Mrs. Dalloway. Вирджиния Вулф
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Mrs. Dalloway - Вирджиния Вулф страница 11
“Ne yapacaksın peki?” diye sordu. Ah, avukatlar uğraşacak, dedi Peter, Lincoln’s Inn’deki Messrs Hooper ve Grateley. Ve çakısıyla tırnaklarını törpülemeye koyuldu.
Tanrı aşkına, bırak şu çakıyı, diye bastıramadığı bir rahatsızlıkla içinden haykırdı; onun bu iflah olmaz ciddiyetsizliği, zayıflığı, başkalarının duygularını önemsemeyişi, Clarissa’yı sinirlendiriyordu, bu yaşta olacak iş mi bu?
Başıma gelecekleri biliyorum, diye düşündü Peter; karşımdakini biliyorum, diye düşündü, parmağını çakısının üzerinde gezdirirken, Clarissa Dalloway’i ve geri kalan hepsini; ama göstereceğim Clarissa’ya -ve aniden kendisini de şaşkınlık içinde bırakan, sanki dizginlenemeyen güçler tarafından boşluğa fırlatılmışçasına gelen bir gözyaşı selinin içinde buldu kendini; ağladı; en ufak bir utanç duymadan ağladı; kanepede otururken; yaşlar süzüldü yanaklarından.
Clarissa öne doğru eğilmiş, elini tutmuş, kendine doğru çekip öpmüştü; Peter’ın yüzünü yüzünde hissettiğinde göğsündeki tropik bir fırtınanın içinde kalmış gibi olan hanımpüsküllerine benzer tuğların gümüş parıltılarının savruluşu duruldu; Peter’ın elini tuttu, dizini okşadı ve arkasına yaslanırken, onunla o kadar huzurlu ve hafif hissediyordu ki kendini, ansızın içinde bir şey uyandı, onunla evlenmiş olsaydım, diye düşündü, bu sevinç bütün gün sürerdi!
Her şey bitmişti oysa. Çarşafı gergin, yatağı dardı. Kuleye bir başına çıkmış ve onları, böğürtlenlerle baş başa bırakmıştı. Kapı kapanmıştı, dökülen sıvaların tozu ve kuş pisliklerinin arasından ne kadar uzak görünüyordu manzara; sesler, cılız ve soğuk; bir seferinde (Leith Hill’deyken), diye hatırladı Clarissa; Richard, Richard diye haykırmıştı uykusundan uyanarak, karanlıkta elini uzatarak yardım isteyen biri gibi. Leydi Bruton’la öğle yemeğinde olduğu aklına geldi. Beni terk etti; sonsuza kadar yalnızım, diye düşündü, ellerini dizinin üstünde kavuşturdu.
Peter Walsh ayağa kalkıp pencerenin kenarına gitmiş, sırtını dönmüş, elindeki mendili iki yana doğru sallamaktaydı. Mükemmel, sert ve perişan görünüyordu, sıska omuzları ceketini hafifçe yukarı kaldırıyordu. Beni de götür, diye düşündü içgüdüsel olarak, sanki Peter büyük bir yolculuğa çıkacakmış gibi ama sonra, sonraki anda, sanki bir tiyatro oyununun çok heyecanlı ve duygu yüklü beş perdesi bitmiş ve sanki tüm hayatını o oyunun içinde geçirmiş, Peter’la kaçmış ve onunla sürdürmüştü ömrünü ve şimdi her şey sona ermişti.
Artık kıpırdama zamanıydı; paltosunu, eldivenlerini, opera dürbününü alıp, operadan sokağa çıkmaya hazırlanan bir kadın gibi kalktı kanepeden ve Peter’ın yanına gitti.
Çok tuhaf, diye düşündü Peter; gücün hâlâ onda oluşu, tıngır mıngır, hışırtılarla gelirken ona doğru, güç hâlâ ondaydı; kendisinin nefret ettiği ayı Bourton’daki terasta göğe yükselten de onun o gücüydü.
“Söyle bana…” dedi Clarissa’yı omuzlarından yakalayarak. “Mutlu musun Clarissa? Richard seni…”
Kapı açıldı.
“İşte benim Elizabeth’im!” dedi Clarissa, hisli bir şekilde hatta biraz fazla duygusallaşarak.
“Nasılsınız?” dedi Elizabeth onlara yaklaşırken.
Big Ben’in buçuğu duyuran sesi aralarında olağanüstü bir güçle yayıldı, sanki umursamaz, kayıtsız, güçlü genç bir adam, var gücüyle gülleleri bir o yana bir bu yana savuruyordu.
