Zodyak Karşısında. Percy Greg
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Zodyak Karşısında - Percy Greg страница 4
“Bu.” dedi arkadaşım, parçayı açarak. “Kraterin enkazı arasında bulup aldığım bir el yazmasıdır. Sana orada insan eti ve kemik parçaları olduğuna inandığım kalıntılar bulduğumu da söylemeliyim, ancak öylesine ezilmiş ve öylesine parçalanmışlardı ki bu konuda onların insan kalıntıları olduğu sonucuna tam anlamıyla varamadım. Bir sonraki düşüncem, ticaret gemilerinin seyir güzergâhının dışında olduğundan neredeyse emin olduğum bu adadan kaçmanın bir yolunu bulmaktı. Karaya çıkmamı sağlayan filika -gemiye ait iki filikadan küçük olanı- neyse ki adanın diğer tarafından kıyıya çekilmişti, böylece gemi enkazının sürüklendiği kısımdan uzak kalmış ve bu mesafe sayesinde zarar görmesine rağmen darbeden çok büyük hasar almamıştı. Onu tamir ettim, bir direk yaparak üzerine monte ettim ve açıkçası hiçbir zorluk yaşamadan gemi enkazından toplayabildiğim kumaş parçalarından ona bir yelken hazırladım. Adada kalarak yaşamımı sürdürebileceğimi, bu şartlar altında hayatta kalarak yaşamanın pek de görülmeye değer olmayacağını düşünerek, ölüm şansımın en az beşte bir olduğunu tahmin ettiğim bir yolculuğa çıkmaya kendimi tam anlamıyla hazır hissediyordum. Bir, iki hafta boyunca beni idare edebilecek kadar balık tuttum ve bulduğum küçük bir fıçının içine, tadı acı olmasına rağmen içilebilir tatlı su doldurdum. Bu şekilde güzelce istiflemiş olduğum filikamla, gizemli sarsıntının ardından yaklaşık iki hafta sonra yola çıktım. Yolculuğumun ikinci akşamı, beni yelken açmaya zorlayan bir fırtınaya yakalandım ve hangi yöne gideceğimi hiç bilmeden üç gün ve üç gece boyunca bu fırtınayla boğuşmak zorunda kaldım. Dördüncü sabah fırtına şiddetini yitirmiş, rüzgâr hafiflemişti ve öğle vaktine doğru mükemmel bir sakinlik çökmüştü. Bu noktada herhâlde, birçok batık denizcinin tropikal güneşin altında açık bir filikada tek başına yolculuk yapmasının ne kadar acı verici olduğunu tarif etmeme gerek yoktur. Fırtına bana fazlasıyla içme suyu sağlamıştı; böylece bu konuda acı çekmek zorunda kalan diğer zavallı gemicilerin aksine, ben susuzluk işkencesinden kurtulmuştum. Akşama doğru çıkan hafif rüzgârla ilerlemeye devam ettim ve ertesi sabah karşıma beni güvertelerine kabul edecek bir gemi çıktı. Ancak geminin mürettebatına ve hatta kaptanına başımdan geçen garip hikâyeyi anlattığımda, hiçbiri anlattıklarıma inanmadı. Neyse, bu noktadan sonra artık size daha fazlasını anlatmayacağım: Bu el yazmasını size veriyorum. Ayrıca çözebildiğim kadarıyla, şifrelerin anahtarını da vereceğim. Sanırım el yazması, Orta Çağ’dan kalma Latin dilinde yazılmış olmalı, bu konuda çok fazla bilgim olmadığından ancak tahmin yürütebiliyorum; fakat yine de şifresini çözebildiğim kısımlardan anladığım kadarıyla, Latince olmayan ve bilinen herhangi bir dile ait gibi görünmeyen kelimeler de var; tahminimce çoğu, yazının yazıldığı sırada dünyaca bilinmeyen bir takım teknik cihazları tanımlamak için kullanılmış olan yarı bilimsel terimler. Size sadece tek bir şartım olacak, ben hayatta olduğum sürece hikâyemi yayınlamayacaksınız; vermiş olduğum el yazmasını kimseye göstermeyeceksiniz, kimseye güvenip hikâyemi anlatmayacaksınız, sırrımı en sıkı şekilde saklayacaksınız ve şayet ben öldükten sonra onu açıklayacak olursanız da yazacaklarınızda kesinlikle benim kimliğime dair bir bilgi ya da bir ipucu vermeyeceksiniz.”
“Söz veriyorum.” dedim ona. “Ancak yine de size bir soru sormak istiyorum. Hissettiğiniz o olağanüstü sarsıntının ve tanık olduğunuz tahribatın sebebinin ne olabileceğini düşünüyorsunuz? Kısaca ifade etmem gerekirse bana emanet ettiğiniz bu el yazmasının oluşumunun doğası ve kökeni nedir?”
