Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar - Ахмет Мидхат страница 4
Zira dikkatli nazarlarımızı hastaya dikilip kalması lazım gelecek bir noktadayız.
Demir Bey güya bindiği at üzerinden yaralı olarak yere düştüğü zaman ölüm hâlindeki bir yaralının elemli tavırlarıyla ağlama yolunda birçok şeyler söylemeye başladı. Gerçi söylediği şeyler hep Fransızca olduğundan anlaşılmıyor idiyse de asıl hâl ve hareketlerindeki elemli ahları müteakip hasta gözlerini göğe dikerek öyle bir teslim tavrı almış ve bu hâlde her kelimesini uzata uzata birtakım sözler söylemeye başlamış idi ki, bu hâlin ölüm hâli ve bu sözün de yakarma ve dua olduğunu yalnız Feride Hanım değil; yanında bulunan cariye bile anlamıştı.
Hele bir aralık hasta bütün kuvvetini kaybederek güya başka birisi onun sağ elini tutmuş da hareket ettiriyormuş gibi öyle acayip bir hareket yaptı ki, Feride Hanım’ın bütün bütün aklı başından gidiyordu. Çünkü hastanın sağ elinin gösterdiği hareket âdeta Hristiyanların istavroz çıkarmalarına benzer bir hareketti.
Üzüntünün son dereceye varması Feride’nin aklını başından alacakken, biraz toparlandı ve kendi kendisine:
“Bu hasta ateşler içinde yanıyor. Ne ettiğini bilmiyor. İhtimal ki bulunduğu dakika hayatının son dakikasıdır. Bu hâller, biçarenin gözlerine görünen şeyler, hayal eseridirler. İnsani ve İslami vazifeyi şu dakikada biz icra etmeliyiz.” diye her zaman olduğu gibi birtakım şefkatli kelimeler ve acıyan sesler ile hastayı uyandırmaya başladı. Demir Bey gözlerini açtı. Karşısında zevcesini görünce pek ziyade memnun olduğunu ispat edecek tavırlar ile hafifçe bir tebessüm etti. Fakat o anda yine elini malum yaranın bulunduğu sol omzuna doğru götürüp yokladı. Hatta birkaç defa bastırdı bile. Orada yeni yara bulamayınca tavırlarına biraz daha kuvvet geldi. “Feride! Karıcığım!” hitaplarını birkaç defa tekrar etti.
Feride Hanım ise evvelce kocası aleyhinde peyda etmiş olduğu düşmanca olan hisleri, velev ki bir dakikacık için olsun, hatırdan çıkararak kocasına kelimeişehadeti telkin ettiriyordu.
Gerçi Demir Bey de karısı ile beraber bu mübarek ve mukaddes kelimeyi tekrara başladı. Hem de yalnız dil ile ikrar suretinde değil; kalp ile tasdik de ettiği hâl ve şanından açıkça anlaşılıyordu. Ancak zevcesi Feride Hanım’ın düşündüğü gibi adamcağız gittikçe ölüme yaklaşmadı. Bilakis bu mübarek kelimenin acil şifasına nail olmuşçasına bir süratle afiyet cihetine doğru yol almaya başladı.
4
O gece hasta sair gecelerden daha iyi bir hâlde sabahı buldu.
Hatta asıl uyku addolunacak surette birkaç saat istirahat da etti.
Hem de öyle sayıklamalar filanlar olmaksızın uyudu.
Bu gece Feride Hanım’ın sabaha kadar kalbinden neler geçtiğini ne kadar tafsil etmiş olsak yine hakkıyla tasvir edememiş oluruz. Kadın nazarında Demir Bey’in Hristiyan olduğu hususunda hiçbir şüphe kalmadı. Hükmetti ki bu adam kesin Fransız’dır. Sonra Mısır’da mı her nerede ise Hristiyanlıktan dönüp Müslüman olmuştur. Ama hakkıyla dönmüş mü? Yoksa bazı zariflerin söyledikleri gibi hızlıca dönerek yarı yolu geçip yine eski noktasına mı gelmiştir? İşte kadıncağızın asıl merakı bu oldu.
