Gora. Rabindranath Tagore
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Gora - Rabindranath Tagore страница 5
“Ah, Binoy!” dedi sabrı tükenen Gora. “Hayal âleminde yaşamaktan vazgeç artık. Bu hiçbir işe yaramıyor, yalnızca sana zaman kaybettiriyor.”
“Çevrende olup bitenleri hiç önemsemiyorsun. Onun için göremediğin şeyleri kafanda canlandırıyorsun. Ben annenin bir sırrı olduğundan eminim, bu onun çevresiyle uyum sağlamasına engel olan ve aile yaşamındaki mutluluğuna gölge düşüren bir sır. Gora, onun söylediklerini daha dikkatli dinlemelisin.”
“Ben kulağımın işittiği her şeye dikkat ediyorum.” dedi Gora. “Ama kendimi kandırmaktan korktuğum için olayların derinine inmiyorum.”
4
Soyut görüşler de somut gerçekler kadar güçlüdür ama insanlara aşılanmak istenildiğinde kesinliklerini yitirirler. Bu, en azından kalbinin sesini dinleyen Binoy için geçerliydi. Bir tartışmada inandığı ilkeleri ne kadar hararetle savunursa savunsun, sıra bunu insanlara kabul ettirmeye geldiğinde onların düşünceleri üstün gelirdi. Bu konuda öyle zayıftı ki, Gora’nın ilkelerinin ne kadarını kendi iyiliği için, ne kadarını yakın arkadaşlıklarının hatırına kabullendiğini kendisi bile bilmezdi.
O yağmurlu günün akşamında, Gora’nın evinden çıktıktan sonra çamurlu sokaklarda yavaş yavaş evine doğru yürürken ilkelerle duyguları arasında bir çatışma yaşıyordu.
Gora, içinde bulundukları dönemde toplumu açık ve gizli saldırılardan korumak için her şeyden önce aile düzeni ve kastlarla ilgili konuların üzerinde durulması gerektiğini söylediğinde, Binoy hiç karşı çıkmadan buna katılmıştı. Bunun da ötesinde, bu konuda onlarla aynı görüşte olmayanlarla ateşli tartışmalara girmişti. Onlara, düşman her yönden kaleye saldırdığı zaman insanın yaşamını tehlikeye atarak bütün sokakları, kapıları, pencereleri, hatta düşmanın kaleye sızmasına olanak verecek küçük çatlakları bile korumak istemesinin liberal düşünceye ters düşmediğini söylemişti.
Ama Gora’nın, annesinin odasında yemek yemesine izin vermemesi onu derinden etkileyen bir darbe olmuştu.
Binoy babasını hiç tanımamıştı, annesini de küçük yaşlarda kaybetmişti. Köyde bir amcası vardı ama genç yaşlarda Kalküta’da okula girmiş ve yalnız yaşamaya başlamıştı. Arkadaşı Gora’nın onu annesiyle tanıştırdığı günden beri Anandamoyi’yi “anne” diye çağırıyordu.
Sık sık Anandamoyi’nin odasına gider ve ona sevdiği şekerlemeleri yaptırana kadar peşinden ayrılmazdı. Anandamoyi sofrada yemek servisi yaparken annesinin oğlunu kayırdığını söyler ve Gora’yı kıskanırmış gibi kapris yapardı. İki üç gün ziyaretine gitmezse, Anandamoyi’nin onu merak edeceğini ve ona leziz yemeklerini tattırmak için gelişini dört gözle bekleyeceğini bilirdi. O Gora ile birlikteyken konuşmalarının bitmesini nasıl sabırsızlıkla beklerdi! Ama o gün, din adına, onunla birlikte yemek yemesi yasaklanmıştı! Acaba Anandamoyi buna dayanabilecek miydi ve kendisi bunu hoş görebilecek miydi?
Kadın gülümseyerek: “Bundan sonra senin yemeğine dokunmayacağım ve her şeyi bir Brahman’a hazırlattıracağım.” demişti. Binoy evine vardığında, “Kim bilir ne kadar çok üzülmüştür.” diye düşündü.
