Boğulmamak İçin. Джордж Оруэлл

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Boğulmamak İçin - Джордж Оруэлл страница 12

Жанр:
Серия:
Издательство:
Boğulmamak İçin - Джордж Оруэлл

Скачать книгу

satın almak için para biriktiriyorlardı ancak tasarruflar hiçbir zaman üç peniyi geçemiyordu. Yazın balık tutmaya ve kuş yuvası yapmaya gidiyorlardı. Joe, Bayan Howlett’e giderken haftada en az bir kere okuldan kaçardı ve hatta Gramer Okulunda bile iki haftada bir kaçmayı başarmıştı. Gramer Okulunda bir çocuk vardı, bir müzayedecinin oğluydu, her tür el yazısını kopyalayıp annenizden bir mektubu taklit eder, bir gün önce hasta olduğunuzu yazardı. Tabii ki Kara El’e katılmak için deliriyordum ama Joe her zaman beni durduruyor ve etrafta dolaşan lanet olası küçük çocuklar görmek istemediklerini söylüyordu.

      Aslında beni en çok cezbeden balığa çıkma fikriydi. Sekiz yaşıma kadar hiç balık tutmamıştım, bazen dikenli balık yakalayabildiğin şu ucuz ağlarla tutmuşluğum vardı sadece. Annem bizi her zaman su kıyısına göndermekten çok korkardı. Balık tutmayı o günlerde anne-babaların her şeyi “yasakladığı” gibi “yasaklamıştı” ve yetişkinlerin yuvarlak köşeleri göremediklerini henüz anlamamıştım. Ancak balık tutmaya gitme fikri, beni heyecandan neredeyse çıldırtıyordu. Çoğu zaman Değirmen Çiftliği’ndeki göletin önünden geçip küçük sazanların yüzeye çıkışını, bazen de köşedeki söğüt ağacının altında gözüme kocaman görünen elmas biçimli büyük bir sazanın, sanırım on beş santim uzunluğunda, aniden yüzeye çıkıp bir kurtçuğu yudumlayıp tekrar batışını izlerdim. Ana caddede olta takımlarının, silah ve bisikletlerin satıldığı Wallace’ın dükkân camına burnumu yapıştırıp, orayı izleyerek saatler geçirirdim. Yaz sabahları uyandıktan sonra yatağın içinde Joe’nun bana balık tutmayla ilgili anlattığı hikâyeleri düşünürdüm ekmeği nasıl karıştırdıklarını, şamandıranın bir süre sallandıktan sonra suya nasıl daldığını anlatırdı ve onu dinlerken oltanın büküldüğünü ve balıkların çizgide çekildiğini hissediyordum. Bu konuyu konuşmanın bir faydası var mı bilmiyorum, bir çocuğun gözünde balıkların ve olta takımlarının nasıl sihirli göründüğünü herkes bilir. Bazı çocuklar silahlar ve ateş etme konusunda böyledir, bazılarıysa motorlu bisikletler, uçaklar veya atlar hakkında aynı şeyi düşünüyor. Akla uygun hâle getirebileceğiniz veya açıklayabileceğiniz bir şey değil, sadece sihir bu. Bir sabah, haziran ayıydı ve ben sekiz yaşlarındayım, Joe’nun okulu asıp balığa çıkacağını biliyordum ve onu takip etmeyi kafama koydum. Joe bir şekilde aklımdan geçenleri anladı ve giyinirken atağa geçti.

      “Sana gelince küçük George! Bugün benimle geleceğini sanma sakın. Evde kalıyorsun sen.”

      “Yo, öyle bir şey düşünmedim. Aklıma bile gelmedi.”

      “Evet düşündün! Çeteyle takılabileceğini sandın.”

      “Hayır, düşünmedim!”

      “Evet, düşündün!”

      “Hayır, düşünmedim!”

      “Evet, düşündün! Sen evde kalacaksın. Peşimizde uğursuz çoluk çocuk dolansın istemiyoruz.”

