Paris’te Bir Türk. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Paris’te Bir Türk - Ахмет Мидхат страница 6
Nasuh: “Gerçekten teveccühünüze mazhar olmakta isem kendimi bahtiyar bileceğim.”
Elbette Nasuh’un bu sözü dahi cevapsız kalmazdı. Ancak Cartrisse ilerlerken birinci kamara yolcularından olmak üzere haber verdiğimiz genç ve gayet güzel Fransız karısına tesadüfle söyleşmeye başlamış ve hatta kolundaki Monsieur Gardiyanski’yi ona takdim etmediği cihetle o bile edeplice çekilip ayrılmış olduğundan Nasuh’un alacağı meydanda bulunan cevap yakinen ümit ederiz ki Cartrisse’in ağzında kalmıştı.
Bu Fransız karısına gayet güzel deyişimiz mübalağa değildir. Gerçekten gayet güzeldi. Kaşların, gözlerin, burun ve ağzın ve çenenin velhasıl yüzünü teşkil eden malum azalarının cümlesi birer birer güzel, hani ya şu ressamların teslim ettikleri yolda güzel oldukları gibi heyet-i mecmua5 ve umumiyeleri6 dahi güzeldi. Boy pos da yerinde. Bu kadının bir kusuru var ise o da biraz ziyadece zayıflığı olup ancak bu kadar güzel olan birinin kansızca çehresi ve baygınca bakışının dahi ona tatlılık vereceği, konunun erbabı olanlarca bilinir.
Cartrisse bu kadına Catherine diye hitap etmiş olduğundan ismi Catherine olduğu anlaşıldı ise de Nasuh güzelliğinin derecesini beş on dakika tam bir dikkatle temaşa etmedikten sonra anlayamadı.
Yirmi dakika kadar daha Gardiyanski ve Gabrielle gezindikten sonra Nasuh artık havanın serinliğinden gereği gibi şikâyet etmekle ve bu şikâyeti Gardiyanski ve Gabrielle dahi uygun görmeleriyle üçü birden kalktılar, aşağıya, kamaraya indiler.
Beşinci Bölüm
Güverte üzerinde cereyanını haber verdiğimiz olaylar cereyan ettiği müddet zarfında kamarada dahi bazı hâller yaşanmıştı ki eğer onları dile getirmez isek okuyucuları, bu seyahatte, Messagerie Imperiale yolcularına manen tamamıyla arkadaş edememiş ve binaenaleyh hikâyemizin esası olan bu seyahati de layıkıyla anlatamamış oluruz.
Salondan içeriye girdikleri zaman bahsi geçen üç arkadaş, Monsieur Autrans’ı ayağında sarı mest pabuç ve kıçında bir Rumeli poturu, onun üzerinde bir güzel Toska fistanı, daha üzerinde bir örtü ve başında dahi bir zeybek külahı olduğu hâlde put gibi bir garip vaziyette durmuş ve İngiliz Mister James’in marifetiyle karakalem resmini aldırmakta bulmuşlardı. Nasuh Efendi bunu görünce kahkaha ile gülmekten kendisini menedemedi.
James: “Güzel değil mi mösyö? Şu resm-i Türkî!.. Şey! Türk resmi güzel değil mi? Ne acayip?”
Nasuh: “Acayip olduğunu teslim ederim. Fakat güzel değildir. Hem bu kıyafette Türk yoktur ki!”
Autrans: “Evet efendim! Yoktur. Fakat bizim hayalimiz gayet geniş olduğu cihetle biz bunu pek güzel tasavvur ve tahayyül ettik.”
Gardiyanski ile Gabrielle: “Nasıl?
Autrans: “Şu kıyafette gördüğünüz resmin altına şu ibare yazılacak: ‘Şark’ta bir fakir. Meşhur İngiliz ressamı Mister James tarafından resmolunmuştur!’ ”
James: “Yes! Yes!”
Nasuh: “İyi! Lakin böyle fakir olmaz!”
Autrans: “Olur efendim olur! Bu fakir değil mi ya? Elbisesi olmadığından ötekiden berikiden birer elbise dilenmiş. İstanbul’da türlü türlü milletlerin ekspozisyonu olduğundan her millet kendisine kendi kıyafetinden birer şey vermiş, bu hasıl olmuş. İstanbul’da şalvar üzerine palto giyen ve dar pantolon üzerine Şark modasınca koca bir kırmızı kuşak bağlayıp daha üzerine dahi salta7 giyinen vesair bu türlü karışıklık yapan adamlar az mıdır?”
Nasuh: “Demek oluyor ki siz de biraz mübalağa ettiniz. Buna karar verdiniz.”
James: “Mösyö! Biraz da şu resimleri gözden geçirir misiniz? Biraz çalakalem yapılmıştır. Ama affedersiniz. Çünkü bir buçuk saatte hem de gece yapılan resim bu kadar olur.” diye Mister James, Nasuh Efendi’nin eline üç parça kâğıt daha tutuşturdu. Üzerlerinde olan resimler dertest-i tersim bulunandan daha az garip değildiler.
