Dünya’nın Merkezine Seyahat. Жюль Верн

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dünya’nın Merkezine Seyahat - Жюль Верн страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Dünya’nın Merkezine Seyahat - Жюль Верн

Скачать книгу

kelime bile etmedim ama bunun için iyi bir sebebim vardı. Gözlerim Gräuben’in duvarda asılı olan portresine, bu büyüleyici resme takılmıştı. Amcamın vesayetindeki bu kız, o esnada Altona’da bir akrabasının yanında kalmaktaydı ve burada olmadığı için gerçekten üzgündüm çünkü itiraf etmem gerekirse bu güzel Virlandalı ve profesörün yeğeni tam bir Alman sabrı ve sakinliğiyle birbirlerini sevmekteydiler. Kendini bizim hislerimizi anlayamayacak kadar jeolojiye vermiş olan amcamdan gizli olarak kendi aramızda nişanlanmıştık. Gräuben mavi gözlü sarışın bir güzeldi ve ağırbaşlı biriydi fakat bu durum beni kalben sevmesine engel değildi. Bana gelince, ona tapıyordum; tabii Almancada böyle bir kelime varsa… Böylece benim güzel Virlandalımın resmi beni bir dakikalığına da olsa bu gerçek dünyadan koparıp anı ve düş dünyasına götürmüştü. Hem iş yaparken hem de boş zamanlarımda yanımda olan bu hakikatli yoldaşım bana bakmaktaydı. Her gün amcamın kıymetli numunelerini düzenlememe yardım ederdi, o ve ben beraberce bu numuneleri etiketlerdik. Matmazel Gräuben, becerikli bir mineralogdu ve bir âlime bile bir şeyler öğretebilirdi. Garip bilimsel muammaları araştırmaktan zevk alırdı. Çalışma odasında ne güzel vakit geçirirdik ve o büyüleyici parmaklarıyla tuttuğu taşları nasıl da kıskanırdım.

      Sıra boş vakitleri değerlendirmeye geldiğinde beraberce dışarı çıkar, Alster yakınındaki gölgeli caddelerde gezinir, gölün başında mükemmel bir manzara oluşturan eski yel değirmenine kadar yan yana yürürdük. Yolda el ele tutuşarak sohbet ederdik, ona komik hikâyeler anlatırdım, o da içten bir şekilde gülerdi. Elbe’nin kıyısına ulaşır, beyaz nilüferlerin arasında kayıkla gezindikten ve kuğuyla vedalaştıktan sonra buharlı gemiyle rıhtıma dönerdik.

      Amcam masaya vurduğu yumrukla beni gerçek dünyaya geri döndürdüğünde işte tam da bunları düşünüyordum.

      “Hadi!” dedi amcam, “Bir insan bir cümlenin harflerini karıştırmak isterse aklına ilk gelen şey yatay olarak yazmak yerine dikey olarak yazmak olur.”

      “Elbette.” dedim.

      “Şimdi bunun işe yarayıp yaramadığına bakacağız Axel, bu kâğıda istediğin bir cümle yaz ama her zaman yaptığımız gibi harfleri yan yana yazmak yerine, beş veya altı sütun olacak şekilde alt alta yaz.”

      Ne demek istediğini hemen anladım ve hızla bu aşağıdaki edebî harikayı oluşturdum:

      “Güzel.” dedi profesör okumadan, “Şimdi de bu kelimeleri yatay olarak yaz.”

      Öyle yaptım ve işte sonuç:

      Serarn evunä! nimıu iy,mb socGe!

      “Mükemmel!” diye bağırdı amcam ve elimden kâğıdı alıverdi. “İşte şimdi eski bir yazı gibi görünüyor. Sesli ve sessiz harfler eşit oranda düzensiz bir biçimde kümelendi hatta kelimelerin ortasında büyük harfler ve virgüller bile var. Saknussemm’in el yazmasında olduğu gibi.”

      İtiraf ederim ki bu açıklama çok akıllıcaydı.

      “Tek yapmam gereken her kelimenin önce ilk harfini, sonra ikinci, üçüncü harflerini almak ve böyle devam etmek.”

      Ve amcam kendisinden çok beni şaşkına döndüren okudu:

      “Seni seviyorum, canım Gräuben!

      “Aa!” diye bağırdı profesör.

      Evet, neye sebep olacağını bilmeden, acemi bir âşık olduğumdan bu talihsiz cümleyi yazmakla kendimi tehlikeye atmıştım.

      “Aha! Gräuben’e âşık mısın?” diye sordu bir gardiyan gibi başımda dikilerek.

      “Evet… Hayır!..” diye kekeledim.

      “Demek Gräuben’e âşıksın.” diye bir iki kez mırıldandı. “Peki o zaman, incelediğimiz belgeye önerdiğim işlemi uygulayalım.”

