Gora. Rabindranath Tagore
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Gora - Rabindranath Tagore страница 7
İlk karısı doğum yaparken öldüğünde daha yirmi üç yaşındaydı. Annesinin ölümüne neden olan oğlunu görmeye dayanamayan Krişnadayal, umutsuzluk içinde bebeği kayınpederine vermiş ve her şeyi geride bırakarak batıya gitmişti. Altı ay içinde Benares’in büyük panditlerinden birinin öksüz torunu Anandamoyi ile evlenmişti.
Taşrada levazım sınıfında bir iş bulmuş ve orada kendisine verilen her görevde başarılı olarak amirlerinin gözüne girmişti. Karısının büyük babası ölünce, ona bakacak başka biri olmadığı için onu yanına almak zorunda kalmıştı.
O yıllarda Büyük Hindistan Ayaklanması çıkmıştı. Bu fırsatı değerlendirerek yüksek rütbeli birkaç İngiliz’in hayatını kurtaran Krişnadayal, hem onların saygısını kazanmış, hem de toprakla ödüllendirilmişti. Ayaklanma bastırıldıktan sonra işini bırakmıştı ve kısa bir süre önce doğan Gora ile birlikte Benares’e dönmüşlerdi. Gora beş yaşına gelince, Krişnadayal, Kalküta’ya gitmiş ve büyük oğlu Mohim’i amcasından alarak onu eğitmeye başlamıştı. Daha sonra Mohim, babasının patronlarının yardımıyla Maliye Dairesinde işe girmiş ve demin de gördüğümüz gibi, kendini canla başla çalışmaya vermişti.
Gora çocukluğundan başlayarak hem komşularının oğullarına, hem de okul arkadaşlarına önderlik yapmıştı. En büyük zevki öğretmenlerin yaşamını cehenneme çevirmekti. Biraz büyüdükten sonra öğrenci kulübünde ulusal şarkılar söyleyen koronun şefi olmuş, İngilizce dersler vermiş ve küçük devrimciler tarafından kurulan bir birliğin ünlü lideri olmuştu. Sonunda yumurtasının kabuğunu kırmış ve öğrenci kulübündeki çalışmasını bırakarak yetişkinlerin toplantılarına katılmaya başlamıştı. O zaman Krişnadayal Babu bunu çok komik bulmuştu.
Gora her yerde adını duyurmaya başlamıştı ama aile üyelerinden hiçbiri onu ciddiye almıyordu. Hükûmet için çalışan Mohim, kardeşini durdurmak için elinden geleni yapıyor ve ona “ukala vatansever” ya da “ikinci Hariş Mookerci” gibi adlar takarak kardeşiyle alay ediyordu. Zaman zaman bu alayların sonu neredeyse yumruklaşmaya kadar gidiyordu. Gora’nın İngiliz düşmanlığına, için için üzülen Anandamoyi, onun fikrini değiştirmeye çalışıyordu ama söyledikleri bir işe yaramıyordu. Gora sokakta İngilizlerle kavga etmek için fırsat kolluyordu. O günlerde Keşub Çandra Sen’in yaptığı güzel konuşmaların etkisi altında olduğu için Brahmo Samaj’a ilgi duymaya başlamıştı.
O dönemde Krişnadayal bir anda değişmiş ve kendini dine vermişti. O kadar bağnazlaşmıştı ki, odasına giren yalnızca Gora olsa bile bundan huzursuzluk duyuyordu. Evin “inziva yeri” adını verdiği bölümünü yalnızca kendine ayırmış ve işi kapısına bir tabela asacak kadar ileri götürmüştü. Babasının bu tutumu Gora’yı başkaldırmaya itmişti. “Bu aptallığa daha fazla katlanamayacağım!” diyordu. “Buna dayanamıyorum.” Babasıyla arasındaki bütün bağları koparmak üzereyken Anandamoyi araya girmiş ve onları barıştırmayı başarmıştı.
Gora bulduğu her fırsatta babasının çevresinde toplanan Brahman panditlerle ateşli tartışmalara giriyordu. Aslında bunlara tartışma denemezdi, Gora’nın ağzından çıkan her söz adamların suratında tokat gibi patlıyordu. Bu panditlerin çoğu eğitimsizdi ve paraya çok düşkündü. Gora’nın tehlikeli saldırılarından korkuyor ve onunla başa çıkamıyorlardı.
