Kadın Avcısı. M. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Kadın Avcısı - M. Turhan Tan страница 8
“İnanayım mı Aleksandra?” dedi. “Beni sen de güzel buluyor musun?”
Çirkin kızın nasıl ruhi bir ihtiyaç ile böyle bir sorguda bulunduğu Aleksandra’nın gözünden kaçmadı. Vesvese, sevginin gölgesidir. Seven behemehâl20 vesveseli olur ve bu vesvese, sevilip sevilmemek keyfiyetinden ziyade sevilmeye layık bulunup bulunulmadığı noktasında tesirini gösterir. O sebeple sevenlerin gözleri aynadan ayrılmaz. Yine onlar sık sık dost ağzından teselli dilenirler. Tereddütsüz söyleyebiliriz ki sokaklarda gözlerini vitrinlere yapıştıranların yüzde sekseni eşyaya bakmazlar, kendilerini seyrederler ve bunların da yüzde sekseni sevdalıdır, âşıktır!
Aleksandra, bu hakikatleri daha beşikte iken öğrenmeye başlayan ezelî aşüftelerdendi. Çirkin kızın, içten kopan bir bağırış gibi dudaklarından dökülen suali üzerine hiç tereddüt etmedi:
“Siz..” dedi. “Örtülü bir güzelsiniz, her göze görünmezsiniz.”
Bu riyalı hüküm, Nadire Hanım’ın yalnız ağzını değil, yüreğini de salyalandırdı, haz ve gurur içinde kıvrana kıvrana hayalen Süruri Bey’e, lisanen terzi kıza teşekkür etti:
“Değerim yok ama iltifat ediyorsunuz.”
Karanfil Kalfa, için için, “Kâfirin piçi, beş kuruş fazla almak için yüze gülüyor. Bahçe korkuluğuna adam süsü veriyor, üstüne bir de güzellik konduruyor…” diye söylenirken Dürdane Hanım, kalık kızının gülünç endamını alık alık süzerek bahsolunan gizli güzelliklerden bir şeme arıyordu. Nimetullah Efendi, sağ elinin iri parmaklarını ustura değmemiş çehresindeki kıl külçe arasında gezdire gezdire tatlı bir mukayese yürütüyordu. Terzi ile besleme Nevcivan’ın bütün güzellikleri meydanda idi. Bu görünen ve pırıl pırıl parlayan güzellikleri bırakıp da ablasının gizli güzelliklerini aramaya heveskâr değildi. Mamafih, ablasının masum neşesini kaçırmaktan çekiniyordu. Babası gibi okumuş bir adam olmamakla beraber yine onun gibi sert ve hoyrat da değildi, mizaca hoş gelen yalanların yürek yaralayan doğru sözlere tercih edileceğini biliyordu.
Nadire Hanım, güzelliğine dair söylenen sözlerin umumi bir sükût ile karşılanması üzerine tahammül edemedi, “Karanfil…” dedi. “Terzinin şu yalanına sen ne dersin, benim nerem güzel?”
Müşkül bir imtihana girmiş gibi birdenbire şaşıran Arap aşçı, yakayı sıyırmak için atasözlerinin yardımına sığındı: “Gönül kimi severse güzel odur!”
Bu, yapılan sualin cevabı değildi. Fakat Süruri Bey’in aşkını sahih gösteren bir hükmü ihtiva ediyordu. Bu sebeple, alık kızı memnun etmeye kâfi gelmişti. Öyle ya güzelliğin en büyük semeresi “sevilmek”tir. Sevgi ise gönülde doğar. Mademki Süruri Bey onu seviyor, demek ki onun gönlü, kendisini güzel bulmuştur!
Zavallı Nadire, bu çocukça kıyası çarçabuk zihninde yürüttükten sonra anasına döndü:
“Anneciğim! Bari doğrusunu sen söyle. Terzi de Karanfil de yalan söylüyor.”
Biçare valide, meçhul sebeplerle güzelliği hakkında dört taraftan şehadet dilenen kızına acıdı. Kendi çehresinde de yaşayan o derin çirkinliğin acılığını içine sindire sindire cevap verdi:
“Kuzguna yavrusu güzel gelir. Sen benim için dünya güzelisin!”