Bunlardan birisi güzel Arnavut elbisesi üzerine koca bir sarık oturtulmuş olup buna dair istenilen izah üzerine Monsieur Autrans “Efendim işte altına yazmışlar ya! Bir Arnavut hocası! Evvela Arnavut iken başında koca püsküllü bir fes vardı. Hoca olduktan sonra ise elbet sarık saracaktır.” cevabını verdi. Bu cevabın isabetine Mister James kanmış olduğundan artık Nasuh’un “Canım Yanya’da hoca olan adam bu fistanı giymez! Türklerin hocası gibi cübbe, şalvar giyer. Fistanı giyenler ise bu sarığı sarmazlar.” diye ettiği itiraz kabul mü olunur?
İkinci resim, başında bir güzel fes ve arkasında bir kısa ceket ve Frenk gömleği ve yelek olduğu hâlde ayağında dört parmaktan ibaret bir zeybek dizliği ve kırmızı yemeni ile alınmıştır ki Monsieur Autrans “İstanbul’da tulumbacıları görmediniz mi? Koşmak için hafif bulunmak üzere bu dizlikleri giyerler. Hâlbuki ben Rumeli ve Anadolu’yu gezdim. Her yolcu seferberlik hâlinde buna yakın dizlikler giyerler. Bu ise hepsinden hafif olduğu cihetle yolcu kıyafetinde göstermek istediğimiz bir İstanbulluyu böyle göstermeye karar verdik. Yolda kısa ceket insanı yormaz ki! Hatta ben İstanbul’da ava giden bir beyi gözümle gördüm ki ayağına Yanya çarıkları giymişti. Hafif olmak için Yanya’nın çarıklarını giydiği hâlde Aydın’ın dahi dizliğini giymesi mantığa uygundur.” diye bunu da izah etti.
Resmin üçüncüsü, gecelik kıyafetinde ve bir elinde çubuk, diğerinde nargile marpucu, ağzında sigara ve bir elinin iki parmağı arasında kocaman bir kahve fincanı ve diğerinde bir şarap kadehi olduğu hâlde aldırılıp altına dahi “İstanbul’un bir ehlikeyfi. Meşhur Ressam İngiliz Mister James tarafından resmedilmiştir.” ibaresi yazılmıştı. Vuku bulan istizahlar8 üzerine Monsieur Autrans “İstanbul’da türlü türlü keyif veren şeyleri merak eden adamlar olduğunu inkâr edemezsiniz ya? Farz ediniz ki o adam merak ettiği keyif veren şeylerin hepsini birden kullanıyor. Artık resimde bu kadarcık da mübalağa olmaz ise zevki çıkmaz.” diye bunu bu şekilde izah etti ve yorumladı.
Şimdi siz Nasuh Efendi’nin bu rezaletlere mukabele edip etmediğini sual edersiniz. Kime mukabele etsin? Bir kere Mister James, İstanbul’da böyle şeyler var olmasına katiyen inanmış. Çünkü kendisi filozoftur. Autrans’ın yorumlarını ve izahlarını pek muvafık bulmuş. İkincisi kendisi bir İngiliz’dir. Bir kere inanmış olduğu şeyden bir daha döner mi?
Yalnız Gardiyanski ile Gabrielle ve Nasuh Efendi, müteaacibane9 kahkahalarla İngilizlerin bu yoldaki gayretini övmüş ve bununla yetinmişlerdi.
Şu resim temaşası bir saat kadar uzayarak sonra yukarıda, kıç üzerinde, soğuğun tesirlerinden etkilenmeye başlayan yolcular birer birer geldiler. Onlar da Ressam Mister James’in resimlerine baktılar. Fakat resimlerden ziyade ortaya ekspozisyon gibi serilmiş olan Şark eşyalarının temaşasıyla meşgul olmuşlardı. Nihayet uyku zamanı gelince herkes birbirine veda ederek kadınların tamamı ve erkeklerin bazısı hususi kabinelere çekildiler. Büyük salonda gecelemek için kalan İngiliz Mister James, Autrans, Remzi, Sena ve Yorgidis ile bir de Nasuh Efendi’den ibaretti. Fakat bunların hepsi birden yataklarına
5
Heyet-i mecmua: Bir şeyin teferruatına ve cüz’lerine bakılmaksızın bütününün gösterdiği hâl ve manzara. (e.n.)
6
Heyet-i umumiye: Bir şeyin teferruatları nazara alınmadan olan umumi durumu. (e.n.)
7
Salta: Yakasız, iliksiz, kolları bolca bir tür kısa ceket. (e.n.)
8
İstizah: Belirsiz ve müphem bir şey hakkında açık konuşulmasını istemek. İzah istemek. (e.n.)
9
Müteaacibane: Şaşakalma suretiyle. Taaccüb eder şekilde. (e.n.)