Ama Gora içlerinden birine büyük bir saygı duymaya başlamıştı. Adı Vidyavagiş idi, Krişnadayal onu
Vedanta felsefesi öğretmeni olarak tutmuştu. Gora başlangıçta onu da diğerleri gibi aşağılayarak kendinden uzaklaştırmak istemiş ama kısa sürede ona yenik düşmüştü. Adam yalnızca bilgili olmakla kalmıyordu, aynı zamanda gerçek bir liberaldi. Yalnızca Sanskritçe okumayı bilen birinin, böylesine kıvrak bir zekâya ve esnek düşünme yeteneğine sahip olması Gora’yı şaşırtmıştı. Pandit öylesine güçlü, sakin, huzurlu ve düşünceliydi ki, Gora onun yanındayken duygularını sürekli baskı altında tutma gereksinimi duyuyordu. Onunla birlikte Vedanta felsefesi çalışmaya başlamış ve bir işi yarım yamalak yapma alışkanlığı olmadığı için kendini tamamen bu felsefenin kuramlarına vermişti.
Felsefe çalıştığı dönemde, bir İngiliz misyoner, gazeteler için yazdığı yazılarla Hindu dini ile toplumuna saldırmaya ve onları tartışmaya çağırmaya başlamıştı. Bu Gora’yı öfkeden deliye döndürmüştü. Kutsal metinlerle gelenekleri kötüleyen karşıtlarının huzurunu kaçırmak için her zaman fırsat kollayan delikanlı, bir yabancının Hindu dinine böyle saygısızca davranmasına asla dayanamazdı. Onun için hiç düşünmeden İngiliz’e savaş açmış ve savunma pozisyonuna geçmişti. Hindulara yapılan suçlamaların en küçüğünü bile kabul edemiyordu. Karşılıklı birçok mektup yazıldıktan sonra yayıncı yazışmaya son vermişti.
Artık Gora için geri dönüş yoktu. Hindu diniyle toplumunun ne kadar kusursuz olduğunu göstermek için kendi bilgisiyle kutsal metinlerden yaptığı alıntıları bir araya getirmiş ve Hinduizm ile ilgili İngilizce bir kitap yazmaya başlamıştı. Ama sonunda kendi tezine yenik düşmüştü. Kitabında şöyle diyordu: “Ülkemizin yabancı bir mahkemenin barosunda temsil edilmesine ve insanlarımızın yabancıların yasalarına göre yargılanmasına şiddetle karşı çıkmalıyız. Utanç ya da zafer hakkında fikir üretirken toplumumuzu yabancılarla kıyaslamamalıyız. Doğduğumuz ülkenin hiçbir şeyini –geleneklerini, inançlarını ve kutsal metinlerini– başkalarına, hatta kendimize bile kötülememeliyiz. Bütün gücümüz ve onurumuzla, ana vatanımızın ve insanlarımızın hor görülmesine neden olabilecek unsurların hepsini ortadan kaldırmalıyız.”
Kafası bu fikirlerle dolu olan Gora, Ganj’da yıkanmaya, sabah akşam ibadet etmeye ve dokunduğu şeylerle yiyecekler konusunda seçici davranmaya başlamıştı; hatta bir tiki11 bile bırakmıştı. Her sabah annesiyle babasının ayaklarının tozunu siliyordu. Daha önce hiç çekinmeden “aşağılık” ve “züppe” dediği Mohim’e karşı davranışı da değişmişti; ağabeyi yanına geldiği zaman Gora ayağa kalkıyor ve ona bir büyüğe göstermesi gereken saygıyı gösteriyordu. Mohim bu ani değişiklik için onu alaya alıyordu ama Gora buna aldırış etmiyordu.
Konuşması ve davranışıyla iyi bir örnek olan Gora, kendisi gibi hevesli gençleri çevresinde toplamıştı. Gora’nın öğretisi, onları, zihinlerine yerleşmiş olan çelişkili düşüncelerden kurtarmaya başlamıştı. İç rahatlığıyla, “Bundan daha fazla bilgiye gereksinimimiz yok.” der gibiydiler. “Biz ister iyi olalım, ister kötü; ister uygar, ister barbar, kendimizi bildiğimiz sürece hiçbir şeyin önemi yok.”
Krişnadayal, Gora’daki bu ani değişiklikten pek hoşnut görünmüyordu. Bir gün onu yanına çağırmış ve şöyle söylemişti: “Bana bak oğlum, Hinduizm çok derin bir konudur. Rişis tarafından kurulmuş olan bu dinin derinliklerine inmek herkesin harcı değildir. Temel kuralları anlayamayan birinin dindarlık taslaması doğru olmaz. Sen daha yeterince olgun değilsin, daha da önemlisi İngiliz eğitimi gördün. Kısa bir süre öncesine kadar benimsediğin Brahmo Samaj’ın
11
Tiki: Bengal’de Brahmanların dine bağlılıklarını göstermek için başlarının arkasında uzattıkları saç tutamı.