      Joe “uğursuz” kelimesini yeni öğrenmişti ve sürekli kullanıyordu. Babam bir keresinde bu kelimeyi kullandığını duymuş ve onu öldüresiye döveceğine yemin etmişti ama her zamanki gibi öyle bir şey yapmamıştı. Kahvaltıdan sonra Joe sırtında çantası, başında Gramer Okulu şapkasıyla bisikletine binip yola çıktı. Her okulu astığında yaptığı gibi beş dakika erken çıkmıştı. Howlett Ana’nın okuluna gitme vaktim geldiğinde gizlice çıkıp bölmelerin arkasındaki şeritte saklandım. Çetenin Mill Çiftliği’ndeki gölete gittiğini biliyordum ve beni öldürseler bile onları takip edecektim. Muhtemelen bana sopa çekeceklerdi ve muhtemelen akşam yemeği yememe izin verilmeyecekti, sonra annem okulu astığımı anlayacak ve ben bir sopa daha yiyecektim ama umurumda değildi. Çeteyle balığa çıkmak için can atıyordum sadece. Aslında ben de kurnazın tekiydim. Joe’ya etrafta bir tur atıp Mill Çiftliği’ne gidecek kadar zaman tanıdım, sonra çizgi boyunca takip edip çitin uzak tarafındaki çayırların etrafından dolaştım, çeteye yakalanmadan gölete ulaşmaya çalışıyordum. Harika bir haziran sabahıydı. Düğün çiçekleri dizlerimi geçecek kadar uzamıştı. Karaağaçların tepelerini kıpırdatan bir rüzgâr vardı ve yapraklar büyük yeşil bulutlar gibi ipeksi yumuşaklıkta ve zengindi. Saat sabahın dokuzuydu ve ben sekiz yaşındaydım, yaz havası her yanımı sarmıştı, yaban güllerinin hâlâ çiçek açtığı yerde büyük karışık çitler ve tepelerinde yumuşak beyaz bulut parçaları sürükleniyordu, ilerideki alçak tepeler ve ormanın loş mavi kütleleri Yukarı Binfield’i çevreliyordu. Ama bunlar benim zerre kadar umurumda değildi. Benim tek düşündüğüm yeşil gölet, sazan balığı, çengeller, olta takımı ve ekmek hamuruydu. Sanki onlar cennetteydi ve benim onların yanına gitmem gerekiyordu. Şimdilik onlara gizlice yaklaşmayı başarmıştım, dört kişilerdi; Joe, Sid Lovegrove, çırak çocuk ve bir esnafın oğlu, ismi Harry Barnes’ti galiba.

      Joe bir an arkasını döndü ve beni gördü. “Tanrı’m!” dedi. “Çocuk gelmiş.” Kavga başlatacak vahşi bir kedi gibi üstüme yürüdü. “Sana ne demiştim ben? ‘Emen eve geri dön!”

      Joe ve ben heyecanlanınca h harfini yutardık. Bir adım geri attım.

      “ ‘Ayır gitmiyorum.”

      “Evet gidiyorsun.”

      “Kulağını çek onun Joe.” dedi Said. “Başımıza bela olacak çocuk istemiyoruz burada.”

      “ ‘Emen dönüyor musun, dönmüyor musun?” dedi Joe.

      “Dönmüyorum.”

      “Bittin, oğlum bittin!”

      Sonra üstüme gelmeye başladı. Ve bir an sonra beni kovalamaya başlamıştı, önde ben arkada o, daireler çiziyorduk. Birazdan beni yakalamış ve yere yatırmıştı, üstüme çöküp kulaklarımı çevirmeye başladı bu, onun en sevdiği işkence biçimiydi ve ben buna dayanamıyordum. Artık hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım ama hâlâ vazgeçmiyor ve eve gideceğimin sözünü vermiyordum. Orada kalmak ve çeteyle birlikte balığa çıkmak istiyordum. Sonra bir anda benim tarafıma geçtiler ve Joe’ya yakamı bırakmasını, istiyorsam kalabileceğimi söylediler. Böylece onlarla kaldım.

      Diğerlerinde kancalar, oltalar, şamandıralar ve bir bez parçası içinde ekmek hamuru vardı, herkes kendi için göletin köşesindeki ağaçtan söğüt anahtarı kesti. Çiftlik evi sadece iki yüz metre ötedeydi ve gözden uzak durmak zorundaydık çünkü yaşlı Brewer, balık tutulmasına çok karşıydı. Onun için değişen bir şey yoktu aslında, göleti ineklerini sulamak için kullanıyordu ama çocuklardan nefret ediyordu. Diğerleri beni hâlâ kıskanıyordu ve sürekli altı üstü bir çocuk olduğumu, ele ayağa dolaşmamam gerektiğini ve balık tutmak konusunda hiçbir şey bilmediğimi hatırlatıp duruyorlardı. O kadar gürültü yapıyormuşum ki balıkların yarısını kaçırmışım, oysa oradakilerin çoğundan daha sessizdim. Sonunda beni yanlarına oturtmayıp göletin gölgenin daha az olduğu daha sığ bir tarafına gönderdiler. Benim gibi bir çocuğun su sıçratıp balıkları korkutacağından emin olduklarını söylediler. Göletin çürümüş bir tarafıydı, normal şartlarda bir balığın gelemeyeceği bir bölüm. Bunu biliyordum. Bir tür içgüdüyle balıkların nerede yatacağını biliyor gibiydim. Olsun, sonunda balık tutuyordum. Elimde oltayla çimde oturuyordum, etrafımda sinekler vızıldıyordu ve yabani nanenin kokusu bayıltıcıydı. Yeşil suyun üstündeki kırmızı pervane tahtasını izliyordum ve

Скачать книгу