Dünya güzeli! Bu, sevilen her kızın nefsinde gördüğü bir sıfattır. Nadire Hanım da Süruri Bey’in mektubunu okuduğu dakikadan beri dünyanın en güzeli ve hatta en mesudu olduğuna kanaat getirmişti. Annesinin sözü, bu kanaat dolayısıyla, malumu ilam gibi bir şeydi. Binaenaleyh dudaklarını tuhaf bir şekilde kıvırdı, “Bunlar hep laf!” dedi. “İstediğim şeyi hiçbiriniz söylemiyorsunuz. Ben de artık susuyorum.”
Fakat susmadı. Zihnine ansızın bir fikir doğmuştu. Besleme Nevcivan’la sırdaş olmaktan aşkı için tam bir fayda temin edemeyeceğini hesaplamış ve Süruri Bey’le mektuplaşmak, kabil olursa masum temaslar yapabilmek için Aleksandra’dan istifade etmeyi düşünmeye başlamıştı. Nevcivan, belki sadık bir sırdaş olurdu. Lakin sadakatini, yabancı erkeklere mektup götürmek ve hele onlarla kendi hanımını görüştürmek derecelerine getirmesi pek şüpheliydi. Bu işi ancak Aleksandra becerebilirdi. Şimdiye kadar başından böyle şeyler geçmemesine rağmen Rum kadınlarının az bir para için her şeyi, istisnasız her şeyi kabul edegeldiklerini biliyordu. Kulağına gelen aşk maceralarının hemen hepsinde Rum kızlarının, Rum kadınlarının parmağı görünüyordu.
İşte bu düşünce, Terzi Aleksandra’dan istifade etmek düşüncesi, Nadire Hanım’ın yeni baştan söze girişmesiyle sonuçlandı:
“Terzi hanımı bu gece bırakmayacağım. Sabaha kadar da uyutmayacağım. Ya sözünü geri alır benim çirkinliğimi yüzüme karşı söyler yahut neremin güzel olduğunu ispat eder. Başka türlü elimden kurtulamaz.”
Teklif, Aleksandra’nın canına minnetti. Gönül buhranı geçiren kızın sırrını almak için zaten telaş edip duruyordu. Fakat nazlanmayı elden bırakmadı. Anasıyla babasının merak edeceklerini ileri sürerek biraz kırıttı. Dürdane Hanım hakem vaziyetinde bulunduğu için müdahale gecikmedi, “Kızımı kırma, eve haber göndeririz…” diyerek bahsi kapadı ve bilmeye bilmeye Nadire’nin de Aleksandra’nın da emellerine hizmet etmiş oldu.
Nadire Hanım, annesini babasının yanına yolladıktan, kardeşinin yatağını gözden geçirip sürahisiyle şamdanını baş ucuna, gecelik bohçasını yorganın üstüne, terliklerini yerine koyduktan sonra kendi odasına can attı.
Dakikalar, kendisine uzun, çok uzun geliyordu. Beslemenin koynunda kalan mektup, o mübarek aşk vesikası bir an bile gözünden uzaklaşmıyordu. Nevcivan’ın teninden satırlara bir şey buluşması, bir kelimenin soluklaşması, bir noktanın silinmesi ihtimalini düşündükçe göz bebeklerinde yakıcı bir sızı canlanıyordu. Fakat anasını savmadıkça, kardeşinin odasını dolaşmadıkça aşk ile baş başa kalmak imkânı yoktu. Binaenaleyh, heyecanını yenerek, sabırsızlığını içine sindirerek birkaç saat oyalanmıştı.
Nihayet odasına girebildi, uzun bir nefes aldı. Ve kendisine refakat eden Nevcivan’ın üstüne atılarak haykırdı:
“Ver kız, mektubumu ver!”
Terzi Aleksandra, hain ve sessiz bir hızla bu çılgın telaşı gözden geçiriyordu. Tahmininde isabet ettiğini bir kere daha anlayarak seviniyor, insafsız ihtiyarın canevine kundak koymak için eline geçmek üzere bulunan fırsatı kaçırmamak azmiyle zekâsını seferber ediyordu. Nadire Hanım, bu yeni sırdaşına izahat vermeye lüzum görmedi. Beslemenin koynunda hayli ısınmış olan mektubu öpüp koklamakla meşguldü. Neden sonra, biraz aklını başına topladı, “Oturun…” dedi. “İkiniz de oturun, zavallı
20
Behemehâl: Her hâlde, ne olursa olsun, ne yapıp yapıp, mutlaka. (e.n.)