“Merhaba, Elizabeth!” diye bağırdı Peter, mendilini cebine sokuştururken hızla kızın yanına gitti, Clarissa’ya dönüp bakmadan “Hoşça kal, Clarissa!” dedi ve odayı aceleyle terk etti, aşağı doğru koşarak indi; holün kapısını açtı.
Onun ardından koşarken “Peter! Peter!” diye haykırdı Clarissa, “Partim! Partim bu gece! Unutma!” diye bağırdı, dışarının gürültüsünü bastırmak için sesini yükseltmek zorunda kalmıştı; trafik, saatlerin gürültüsü sesini bastırdı, “Geceki partimi unutma!” Peter Walsh arkasından kapıyı kapatırken cılız ve narin sesi gittikçe uzaklaşıyordu.
Partimi unutma, partimi unutma, diye söyleniyordu Peter sokağa çıkarken, Big Ben’in buçuğu vuran keskin sesine uyarak, aynı tempoda tekrarlıyordu (Kurşuni halkalar havada eridi.). Ah şu partiler, diye düşündü; Clarissa’nın partileri! Neden bu partileri verir sanki, diye düşündü. Ne onu ne de yakasında karanfil ve frakıyla ona doğru gelen o erkek bozuntusu suçluyordu. Dünyada yalnız tek bir kişi kendisinin durumunda olabilirdi, yani âşık. Ve işte oradaydı, Victoria Sokağı’nda bir otomobil imalatçısının vitrinine yansıyordu yüzü; o şanslı adam, kendisiydi; Hindistan arkasında kalmıştı; ovalar, dağlar, kolera salgınları, İrlanda’nın iki katı büyüklüğünde bir alan; kendi başına almak zorunda kaldığı kararlar; Peter Walsh, yani kendisi hayatında ilk defa âşıktı. Clarissa katılaşmış, duygusallığından da bir şey kaybetmemiş, diye düşündü otomobillere bakarken -mil başına kaç galon benzin yakarlar acaba? Zira mekaniğe ilgisi vardı; Hindistan’da oturduğu bölgede değişik bir saban üretmişti, İngiltere’den el arabaları getirtmişti ama yerlilere kullandırtmamıştı, bütün bunlardan Clarissa’nın hiç haberi yoktu.
“İşte benim Elizabeth’im!” deme şekli rahatsız etmişti Peter’ı. Neden basitçe “İşte Elizabeth!” dememişti ki? Samimiyetsizdi. Hem Elizabeth’in de hoşuna gitmemişti (Buçuğu vuran müthiş sesin son titreşimleri etrafını kuşatan havayı hâlâ sarsıyordu; erkendi daha; saat on bir buçuktu.). Peter gençleri anlardı; onları severdi. Clarissa eskiden beri hep soğuktu. Genç kızken bile çekingendi; orta yaşa gelince resmiyete dönüşen cinsten, sonra hepsi biter, hepsi biter, diye düşündü, vitrinin derinliklerine ümitsizce bakarken, acaba o saatte gitmekle ayıp mı etmişti, Clarissa’yı rahatsız mı etmişti; budalalığından utanç duydu aniden; ağlamış, duygusallaşmış, her şeyi anlatmıştı yine, her zamanki gibi.
Bir bulutun güneşi ardında bırakışı gibi çöker sessizlik Londra’ya ve zihinlere. Çabalar durur. Zaman direklere çarpar. Orada dururuz; orada kalırız. Kaskatı; alışkanlığın iskeleti yeter ayakta tutmaya insan gövdesini. O da bomboştur, dedi kendi kendine Peter; içinin oyulduğunu, bomboş kaldığını hissediyordu. Clarissa reddetti beni, diye düşündü. Orada dururken, Clarissa beni reddetti, diye düşündü.
Ah, diyordu St. Margaret’ın çanı, tam vaktinde salona girip konuklarının çoktan gelmiş olduğunu gören bir ev sahibesi gibi. Geç kalmadım ki! Saat tam on bir buçuk, diyordu. Yine de tamamıyla haklı olmasına rağmen, ev sahibesi olduğu için kişiliğini gizleme gereği duyuyor. Geçmişin kimi kederleri; şimdinin kimi tasaları onu durduruyor. On bir buçuk diyordu, St. Margaret’ın sesi yüreğinin kovuklarına kayıyor ve kendini sesin halkalarına gitgide gömüyordu, âdeta içini dökmek isteyen, açılmak isteyen, zevkten titreyerek huzurda olmak isteyen canlı bir şey gibi -tıpkı Clarissa gibi, diye düşündü Peter Walsh, tam