Otuz Yaşındaki Kadın. Оноре де Бальзак
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Otuz Yaşındaki Kadın - Оноре де Бальзак страница 11
Durumu bir çeşit zalimce acımaya, kederli bir meraka yol açıyordu oralarda. Öteden beri ölüme yol açan bir iltihaplanmadan muzdaripti. Kadınların birbirlerinin kulaklarına söyledikleri bu hastalığa, bizim yeni söz dağarcığımız bir isim bulmuş değildi henüz. Yaşantısı sessizlik içinde geçiyordu ama hastalığının nedenini bilmeyen yoktu. Evlenmesine rağmen hep genç kız olarak kaldığından, herhangi bir bakış karşısında hemencecik utanıveriyordu. Yüzü kızarmasın diye de her zaman güleç ve neşeli görünüyordu. Yapmacık bir neşeli hâl takınıyor, her zaman iyi olduğunu söylüyor veya utangaç yalanlar uydurarak sağlık durumu üzerinde sualler sorulmasını önlüyordu. Bununla birlikte 1817 yılında bir olay, Julie’nin o zamana dek içine gömülmüş olduğu acıklı hâlin değişmesine büyük ölçüde yardımcı oldu. Bir kız çocuğu dünyaya getirdi ve genç kadın onu emzirmek istedi. Anne olmanın insana verdiği büyük oyalanmalarla kaygılı zevkler, iki yıl boyunca yaşantısını daha çekilir hâle soktu. Kocasından tabiatıyla uzak durdu. Hekimler sağlık durumunun düzeleceğini haber verdiler. Fakat markiz bu belirsiz, asılsız kehanetlere hiç inanmadı. Kendileri için hayatın artık tadı tuzu kalmamış bütün insanlar gibi ölümü mutlu bir son olarak görüyordu belki.
1819 yılının başında hayat onun için her zamankinden daha çekilmez hâle geldi. Elde etmeyi başardığı tersine mutluluk için sevindiği sırada, korkunç uçurumların varlığını sezdi. Kocası gitgide soğumuştu ondan. Zaten gevşek ve çok bencil olan bu sevginin böyle soğuyuşu birçok felaketlere yol açabilirdi. Genç kadın ince zekâsı ve ihtiyat duygusu ile seziyordu bunu. Victor üzerinde büyük bir nüfuz sahibi olduğundan ve her zaman için onun saygısını kazanmış bulunduğundan emindi ama bu kadar boş ve düşüncesiz bir adam üzerinde tutkuların yaratacağı etkiden korkuyordu. Dostları çoğu zaman Julie’yi derin düşüncelere dalmış buluyorlardı. İşin pek farkında olmayanlar sanki bir genç kadın yalnız havaî şeylerden başkasını düşünemezmiş ve bir ailedeki annenin düşüncelerinde derin bir anlam bulunamazmış gibi şakalar yaparak bu düşüncelerin gizli nedenini soruyorlardı. Mutsuzluk da gerçek mutluluk da bizi düşüncelere daldırır zaten. Ara sıra kızı Helene’le oynarken Julie ona kederli bir gözle bakıyor; annelerin çok hoşlandıkları o çocukça sorulara artık karşılık vermeyerek bugün ve yarın kaderinin ne olacağını soruyordu. Tuileries’deki geçit töreni sahnesini birdenbire hatırladığı zamanlar, gözleri yaşlarla doluyordu. Babasının ileriyi görerek söylediği sözler yine kulaklarında çınlıyor ve içinden bir ses, bu sözlerdeki sağduyuya kulak asmadı diye takaza ediyordu ona. Bütün felaketleri, bu çılgınca söz dinlemezlikten ileri gelmekteydi. Çoğu zaman da bunlar arasında dayanılması en güç olanının hangisi olduğunu bilemiyordu.
Ruhundaki tatlı hazinelerin gizli kalmaları bir yana hatta yaşamın en olağan nesnelerinde bile kocasının kendisini anlamasını bir türlü sağlayamıyordu. Sevme yeteneğinin kendisinde daha güçlü, daha canlı olarak geliştiği bir sırada yasak olmayan sevgi, koca sevgisi, ağır beden ve ruh acılarının ortasında, kaybolup gidiyordu. Sonra kocasına karşı, küçümsemeye pek yakın o acıma duygusu vardı onda ki bu, zamanla bütün öteki duyguları öldürür. Son olarak da birkaç dostla yaptığı konuşmalar, yüksek sosyetedeki örneklerle birtakım maceralar sevginin sonsuz mutluluklar sağladığını ona öğretmemiş olsaydı içinde kanayan yaralar, kardeş ruhları birleştirmeleri gereken derin ve duru zevkleri ona sezdirecekti.