Boş odası karanlık ve dağınıktı, her yer gelişigüzel sağa sola atılmış kitap ve kâğıt doluydu. Bir kibrit çaktı ve uşağın parmak izleriyle kirlenmiş lambayı yaktı. Yazı masasının üzerine örttüğü beyaz örtü yağ ve mürekkep lekesi içindeydi. İçeride kendini boğulur gibi hissetti. Bir hayat arkadaşının yokluğu ve sevgisizlik onu bunaltıyordu. Ülkenin kurtuluşu ve dinin korunması gibi görevler ona anlamsız ve gerçek dışı geliyordu. Güzel bir temmuz sabahı uçarak kafesine giren ve tekrar uçup giden “bilinmeyen kuş” hepsinden daha gerçek görünüyordu. Ama Binoy düşüncelerini bu “bilinmeyen kuş” üzerinde yoğunlaştırmamakta kararlıydı; kendini sakinleştirmek için Gora’nın annesinin ona yasaklanan odasını gözünün önünde canlandırmaya çalıştı.
Cilalı çimento zemin her zaman özenle temizlenirdi; yumuşak yatak, kuğu kanadına benzeyen beyaz bir yatak örtüsü ile örtülüydü; yanındaki küçük taburenin üzerinde her akşam yakılan bir lamba dururdu. Anandamoyi odasında rengârenk ipliklerle diktiği yama işi yorganın üzerine eğilmiş, bozuk Bengal şivesiyle ayaklarının dibinde oturan hizmetçisi Laçmi ile sohbet ediyor olmalıydı. Ne zaman canı bir şeye sıkılsa, her defasında o yorganı eline alırdı. Binoy, işine dalmış olan Anandamoyi’nin sakin yüzünü görür gibi oldu ve kendi kendine mırıldandı; “Bu aydınlık, sevgi dolu yüz beni yanlış bir yola sapmaktan korusun. O benim için ana vatanımın simgesi olsun ve görevimi yaparken bana güç versin.” Sonra sessizce ona, “Anne!” diye seslendi. “Hiçbir kutsal metin bana senin sunduğun yemeğin tanrıların içkisinden farksız olduğunu kanıtlayamaz.”
Odanın sessizliğinde büyük duvar saatinin tik takları duyuluyordu, Binoy orada daha fazla kalamayacağını hissetti. Bir kertenkele duvarda, lambanın ışığının altında böcek yakalıyordu. Bir süre onu izledi, sonra ayağa kalktı ve şemsiyesini alıp dışarı çıktı.
Nereye gideceğine karar veremiyordu. Aslında evden Anandamoyi’ye gitmek için çıkmıştı ama bir anda o günün pazar olduğu aklına geldi ve Brahmo Samaj’da vaaz veren Keşub Babu’yu dinlemeye karar verdi. Vaazın bitmek üzere olduğunu biliyordu ama bu onun fikrini değiştirmedi.
Oraya vardığında cemaat dağılmaya başlamıştı, elinde açık şemsiyesiyle sokağın köşesinde dururken, yüzünden iyilik akan Pareş Babu’nun dışarı çıktığını gördü. Yanında aile üyelerinden dört ya da beşi vardı ama Binoy’un gözü, yalnızca birinin, yanından geçtiği sokak lambasının ışığıyla aydınlanan genç yüzünü görüyordu. Sonra denizin karanlığındaki bir hava kabarcığı gibi yitip giden arabanın tekerleklerinin sesi duyuldu.
Düşüncelerinin içinde kaybolan Binoy, o akşam bir daha Gora’ya gitmedi ve kendi evine döndü. Ertesi gün akşamüzeri her şeye yeniden başladı ve uzun bir yürüyüşten sonra akşamın karanlık bulutları kentin üzerine çökerken, kendini Gora’nın evinde buldu.
Binoy içeri girdiğinde, Gora lambasını yakmış yazı yazıyordu. Kâğıttan başını kaldırıp sordu: “Ee, Binoy, seni buraya hangi rüzgâr attı?”
Bu soruya kulak asmayan Binoy: “Sana bir şey sormak istiyorum Gora.” dedi. “Hindistan sana gerçek görünüyor mu? Gece gündüz düşlerinde yaşattığın bir Hindistan’ın olduğunu biliyorum ve onu nasıl düşündüğünü öğrenmek istiyorum.”
Gora yazmayı bıraktı ve keskin bakışlarını Binoy’a dikti. Sonra kalemini masaya koydu ve sandalyesinin arkasına yaslanarak yanıt verdi: “Nasıl okyanusa açılan bir geminin kaptanı hem çalışırken, hem de dinlenirken sürekli varacağı limanı düşünürse, ben de Hindistan’ı öyle düşünüyorum.”
“Peki senin bu Hindistan’ın nerede?” diye sordu Binoy.
Gora elini kalbinin üzerine koyarak haykırdı: “Benim pusulamın iğnesinin gece gündüz gösterdiği yerde! Burada, Marshman’in