Billur Kalp. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Billur Kalp - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 19

Жанр:
Серия:
Издательство:
Billur Kalp - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

için boş boşuna atacaksınız…”

      Hızır kadın, tabancayı hanımefendinin eline verir, tetiği göstererek: “İşte bunu parmağınızla çekiniz…”

      Hanımefendi çekmeye uğraşarak: “Ay pek sıkı! Bir parmağımın kuvveti yetmiyor…”

      “Birinin kuvveti yetmiyorsa iki parmağınızla çekiniz.”

      Hanımefendi, alt dudağını dişlerinin arasında çiğneye çiğneye, korkunç bir yüz kasılmasıyla namlunun ucunu havada dolaştırarak tetiği çekmeye uğraşırken Kâmile büyük bir telaşla: “Hanımefendiciğim durunuz. Eliniz her tarafa oynuyor. Ben dışarı çıkayım da tetiği sonra çekiniz.”

      “Boş diyorlar ayol…”

      “Boş silahların patladığını ben çok bilirim. Kavga yerine gitmeden burada birbirimizi vurmayalım… Bugün sakar bir gün… Şeytanın işi yok. Tanrı’m kazasından saklasın…”

      Hanımefendi gözlerini yumar. Dudağını koparırcasına kendini sıka sıka nihayet tetiği çeker. Boş tabanca tamam çıt çıt ettiği sırada birdenbire oda kapısı açılır. Turgut’la Mihriban koşarak içeri girerler… Çıt çıtlarla çocukların girmeleri saniyesinin rastlaştığı anda Kâmile çığlığı basarak: “Atma Hanımefendi, çocuklara rast gelir…”

      Bu yaygaranın üzerine gözlerini açıp da karşısında çocuklarını gören hanımefendi, bir kaza oldu sanarak tabancayı elinden birkaç metre öteye fırlatıp durduğu yere serilir.

      Kopan çığlığa dışarıdan birkaç kadın daha koşar. Hanımefendi bir yanda baygın, ötede tabanca… Herkeste bet beniz kaçık… Ortada vurulan görülmez. Kazanın çeşidi anlaşılmaz. Fakat kimi limona, kimi sirkeye, lokman ruhuna, kolonyaya koşar. Eczaneye, doktora haber göndermeye kalkanlar bile olur… Hanımefendiyi, “Kendinize geliniz efendim, bir şey yok…” avutmalarıyla ovup ovuştururlar… Sözün kısası ev halkı birbirine girer..

      Turgut’la Mihriban bu kargaşalıktan yararlanarak annelerinin kıyıda bucakta ne kadar ilaçları varsa açıp karıştırırlar. Bir kutu içinde buldukları sürgün şekerlerini17 birbirlerinin ellerinden kapışarak hepsini tıkınırlar.

      Hanımefendi kendine gelir. Çocuklarının sağ olduklarını görmek için onları karşısına dizer. Sonra bağrına bastırır. Bütün annelik şefkatiyle, atlatılmış kazadan dolayı sıcak gözyaşlarıyla Ulu Tanrı’ya şükürler ederler.

      Rüzgârlara karışarak koşmaya alışmış şoför, arabasının içinde sigara üstüne sigara içerek bir saatten çok pinekledikten sonra vaktin gecikmekte olduğunu hatırlatmak için içeriye haber gönderir.

      Ne gibi önemli bir iş için hazırlanılmakta bulunulduğu kadınların biraz akıllarına gelir…

      Hızır kadın, vakit gecikirse tam kızgın tavında öç almak fırsatının kaçırılacağı ihtimalini uzun kanıtlarla anlatarak hanımefendiyi derler toplar. Bir çantanın içine, bayılanı ayıltmak için ne gerekse konur. Tabancayı, kimi kez dolmadan şeytan eliyle boşanan bu kazalı aleti gerektiği anda hanımefendiye vermek üzere Hüsniye kendi yanına alır.

      Hanımefendi, Kâmile, iki çocuk otoya binerler.