Zihninin geçmişi canlandırarak gözleri önüne serdiği tabloda Arthur’un temiz çehresi her gün daha arı, daha güzel fakat geçici olarak biçimleniveriyordu. Bu anı üzerinde durmaya kendinde yürek bulamıyordu çünkü. Genç İngiliz’in sessiz ve utangaç sevgisi, evlenişinden beri bu kederli ve yalnız gönülde birkaç tatlı anı bırakan tek olaydı. Julie’nin zihnini derece derece kederlendiren bütün boşa çıkmış umutlar, doğmadan ölmüş bütün arzular, muhayyilenin doğal bir işleyişi ile bu erkeğin üzerinde toplanıyordu belki. O adam ki tavırları, duyguları ve karakteri Julie’ninkilerle bunca benzerlik gösterir gibiydi. Fakat bu düşüncede bir kaprisin, bir düşün görünüşü vardı hep. Her zaman iç çekişlerle sona eren bu gerçekleşmesi imkânsız düşten sonra Julie daha mutsuz olarak uyanıyor; gizli acılarını -hayali bir mutluluğun kanatları altında uyuttuğu zaman- daha iyi duyuyordu.
Ara sıra sızlanışlarının bir çılgınlık ve ataklık karakterine büründükleri oluyor; ne pahasına olursa olsun zevk peşinde koşmak istiyordu. Fakat daha sık olarak da ne olduğu bilinemez, aptalca bir uyuşukluğa kendini kaptırıyor; anlamadan dinliyor veya öylesine belirsiz, öylesine kararsız düşünceler besliyordu ki bunları anlatacak sözleri bulamıyordu. En gizli arzuları, genç kızken hayalini kurduğu alışkanlıklar gerçekleşmediği için, gözyaşlarını içine akıtmaktaydı. İçini kime dökecekti? Kim kulak verebilecekti ona? Sonra kadınlara özgü o çok büyük incelik, duygulardaki o hoş utangaçlık vardı onda. Bu da boş yere sızlanmamayı, zafer, yeneni de yenileni de utandıracaksa gurura kapılmamayı gerektirir. Julie kendi gücünü, kendi iyi huylarını M. d’Aiglemont’ya aşılamaya çalışıyor ve kendisinde eksik olan mutluluğu tatmakla övünüyordu. Kadınlığının bütün kurnazlığını, kocasının farkında olmadığı ve ancak despotluğunu sürdürmeye yarayan, birtakım idare şekilleri bulmaya harcıyordu. Ara sıra mutsuzluktan sarhoş gibi olduğu, kafasının işlemediği, kendisini tutamaz hâllere düştüğü oluyordu. Fakat bereket versin gerçek bir sofuluk onu son bir umuda doğru götürüyordu hep. Ölümden sonra ruhun var olacağı düşüncesine sığmıyor, bu güzel inanç ızdıraplı görevine yeniden katlanma imkânını sağlıyordu ona. Bu korkunç savaşların, bu manevi iç acılarının hiç de güzel bir yanı yoktu; bu bitmez hüzün nöbetlerinden herkes habersizdi; hiçbir canlı varlık onun donuk bakışlarını, yalnızken rastgele döktüğü acı gözyaşlarını görmüyordu.
Hâl ve şartların zoru ile markizin farkında olmadan ulaştığı bu kaygı verici durumun tehlikeleri, 1820 yılının bir akşamında bütün ciddilikleriyle gözlerinin önüne serildi. Bir karı koca birbirlerini iyice tanıyıp birbirlerine adamakıllı alışınca, bir kadın bir erkeğin en küçük davranışlarını yorumlamayı öğrenince ve onun kendisinden gizlediği duygularla olayları kavramayı başarınca işte o zaman, çok defa, bir sürü şey birdenbire aydınlığa kavuşuverir. Bu da vaktiyle rastgele öne sürülmüş yahut önceden aldırmaksızın söylenilmiş düşüncelerden, sözlerden sonra olur. Çoğu zaman bir kadın, uçurumun kıyısında veya dibinde, birden uyanıverir. Birkaç gündür yalnız olduğu için mutlu olan markiz de yalnızlığının sırrını seziverdi. Uçarı veya bıkkın, cömert veya kendisine karşı merhamet dolu olsun, kocası kendisine ait değildi artık. Julie o anda kendisini düşünmedi; çektiği acıları, katlandığı fedakârlıkları da düşünmedi. Sadece anne oldu ve kızının kaderini, yarınını, mutluluğunu gördü. Kızı, yani kendisine az çok mutluluk veren tek yaratık. Helene, kendisini hayata bağlayan tek varlık. Bir üvey anne, bu sevgili varlığın yaşantısını korkunç bir boyunduruk altında boğabilirdi. Julie yavrusunu bundan korumak için yaşamak istiyordu şimdi. Korkunç bir geleceğin böyle yeniden gözleri önüne serilmesi karşısında, uzun yıllar sürüp giden ateşli düşüncelere daldı. Bundan böyle kendisiyle kocası arasında bir sürü düşünce bulunacak, bunların yükünü ise yalnız kendisi taşıyacaktı. O güne dek Victor’un kendisini -ne kadar sevebilirse o kadar- sevdiğine güvenerek, paylaşmadığı