Vadideki Zambak. Оноре де Бальзак

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Vadideki Zambak - Оноре де Бальзак страница 13

Жанр:
Серия:
Издательство:
Vadideki Zambak - Оноре де Бальзак

Скачать книгу

kimse Mösyö de Mortsauf’un yetersizliğini fark edemezdi çünkü karısı, yıkımlarını sarmaşıktan kalın bir pelerinle örtmüştü. Kont’un, kolay hoşnut edilemeyen değişken mizacı, karısının varlığında, gizli yaralarının âdeta merhemlerin serinliğiyle yumuşadığını hissederek uzandığı nahif ve rahat bir dünya bulmuştu.

      Bu hikâye, Mösyö de Chessel’in üstünü kapamaya çalıştığı bir kırgınlığın etkisiyle söylediği sözlerin en basit ifadesidir. Dünyaya bakış açısı, Clochegourde Şatosu’nda gömülü sırların birkaçını keşfetmesini sağlamıştı. Lakin Madam de Mortsauf, ulvi tavırlarıyla başkalarını kandırsa da aşkın o sezgi gücü yüksek duyularını aldatamadı. Küçük odamdayken gerçekliğin sezgisi beni yatağımdan sıçrattı, odasının pencerelerini görebildiğim hâlde, şu an burada, Frapesle’de olmaya katlanamadım; üstümü giyinip sessizce aşağı indim ve sarmal bir merdiveni olan kulenin kapısından geçerek şatodan çıktım. Gecenin soğukluğu kendime getirmişti beni. Moulin Rouge Köprüsü’nden Indre’i geçtim ve Azay tarafındaki son pencerede bir ışığın parladığı Clochegourde’un önündeki o mutlu kayığın yanına geldim. Eski ama dingin düşüncelerimle yeniden bir aradaydım, aşk geceleri şairinin sesi ve bülbülün tek notalı ezgisi birbirine karışıyordu. İçimde, o zamana dek parlak geleceğimi örten örtüleri kaldıran hayaletler gibi süzülen düşünceler uyanıyordu. Ruhum da duygularım da büyülenmişti. Derinden arzularım nasıl da ona kadar uzanıp gidiyordu! Kendime kaç kez, bir deli gibi, tekrarladım şu sözleri: “Benim olacak mı?” Evren daha önceleri de devasaydı benim için, ne var ki tek bir gecede kendisine bir merkez edinmişti. Emellerim ve ihtiraslarım ona bağlandı, kırık yüreğimi onarmak ve doldurmak için onun her şeyi olmayı diliyordum. Değirmen çarklarından dökülen suların, Saché çan kulesinin saat başı çalan çanlarının sesiyle, onun penceresinin altında geçen bu gece ne de güzeldi! Hayatımı aydınlatan yıldızlı goncanın parladığı gece boyunca, Cervantes’in ünlü eserinde okurken alay ettiğimiz o zavallı Kastilya şövalyesinin ve aşka doğru attığımız ilk adımların inancıyla ruhumu ona bağladım. Sabahın ilk ışıklarını, ilk kuş cıvıltısını fark edince Frapesle parkına kaçtım; köydekiler beni görmedi, kimseler anlamamıştı sıvıştığımı ve ben, kuledeki çanlar öğle vaktini haber verene dek uyudum. Yemekten sonra, sıcağa rağmen Indre’i ve adalarını, vadiyi ve tepeleri görmek için ipini koparmış bir at gibi hızla çayıra indim, kayığıma, söğütlerime, Clochegourde’uma yeniden kavuştum. Öğle vakti kırlarda olduğu gibi her yer sessiz ve ürperticiydi. Hareketsiz yapraklar göğün mavisinde bariz bir şekilde seçiliyordu; ışıkla beslenen kuduz böceği, yeşil yusufçuklar, kantaritler dişbudak ağaçlarına, sazlarına doğru uçuyordu; sürüler gölgelerde geviş getiriyordu, bağların kızıl toprağı sıcaktan kavruluyor, karayılanlar kayaların yamaçlarından kıvrılıyordu. Uyumadan önce öylesine zarif ve şirin olan bu manzara şimdi nasıl da değişmişti! Aniden kayıktan fırladım ve Kont’un dışarı çıktığını sandığım Clochegourde’un etrafından dönmek için yola koyuldum. Haklıydım, Kont çitin yanından yürüyor ve şüphesiz nehrin kıyısındaki Azay yoluna açılan bir kapıya doğru gidiyordu.

      “Bu sabah nasılsınız Sayın Kont?”

      Kendisine böyle seslenildiğini sık sık duymuyormuş gibi mutlu bir ifadeyle baktı bana.

      “İyiyim.” dedi. “Görüyorum da kırları bu sıcakta gezecek kadar seviyorsunuz!”

