Billur Kalp. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Billur Kalp - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 5
Ali Fikri: “İş olmadığı vakitlerde akşama kadar ne yaparsınız orada?”
Saim İzzet: “Tatlı tatlı gır geçeriz…”
“Ne gırı?”
“Karı lafı be… Her gün idaremiz işsiz güçsüz misafirlerle doludur. Gelsin cigara, kahve, çay, limonata… Gırla lakırtı.”
“Karı ticareti mi yaparsınız?”
“Yok… Bu konuda biz tüketiciyiz… Karı dedin mi bizim beyin göğsünde ciğerleri görünür…”
“Karıcılıkta sanki sen ondan aşağı mısın?”
“Bu noktadaki zevklerimizi tamamıyla birbirine uygun olduğu için Semih Atıf Bey’e kapılandım ya…”
Ali Fikri mayhoş bir şey söyleyeceğini anlatır bir yüz buruşukluğuyla: “Kızmazsan sana bir şey söyleyeceğim.”
“Lafına göre…”
“Lafın benimle ilgisi yok. Duyduğumu söyleyeceğim.”
“Söyle…”
“Sizin idarehaneye arada sırada kadın misafirler de geliyormuş…”
“Olabilir a… Şimdiki zamanda bu şaşılacak bir şey mi?”
“Aralarında çok şıkları, güzelleri, eşsizleri varmış…”
“Bu da şaşmaya değer bir şey değil.”
“Kimi de sizin bey bu güzel ziyaretçilerle odaya kapanıyor, sen kapı önünde bekçilik ediyormuşsun.”
“Al bilmem neresinden vur duvara… Bu da sanki laf mı? Oğlum ben emir kuluyum. Bana ‘Şu kapının önünde biraz bekle!’ emrini verirlerse ‘Hayır beklemem!’ demek olur mu?”
“İçeriye oynak, aynalı bir genç karı ile kadın düşkünü bir delikanlı kapanırsa senin kapı önündeki bekçilik görevinin adı ne olur?”
“Pezevenklik, diyeceksin…”
“Dersem haksız bir şey mi söylemiş olurum?”
“Hâlâ büyükbabanın zihniyetiyle yaşıyorsun. Hâlâ hayvanlara özgü çayırlıkta otluyorsun. Bu bekçiliğe hovardalık dilinde ‘arkadaşlık’ derler. Gün ve sıra gelir ki bey de öyle bir kapı önünde beni bekler. Bu ham düşünceleri kafandan at. Biraz yontul, biraz incel… Bir erkekle kadının bir odaya kapanmaları dünyayı altüst edecek bir mesele, bir cinayet değildir. Eskiden Türk mahallesinde bir eve zampara girdiği duyulursa yedi semtin halkı ayağa kalkar; zaptiyeler, polisler, imamlar, muhtarlar, bekçiler silahlarla, sopalarla toplanır, kıyametler koparmış… Talihsiz zamparanın dayaktan cavlağı çektiği de olurmuş… İstanbul sokaklarında sürü sürü köpekler gezerken bu hayvanların çiftleşmelerine de müsaade edilmezmiş. Böyle bir suç işlerken görülen çiftlerin üzerlerine taş, sopa, gaz tenekeleri yağdırılır, sular dökülürmüş… Zavallılar yaralar, bereler, kanlar içinde kalırlarmış… Her şeye dayanan İstanbul halkının sinirleri nasılsa bu hâle dayanamıyor… Tabiatın bu önüne geçilmez kanununa bu denli şiddetle karşı gelmek gerçek namusluluk değildir. Karını iyi seç, iyi idare et. Kızlarının, oğullarının eğitimlerine özen göster, keyfine bak… Bu dünyada zorla hiçbir şey olmaz. Uygunsuz, yaraşıksız, zorbaca evlenmelerden her türlü kötülükler çıkabilir… Bu cahilce, aşırı geri düşüncelerin sonu nereye çıktı, görüyorsun ya? Bugün bir rıza göster de hâli seyret… Fetva emininin torunuyla kucak kucağa dans edebilirsin. Şimdi haydi gidelim. Divanyolu’ndan iki adım ötede bir kâgir konağın kapısını çalalım. Karşına fıstık gibi dolgun, beyaz, güzel fıkır fıkır bir hanımefendi çıksın… Sermayelerini beğendirmek için karşına dizsin… Ye, iç, yat, kalk, gül, oyna, eğlen… Ne polisten çekin ne imamdan, bekçiden… Ne de konudan komşudan… Cüzdanında paran var mı? Sen onu haber ver… Ve bugün ceplerini doldurmak için kolayına gelen kazanç yollarından her türlüsüne başvurabilirsin. Hiçbir şey ayıp değil… Yalnız aç kalmak felakettir. Herkes gözünü açsın. Aldanmasın, çaldırmasın. Çağımız alıkları, beceriksizleri, tembelleri beslemez… Evet bizim bey, karı dalaveresiyle uğraşmaktadır. Yanı sıra ben de aşk meyvesiyle çöpleniyorum. Hoşuma giden afetler olursa peşlerine düşüyorum. Onda beş, iş oluyor… Neme gerek benim, beyin huyu ne olursa olsun… Vaktiyle parayı nereden kazanmış bulunursa bulunsun. Herhangi bir zenginliğin dibini kazısan altından çapanoğlu çıkar. Beyi ayıplayanlar öyle fırsatları elde edemeyenlerdir.”
İzzet, sen dersini almışsın… Ben de senin gibi beyin çanağını yalasam belki bütün günahlarını sevap gibi görürüm… İdarehanenize karı kapatmanız, bana karşıdan çirkin görünüyor. Bu işe hangi yüzünden baksan rezaletten başka bir şey değildir; işitip dururuz: Abdülhamit zamanında vekiller bunu nezaret odalarında yaparlarmış… Böyle olaylar türlü iğneli sözlerle gazete sütunlarına geçermiş, aylarca halkın diline düşermiş… Oğlum, erkekle kadının bu günahı işlemedikleri hiçbir devir yoktur. Fakat şimdi bu yönden bütün bütün uygarlığa girdik. Sana dedim; askın yok, baskın yok. Karının gönlünü et. İstediğin yere götür, eğlen…”
4
Saim İzzet, Sirkeci’de Kozacı Hanı’nın ikinci katındaki idarehaneye girdiği zaman vakit gecikmişti. İhtiyar Mansur Efendi, sürekli zayıf burnunun ucuna düşen gözlüğünü düzelterek büyücek bir deftere kayıtlar yapıyordu. İzzet’i görünce sesine titreme getiren bir sinirlenme ile haykırmak için kuvvetsiz boğazını zorlayarak: “Ay efendim neredesin? Arapyan Hanı’ndan gelecek faturalar var. Gümrükte hemen yapılması gereken işlerimiz yüzüstü duruyor… Küçük el defteri senin gözünde kilitli kalmış…”
Saim İzzet, yalana idmanla bir okul çocuğu gibi saldır suldur:
“Sorma hâlimi baba, bu akşam bizim kocakarı hastalandı. Koş bir doktora… Koş bir eczaneye…”
Mansur Efendi aldanmadığını anlatır bir bakışla gözlüğünün üzerinden gözlerini süzerek: “Bu sabah seni mahalle kahvesinde tavla oynarken görmüşler…”
“Kim görmüş? Yaradan Tanrı hakkı için…”
“Sus ant içme… İçeriki odadan bey, üç defadır seni soruyor…”
“Ne dedin?”
“Daha gelmediğini söyledim…”
“Ah baba ah, geldi de bir işe gönderdim