      Kendi düşüncelerine dalan amcam, benim bu mantıksız kelimelerimi unutmuştu bile. Mantıksız diyorum çünkü böylesine bilge bir adamın aklında gönül işlerine yer yoktur ve şansıma bu belgenin incelenmesi gibi büyük bir iş bana zafer getirmişti.

      Bu büyük deney başladığında, profesörün gözleri, gözlüklerinin ardından parlamaya başladı. Eski parşömeni eline alırken parmakları titriyordu. Çok heyecanlanmıştı. Sonunda kuvvetli bir öksürükle, büyük bir ciddiyet içerisinde, ilk harflerden başlayıp sırasıyla giderek bana şunları yazdırdı:

      messvnkaSenrA.icefdoK.segnittamvrtn

      ecertserrette,rotaisadva,ednecsedsadne

      lacartniiilvIsiratracSarbmvtabiledmek

      meretarcsilvcolsleffenSnI.

      İtiraf edeyim ki sona yaklaşınca gerçekten heyecanlandım. Aslında bu harfler birer birer seslendirildiğinde bana hiçbir şey ifade etmiyordu. Böylece profesörün bu gizemli cümlenin muhteşem fakat saklı Latincesini açığa çıkarmasını kalp çarpıntısıyla bekledim.

      Ama sonucu kim tahmin edebilirdi ki? Ağır bir yumruk masayı salladı ve biraz mürekkep döküldü, elimdeki kalem de parmaklarımın arasından kayıverdi.

      “Bu değil!” diye bağırdı amcam, “Hiçbir anlam ifade etmiyor.”

      Ve kurşun gibi fırlayıp, merdivenlerden bir çığ gibi inerek, kendisini Königstrasse’ye attı ve gözden kayboldu.

      IV. BÖLÜM

      Açlığa Teslim Olan Düşman

      Kapının hızla çarpılmasıyla mutfaktan koşarak gelen Martha, “Gitti mi!” diye bağırdı.

      “Evet.” diye cevapladım, “Kesinlikle gitti!”

      “Peki ama ya yemeği?” diye sordu.

      “Yemeyecek.”

      “Peki ya akşam yemeği?”

      “Yemeyecek.”

      “Ne?” diye bağırdı Martha ellerini kavuşturarak.

      “Hayır, sevgili Martha, bundan sonra bir şey yemeyecek. Aslında bu evdeki kimse yemeyecek. Amcam çözülemez bir şifreyi çözene kadar hepimize oruç tutturacak.”

      “Aman Tanrı’m, yani hepimiz açlıktan ölecek miyiz?!”

      Bunu itiraf edemesem de amcam gibi katı bir hükümdarla bu son kaçınılmazdı.

      Gerçekten endişelenen yaşlı hizmetkâr, yürek parçalayan bir şekilde inildeyerek mutfağa geri döndü.

      Yalnız kalınca tüm bunları gidip Gräuben’e anlatmayı düşündüm. Peki ama evden nasıl kaçabilirdim? Profesör her an dönebilirdi. Ya beni ararsa? Veya belki yaşlı Oedipus’un14 bile çözemeyeceği bir sözcük bulmacasıyla beni zapt ederse? Eğer çağrısına cevap vermezsem ne olabileceğini kim söyleyebilir?

Скачать книгу


<p>14</p>

Yunan mitoloji kahramanı Oedipus’un macerasındaki bir bölüme gönderme yapılmıştır. (…) Oedipus artık yollarda başıboş dolanmaya başlar ve Thebai’ye varır. Bu şehrin üzerinde bir bela vardır. Bir canavar, çiğ et yiyen Sfenks, şehrin dolayında dağlık bir buruna yerleşmiştir. Sfenks, yolcuları gözetleyip, her birine bilmecesini sorar; hiç kimse bilmeceyi çözemez, o da hepsini parçalayıp yer. Thebai’liler her gün agoraya toplanarak bilmecenin cevabını bulmaya çalışırlar; kralları yeni öldürülmüş olduğundan kendilerini Sfenks’ten kurtaracak olan kimseye sitenin tahtını da söz verirler. Oedipus oradan geçerken bilmece ona da sorulur: “O hangi yaratıktır ki bir süre iki ayak üzerinde, bir süre üç, bir süre de dört ayakla yürür ve de doğa yasalarına aykırı olarak, ayakları en çok olduğu zaman güçsüzdür?”

Oedipus söyle bir düşünür ve yaratığın insan olduğunu söyler: İlk çocukluğunda insan dört ayağı üzerindedir, emekler, daha sonra da iki ayağı üzerinde yürür, nihayet yaşlanınca da bir sopaya dayanır. Sfenks sorusunun çözülmesiyle intihar eder. Thebai’liler kurtarıcılarını alkışlarlar, onu kral yaparlar ve kraliçe ile evlendirirler. (e.n.)