Billur Kalp. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Billur Kalp - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 15
“Ah öyle bir şey oldu ki… Söyleyeyim mi? Söylemeyeyim mi? Ne yapacağımı ben de şaşırdım…”
“Bizimle ilgili mi?”
“Evet…”
“Söyle… Niye söylemeyecekmişsin?”
“Dedikodu olur. Ben öyle şey sevmem. Belki de karı koca arasında bir felaket oluverir.”
Kâmile, yüzünü merakla burun buruna bu muhbir kadına yaklaştırarak: “Söyle sinirden gözlerim seğiriyor. İçim titriyor.”
“Sizin hanımefendi hiç gazete okumaz mı?”
“Okumaz… O, kocasının derdinden başka bir şey düşünmez…”
“Vah zavallı kadın…”
“Zavallıların zavallısı…”
“Bu ilanı İstanbul’da okumayan kalmadı. Sizi ilgilendirdiği hâlde bundan hiç haberiniz olmamasına pek şaşılır doğrusu…”
“Hanım, ne ilanı? Bu nasıl şey? Söyle diyorum…”
Turgut bir yandan, Mihriban öbür yandan Kâmile’nin eteklerini çekiştirerek: “Dadı haydi… Lokantaya gidelim. Beybabamı bulalım…”
Hizmetçi kadın, çocukların ikisini birden tartaklayarak: “Susunuz. Durunuz bakalım… Beybabanızın yediği … yedi deryanın suları temizlemez… Dinleyiniz, bakınız bu hanım ne söyleyecek? Öyle herife ananız koca, siz baba diyorsunuz… (Hüsniye’ye dönerek) Hanım, siz bu arsızların vızıldamalarına bakmayınız… Söyleyiniz… Analarının bunları düşünmeye hiç vakti yoktur. Babaları dersen kırk yıl görmese aklına gelmez… İşte ben bu doymazları akşama kadar yemişle avuturum. Bunların yediklerini vallah büyük adam yiyemez… (Cebinden iki tablet çikolata çıkarır, ellerine tutuşturarak) Alınız da bakalım susunuz…”
Mihriban, çikolatasını kardeşine göstererek: “Ağabey bak… Benim tabletim daha büyük…”
Oğlan kapmaya atılarak: “Ver onu bana…”
Kız sesinin çıktığı kadar bağırarak: “Vermem… Vallah vermem…”
Turgut, Kâmile’yi yumruklayarak: “Cadı karı… (Tepine tepine) Ona büyüğünü veriyorsun da (ağzını yaya yaya, arsız arsız ağlayarak) bana küçüğünü… Anneme söylerim billah…”
Kâmile: “Söyle… Annen senin çikolatanı düşünüyordu… Bunun büyüğü, küçüğü yok. İki tablet de birbirinin aynı. Vurma bacaklarıma. Soysuzun çocuğu… A küçük ama kurşun gibi ağır yumrukları var… Bu kadar emeklerime karşılık daha bu yaşta beni dövmeye kalkıyorsunuz… Eğer babanızın derdinden ölmez ise büyüdüğünüz vakit ananız kim bilir sizden de neler çekecek? Damarları bozuk piçler… Yumurcaklar lakırtı söyletmiyor ki… Hanım, anlat bu ilanı bana…”
“Hanım, sizin beyefendi gazetelere bir ilan verdi. İstanbul’un ne kadar aşüftesi varsa sabahleyin buraya topladı…”
“A üstüme iyilik sağlık, hanım duymasın. Çıldırır… Deli olur… Ölür…”
“Ah ben de o kadına acıyorum ya. Yüreğim hun15 oluyor…”
“Ah kimseler duymasın. Bizi tefe korlar da çalarlar…”
“Ah zavallılar, bu rezaleti sizden başka duymayan kalmadı…”
“Utanmaz herif, ne yapacak o kadar orospuyu? Genelev mi açacak?”
“Kendi için… Eşi dostu için…”
“Hanım, akıllara ziyan… Beynimin içinde karınca yuvası gibi bir şeyler kaynıyor… Sıkılmadan, arlanmadan o ilanı nasıl verdi? Gazeteler nasıl kabul ettiler? İstanbul’un bütün fahişelerini davet ediyorum diye mi yazmış?”
“Yok hanım yok… ‘Yazıhanemize genç bir kâtip hanım arıyoruz, çok iş yok, aylık dolgun.’ diye yazmış… Irzlısı ırzsızı hepsi buraya koştu. Bilemedim. Ben de geldim…”
“A vah zavallı, onların arasında seni de kötü karı sanmışlardır…”
“Sorma hanım, sorma, kızardım. Terledim, yerlere geçtim.”
“E, sonra? Buradan nereye cehennem oldular? İki gözüm anlat… Seni bize Allah gönderdi. Sen söylemesen bizim bir şeycikten haberimiz olmayacak…”
“Benim buraya gelip de bu şeyleri öğrenişimi hanımefendinin güzel kalbinin kerametine veriyorum.”
“Doğru, doğru… O kadın veli gibidir. Ona kötülük eden sonunda ettiğini bulur…”
“Hanım, dinle; şimdi en can alacak noktaya geliyorum…”
“Ah canları çıksın! Söyle…”
“Dedim ya ilana aldandım. Ben de geldim. Bu giriş yeri yavaş yavaş boyalı karılarla doldu. Bir delikanlı var. Beyin kâtibi midir nedir?”
“Ah bildim. Onu kâtipler götürsün, yaşı yerlerde sayılsın…”
“İşte o oğlan buradan en genç, en güzel, en oynak şırfıntıları seçti, seçti içeri götürdü. Bir iki defa sırıtarak çağırmak için bana da çapkın çapkın göz etmesin mi? Elimi yumdum. Kafasına doğru salladım vallahi…”
“Ah kıraydın kafasını puştun…”
“Genç karıları içeri aldılar. Kapıları sımsıkı kapadılar… Saatlerce halvet oldular… Bekleriz, bekleriz çıkmazlar. A, vakitler çok fena oldu hanım. İstanbul’un böyle civcivli göbek yerinde bu rezalet… Eski kafadaki Türkler olaydı, ortalık birbirine girerdi. Allah hepsini kahretsin. Ne hâlleri varsa görsünler… Neme gerek âlemin günahı, rezaleti de, çık git; değil mi ya? Hayır şeytanlar içime vesvese getirdi. ‘Durayım bakayım bu kepazeliğin sonu nereye varacak?’ dedim, bekledim. Bu da hanımefendimizin içine doğuşundan anlaşılıyor; yüreği tertemiz bir kadın. Ben bütün bu kötülükleri göreceğim, size anlatacağım… Beyin hıyaneti örtülü kalmayacak… Bu da Tanrı’nın hikmeti…”
“Hanım söyle… Öfkemden çatlayacağım… Kepazeler hâlâ çıkmadılar mı dışarıya?”
“Çıkmadılar… İki gözümün elifi çıkmadılar…”
“Hayâsız reziller… O Mansur Efendi olacak herif ne yapıyor?”
“Odasında oturuyor…”
“Ak sakallı pezevenk…”
Turgut’la Mihriban Kâmile’nin eteklerini çekerek: “Dadı, çikolata bitti, bir daha ver…”
15
Hun: Kan. (e.n.)