dışarı çıktı:
–Ben de okuyacak, adam olacaksın sanıyordum…
Annem alnımdan okşayarak:
–Kurbanın olayım, zayıflamışsın, hastalandın mı yoksa? Babanı boşver, her zamanki alışkanlığı… Okumazsan da bir şey olmaz, yeter ki canın sağ olsun!
Annem bıçak gibi taşa çarpıp, kırılan gönlümü teselli etti. Hayal kırıklığını bir anlık da olsa unuttum. Dünyada benden mutlu insan yoktu sanki. Bana da bir teselli verecek insanın olmasından dolayı oldukça mutluydum. Kuş gibi zıplayarak annem hemen sofrayı hazırladı; ekmek ve bir kâse yoğurt getirdi. Yol yorgunluğundan sonra iştahım kesilmişti. Kuru ekmeği canım çekmedi, yoğurttan biraz yedim.
–Babanın zaten canı sıkkındı. İşten çıkarmışlar. Sonra öğrenirsin nedenini.
Babam işini canı kadar severdi. Gece gündüz demeden çalışıyordu. “Bugün aksakal Ak-su ilçesine git dedi, bugün aksakal başka kolhozo git, dedi. Oğlum, bu başkanların dedikleri kanun! Laf edemezsin, ağzını açınca