      Hızır kadın, her ihtimale karşı, şoföre verilecek paraları peşin ister. Herifi bir yana çeker. Onun kesişilen payını avucuna sıkıştırarak kendininkini göz bağcı çabukluğuyla serviyetine yerleştirir… Arabaya girer. Koca canavar, homurtusuyla sokakları doldurarak sırtındakileri istenen yöne doğru uçurur…

***

      Araba, uçan camlı bir köşk gibi hafif sarsıntılarla ve köşebaşları dönemeçlerinde içlerindekileri sağa sola biraz yaslandırarak koşa koşa Köprü’yü geçti. Kalabalık yollarda kaynaşan insanları, siyah köpüklü bir deniz üzerinde giden bir vapur gibi, iki yanına fırlatarak engel tanımaz bir inatla yollara saldırıyordu. Banka önünden geçtiler. Şişhane Karakolu dönemecinde otomobil yokuşlara atılırken Mihriban, annesinin iki dizi arasına sokularak şakaklarından sızan hafif bir ter ve her saniye artan baygın bir çehre ile: “Anneciğim…”

      “Ne var yavrum?”

      “Çişim geldi…”

      “A a sırası mı?”

      “Ama pek geldi…”

      “Tut kendini bir parça… Şimdi arabadan ineceğiz… İşte o zaman…”

      “Anneciğim… Tutamayacağım… Tutamıyorum… Ay işte tutamadım!”

      Turgut aynı ter, aynı solgunluk ve titrek sesle Kâmile’ye sarılarak: “Dadı… Ediyorum…”

      Hanımefendi: “A bu nedir canım? Ayıp değil mi koskoca çocuklarsınız!”

      Kâmile: “Hanımefendiciğim, bu iki çocuğun karınlarından birbirine telgraf mı vardır nedir? Bir türlü anlayamadım. Ne vakit birisi böyle bir sıkıntısı olduğunu söylerse arkasından hemen öteki de başlar…”

      Şaka değil, evde hanımefendinin baygınlık kargaşalığı sırasında boğazlarına düşkün bu iki yaramaz, altmışar grama yakın müshil şekerlemesi tıkınmışlar, basan hararet üzerine sokağa çıkmazdan önce birer bardak da su çekmişlerdi… Şekerlemelerdeki yumuşatıcı madde, şimdi mide ve bağırsaklarını gevşetmiş… Zavallıları, o yaşta çocukların değil demir gibi pehlivanların karşı koyamayacağı bir duruma getirmişti. Fakat bu oburluktan kimsenin haberi yoktu. Bu vızvızlanmaları, bu iki yaramazın böyle anlarda her zamanki sıkıştırmalarına benzer birer densizlikleri sanıyorlardı.

      Bu pis olayın gittikçe tehlikesi artıyordu. Kız, anasının dizlerine serildi. Oğlan, Kâmile’nin kucağına kapandı… Arabanın içini, penceresi kapalı bir hela kokusu sardı. Aynı zamanda anne ile dadı gövdelerinin çocuklara dokunan kesimlerinde sıcak sıcak bir ıslaklık duydular.

      Sinirli Hanımefendi, sinirlerinin bütün taşkınlığıyla haykırdı:

      “A a kız benim kucağıma küçüğünü büyüğünü salıverdi.”

      Kâmile: “Sus hanımefendiciğim sus! Yarı belimden aşağısı o kadar ıslandı ki bu küstahlığı eden ben miyim yoksa çocuk mu, ayırt edemeyecek bir duruma geldim…”

      Hanımefendi çocuğunu tartaklayarak: “Kız bu nedir ettiğin? Yeni baştan kundakta bebek mi oldun? Bu kadar kirlettiğin yeter…Tut kendini yoksa şimdi seni arabadan aşağı atarım alimallah!”

      Mihriban, bu azara karşılık vermedi. O, sergin, âdeta baygındı. Yalnız tartaklanma sırasında midesinde sulanan şeylerin bir kısmı ağzından taşmaya başladı. Yine o anda oğlan da Kâmile’nin kucağına kusuverdi.

      Hanımefendi sinirli bir şaşkınlık içinde: “Bu olağan bir durum değil; bunlara ne oldu kuzum?”

      Kâmile titiz bir sesle: “Onlara ne olduğunu bilmiyorum. Fakat biz, herhâlde onlardan daha berbat olduk…”

      Arabanın

Скачать книгу


<p>17</p>

Sürgün şekeri: Müshil. (e.n.)