Haremde Demir Bey’in bir odası vardır ki görseniz bir tüfekçi dükkânından farkını bulamazsınız. Gerçi bir farkı, bu odada demir ocağı bulunmamasından ibarettir. Fakat demir ocağı da bahçenin bir tarafında, asıl bahçıvan kulübesi olan yerdedir. Haremdeki bu odada ise bazı pek ince işlerde kullanılacak parlak örsler, çekiçler, boy boy el makineleri, sabit makineler ile eğelerin iri dişlisi, ince dişlisi, dört köşeli, üç köşeli, sıçankuyruğu, balıksırtı nevinden olanları sırasıyla muntazaman delikli tahtalara geçirilmiş görülür. Hususi bir raf üzerinde de en küçüğünden âdeta büyüklerine kadar türlü türlü cımbızlar, kerpetenler kıskaçlar asılmış ve tanzim olunmuşlardır. Bunların yanında irili ufaklı birçok pergeller, taksim pergelleri, kumpaslar müşahede olunur. Bir tarafta paket paket zımpara kâğıtları vardır. Diğer tarafta da erkekli dişili vida açmaya mahsus boy boy paftalar bulunur. Delik delmek için kemaneli miskab ve daha büyük deliklerde kullanılmak için cırcır ve ondan daha büyüklerinde kullanılmak için makineli miskab bulunduğu gibi ufacık fakat mükemmel bir torna tezgâhı ile yine ufacık fakat mükemmel ve planlı bir atölye bilhassa dikkatleri üzerine çeker. Hele raflar üzerinde eskisinden, kırığından, döküğünden alınız da en yeni ve mükemmellerine varıncaya kadar birçok tabanca, tüfek, kılıç, şiş, kama, hançer, yatağan, saldırma, muşta gibi silahlar da görülür ki bu odada bulunan alet edevatın işte burada yapıldığı anlaşılır.
Demir Bey’in ne ile geçindiğini henüz tamamıyla tasvir etmemiş bulunduğumuzdan ihtimal ki bu odanın lüzumunu, hikmetini takdir etmemişsinizdir. Feride Hanım’ın ahbap ve ecdadından kalan gelirlerinin toplamı bugünkü günde ayda elli lirayı geçer. Demir Bey’in emekli maaşı da beş yüz Mısır kuruşudur ki İstanbul’un altın kuruşu hesabıyla altı yüz yirmi beşi geçer. Familyanın bütün masrafını Feride Hanım karşılar. Demir Bey ise aldığı maaşı yalnız işte şu odada görülen şeylerin yolunda sarf eder. Bir de haftada bir gün, hem de mutlaka pazar günleri Beyoğlu’nda sarf eder.
Bizim Demir Bey “kâr hane” tabir ettiği bu iş odasına her sabah girip kuşluk yemeğine çağırıldığı zaman, arkasında Acem gömleği ve önünde önlük olduğu hâlde âdeta bir tüfekçi ustası kıyafetiyle çıkar. On dakika bir çeyrek zarfında güç hâl ile ellerini yıkayıp temizleyebilir. Yemeği müteakip yine iş odasına gider. Ta akşam yemeği zamanında, yine kuşluk vaktindeki hâl ve kıyafetiyle çıkar. Oda içinde bulunduğu müddet zarfında ne ile meşgul olur, bilir misiniz? Şimdiye kadar yapılmış olan kılıçlardan, hançerlerden başka bir türlüsünü yapmak ve mevcut tabancalardan tüfeklerden daha başka türünü icat etmek ile uğraşır. Gerçi birçok yeni icada muvaffak olmuştur. Ama yeni icatlarını kimseye göstermez. Kendi tabirine göre bu odaya sadece vakit geçirmek için girer. Zira vaktini bu odada geçirmeyecek olursa nerede geçirebileceği hususunda kendisi dahi kararsız kalır. Kimse ile görüşmez ki, kendisini başka türlü eğlendirebilsin. İçki içmez. Feride Hanım ahret evladı edindiği iki cariyeye müzik öğrettiği ve çocukların ustalarının delaletiyle güzelce çalgı çalmaya muktedir bulundukları hâlde dahi Demir Bey müzikten de hoşlanmaz ki çocuklar ile eğlenebilsin.
İşte şu yalnızlık hâli Demir Bey’i sabahtan akşama kadar iş odasında hapsettiği gibi pazar günleri Beyoğlu’na gittiği zaman da başkaları için pek de gönül eğlendirmeye sebep olamayacak surette zaman geçirir. Mesela bir aralık Zincirlikuyu yolunu tutup gide gide Maslak’a kadar varır. Sonra geri döner. Bu gidişle Bentlere kadar vardığı günler dahi olur. Bazı kere Kâğıthane yolunu tutar. Hele bir defasında Beyoğlu’ndan Kâğıthane ve oradan Eyüp’e, Eyüp’ten İstanbul’a, nihayet Galata yoluyla Cihangir’e varmaktan ibaret bir gezinti yapmış ve bundan ziyadesiyle memnun olmuştur.
Şimdi Demir Bey’in iş odasında bulunduğu zamanlar çekiç tıkırtısı,