“Neden bana sorma gereği duydunuz?” diye cevap verdi. “Size anlattıklarımdan kendi adınıza bir çıkarımda bulanacak kadar yeteneklisiniz ve size yardımcı olabileceğini düşündüğüm her şeyi söyledim. Geri kalanını size el yazması anlatacaktır.”
“Ama…” dedim. “Gerçek bir görgü tanığı genellikle hatırlayamadığı, aslında kendisi tarafından ve bireysel olarak kaydedilmesi çok küçük olan birtakım küçük gerçekleri, bir yabancı tarafından yapılan tam bir çapraz sorgulama esnasında anlık olarak anımsayabilir ve o gerçekleri ortaya çıkarabilir. Bu yüzden de el yazmasını açmadan önce kökeni olduğuna inandığınız şeyin ne olduğunu duymak isterim.”
“Size sadece şunu söyleyebilirim.” diye cevap verdi bana. “El yazmasından ortaya çıkarılması gereken şey, onu açmadan önce size çıkarımlarda bulunduğum şeydir. Aynı açıklama, bizzat ilk gece anlattığımda da aklımda kalmış olan tek açıklamadır. O zaman da bana tamamen inanılmaz görünüyordu, ancak yine de aklımın önerebileceği tek mantıklı açıklama da bu.”
“Hiç sarsıntından ve darbeden önce adada, meteor ve güneşin garip bir şekilde kararmasına bağlı olabilecek hatırladığınız bir şeyler var mıydı?” diye sordum.
“Kesinlikle vardı.” dedi. “Bu olay vuku bulduktan sonra, darbeyi en çok hisseden bölgeden sadece tek bir sonuç elde edilebilirdi.”
El yazmasının incelenmesi ve çevirisi, dostumun önceki çabalarından bana sağladığı tüm yardımlarıyla birkaç yıl sürdü. Okuyucunun göreceği ve dostumun da daha önce belirttiği üzere, el yazmasının üzerinde birden fazla muazzam boşluk vardı ve kimi yerlerde yazının okunaksız olması ya da benim bilmediğim bazı teknik terimlerin kullanılmış olması, yapmış olduğum çevirimin doğruluğundan şüphe duymama neden oluyordu. Bununla birlikte, her ne olursa olsun bu konuda büyük pişmanlıklar ve sıkıntılar çekmiş olan dostuma vermiş olduğum sözü tüm koşullarına uyarak yerine getirip dünyaya sunuyorum.
El yazmasının karakteri çok ilginç ve çevirisi de aşırı derecede zordu. Üzerine yazmak için kullanılan materyal, dünyada bu tür amaçlar için kullanılan hiçbir şeye benzemiyordu. Daha çok ince bir keten ya da ipeksi ağa benzer bir dokumaydı, ancak dokusu yakından incelendiğinde ne yakın tarihte bilinen ne de arkeolojik açıdan bilinen herhangi bir kumaşa benziyordu, hatta ve hatta bu tür imalatta kullanılanlar gibi bir dokuma tezgâhında da dokunmadığı aşikârdı. Harfler ya da daha doğru ifade etmek gerekirse semboller çok küçüktü, ancak olağanüstü nitelikte görünüşe sahipti. Yazım esnasında bir kalemden ziyade, kaleme benzeyen ancak en kaliteli kalemden bile çok daha ince yazma yeteneğine sahip bir şey ile yazıldığını düşünüyordum. Daralmalar ve kombinasyonlar sadece sık değil, neredeyse çok amaçlı kullanılabilecek şekilde tasarlanmıştı. Art arda beş ardışık harfin ayrı ayrı yazıldığı bir örnek yoktu ve genellikle dört ila on harf dâhil olmak üzere yarım düzine daralmanın meydana gelmediği tek bir satır da bulunmuyordu. Sayfalar yaklaşık olarak 13x20 cm’lik sıradan defter sayfası boyutundaydı, ancak sayfa başına elli satır ve belki de her satırda sadece yüz elli harf bulunmaktaydı. Muhtemelen ilk yarım düzine sayfa tamamen tahrip olmuştu ve sonraki yarım düzine o kadar ezilmiş, dağılmış ve tahrif edilmişti ki onların üzerinde sadece birkaç cümle düzgün bir şekilde okunabiliyordu. Her hâlükârda, bunları yazarın anlamının büyük ölçüde doğru bir temsili olduğuna inandığım şeyle birleştirmeye çalıştım. Manastırlarda, keşişlerin kullandıkları Latinceye benziyordu -bazen neredeyse birleştirilmiş kelimeler olsa da- bununla birlikte Latince olmayan birçok kelime de vardı. Geri kalanı için, orada burada sayfalar okunaksız ve özellikle sayıları veya kimyasal bileşikleri temsil eden bazı semboller