      “Ne de olsa beni buraya hava almam için gönderdiler, öyle değil mi?”

      “Eh, madem öyle benimle gelip çavdarın nasıl biçildiğini görmek ister misiniz?”

      “Memnuniyetle.” dedim. “Fakat itiraf etmeliyim ki ben ne çavdarı buğdaydan, ne kavağı titrek kavaktan ayırt edebilirim; ekim ya da toprağı işlemenin farklı işlemlerini hiç bilmem.”

      “İyi ya işte, gelin.” dedi neşeli bir hareketle arkasını dönerken. “Yukarıdaki küçük kapıdan girin.”

      O, çitin içinde ben dışında, öylece yürümeye başladık.

      “Mösyö de Chessel yanında hiçbir şey öğrenemezdiniz.” dedi. “Kendisi, kâhyasının hesaplarını denetlemekten başka hiçbir işle uğraşmayacak kadar soylu bir beyefendidir.”

      Avlularını ve binalarını, hobi bahçelerini, meyveliklerini ve bostanlarını gösterdi bana. En sonunda ise beni nehrin kenarında akasyalar ve Japon ağaçlarıyla dolu uzun bir yola götürdü; orada, yolun diğer tarafında çocuklarıyla ilgilenen Madam de Mortsauf’un bir bankın üzerinde oturduğunu gördüm. Ne güzel görünürdü bir kadın o titreyen yaprakların altında! Belki de gösterdiğim bu safça acelemden dolayı şaşırmıştı ama yanına gideceğimizi bildiği için hiç istifini bozmadı. Kont, oradan geçerken daha önce geçtiğimiz yüksekliklerden tamamıyla ayrı bir manzara sunan vadiyi izletti. Orada İsviçre’nin minik bir köşesinde hissedebilirdiniz kendinizi. Indre’e karışan derelerin aktığı çayır, tüm enginliğiyle uzanıyor ve ilerideki buğular arasında gözden kayboluyordu. Montbazon tarafında göz alabildiğine yeşil bir alan uzanıyordu ve diğer taraftaki yollar tepelerle, ağaçlarla, kayalıklarla çevreleniyordu. Madam de Mortsauf’u selamlamak için ona doğru yaklaştığımız sırada Madeleine’e okuttuğu kitabı birden yere bıraktı ve sarsılarak öksüren Jacques’ı dizlerinin arasına aldı.

      “Ne oldu? Neyi var?” diye sordu Kont beti benzi atmış bir şekilde.

      “Boğazı ağrıyor.” diye yanıtladı beni görmemiş gibi davranan anne. “Yakında geçer.”

      Çocuğun hem kafasını tutuyor hem sırtını sıvazlıyordu, bu zavallı güçsüz yaratığa hayat veren iki ışıltı yayılıyordu gözlerinden.

      “İnanılır gibi değil bu tedbirsizliğiniz!” dedi Kont sert bir ifade ile. “Çocuğu nehrin soğukluğuna maruz bırakıyor, yetmezmiş gibi bir de taştan bir banka oturtuyorsunuz.”

      “Ama babacığım bank ateş gibi!” diye haykırdı Madeleine.

      “Yukarıda sıcaktan bunalmışlardı.” dedi Kontes.

      “Kadınlar her zaman haklı çıkmak ister!” dedi Kont bana bakarak.

      Bakışlarımla onu onaylamak ya da kınamaktan kaçınmak adına boğazının ağrıdığından şikâyet eden ve annesinin götürmek üzere hazırlandığı Jacques’ı izliyordum. Yanımızdan ayrılmadan önce kocasının şu sözlerini de işitti:

      “Dünyaya böyle sağlıksız çocuklar getiren kimse, onlara bakmasını da bilmeli!”

      Her bir kelimesinden haksızlık akıyordu bu cümlenin ama Kont’un haysiyeti, suçu karısına yükleyerek kendisini haklı çıkarmaya itiyordu. Kontes yokuşlardan, merdivenlerden uçar gibi çıktı. Camlı kapıdan içeri girdiğinde gözden kaybolduğunu gördüm. Banka oturan Mösyö de Mortsauf başını öne eğmişti, ne benimle konuşuyor ne bana bakıyordu. Aklımda güzel hatıralar bırakacağını düşündüğüm bu yürüyüşe veda etmem gerekiyordu. Hayatımda bundan daha korkunç bir çeyrek saat geçirdiğimi anımsamıyorum. Kendi kendime “Gitsem mi, kalsam mı?” diye sorarken boncuk boncuk terliyordum. Jacques’ın nasıl olduğunu sormayı unutacak kadar kim bilir ne kederli düşüncelere dalmıştı. Birden ayağa kalktı ve bana doğru yaklaştı. Arkamıza

Скачать книгу