Dünyanın Mihveri Kadın mı Para mı?. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Dünyanın Mihveri Kadın mı Para mı? - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 5
Edip Münir ateşli bir sesle:
“Yetişir efendi baba! Bütün bir kuşağı böylece çamura batırmaktan çekinmiyor musun?”
“Benim bugünkü kuşakla ilgili bir sözüm yok. Avukatlık gerekli değil. Her sağlam vücutta birkaç çıban çıkabilir. Ben karşımdaki tek örneği temel tutarak söylüyorum. Bu yaptığım şey tamamıyla senin portrendir. İnsan insanı, ahlak ahlakı andırabilir. Eğer bu tanıtımıma benzeyen başkaları da varsa kendi yaratılışlarına lanet etsinler.”
Edip Münir kendine acındırır bir poz almaya çalışarak:
“Bugün buraya ben sizden yardım istemeye gelmiştim. Fakat siz beni bu ahlakla ilgili eleştirmelerle karşılayarak sözü ağzıma tıkadınız.”
“Genç bir adam bir ihtiyardan nasıl yardım isteyebilir?”
“Asıl kuvvetin ihtiyarlıkta, gençlikte olmadığını bilirsiniz.”
“Oğlum, asıl kuvvet doğruluktur. Ahlak yolunda adımlarını çarpıttığın gün namuslu adamlardan yardım istemek hakkını kaybetmiş olursun.”
Edip Münir yumuşak bir tonla:
“Efendim, paraca ufak bir yardım…”
“Asla!”
“Bana birkaç lira vermekle zenginliğinizden ne eksilir?”
“Ben zengin değilim. Kıtkıllet geçinen bir adamım. Bundan geçelim, eli ayağı tutan bir dilenciye para vermek ahlakça ve kanunca yasaktır.”
“Ben bir baba dostu tanıyarak size başvuruyorum. Siz beni dilencilik basamaklarına indiriyorsunuz. Bu toplum içinde birbirinden para yardımı isteyen her kimse dilenci mi sayılır?”
“İsteğin çeşidine göre. Eğer sen doğru düzgün çalışıp kriz nedeniyle işi bozulmuş bir adam olaydın memnunlukla sana yardım ederdim. Sen meşru bir kazancın peşinde iş arayan bir adam değilsin. Bugün verdiğimi yiyerek yarın yine aynı duruma düşeceksin. Bunun için sana para vermek seni büsbütün dilenciliğe alıştırmak demektir. Namusunla kazanmayı öğren…”
“Efendim, bugün bana teklif edeceğiniz herhangi bir işi yapmaya hazırım. İş bulunuz, yapayım.”
“İşsiz kalan kimselerden çoğunun ahlakça kusurları vardır. Namuslu adam uzun süre iş aramaz. İş gelip onu bulur. Günün bu ahlak karışıklığı içinde kendine tamamıyla güvenilebilir, dosdoğru bir adam, ağırlığınca altına değer. Böyle bir kimseyi ele geçiren bir patron bir daha onu işi başından ayırmak istemez.”
“Ahlak ve namus yasalarınızı bana aşılayınız. Ben de kesinlikle onlara bağlı kalacağıma söz vereyim. Fakat namus da insana birdenbire çıkar sağlayan bir şey değildir.”
“Ah oğlum, ondan birdenbire bir çıkar bekleyerek namuslu olacağını söyleyen bir kimse düpedüz bir namussuzluk işlemiş olur. Ve böyle söylemek de namusun ne olduğunu anlamamakta inat etmektir. Namus birdenbire bir çıkar sağlayamadıktan başka, onun değeri bilinmeyen çevrelerde bazen sahibine felaket de getirebilir.”
“Namussuzlar hükümlü olmak, ceza, hapis felaketlerinden korkarlar. Namusluluk da her ne şekilde olursa olsun felakete döndükten sonra bu ikisinin arasında ne fark kalır?”
“Oğlum, bana koyu koyu küfür ettirme! Bu iki şeyi senin düşündüğün biçimde yargılamak da bir namussuzluktur. Kelimenin olumlu olumsuz bu iki şeklinden birini seçmekte kararsızlığa düşmüş bir kimsede artık ahlak aranır mı?”
“Olamaz mı efendim? Son derece darlığa düşmüş bir adam hırsızlığının farkına varılamayacağı bir para kümesinin karşısında bulunursa çalayım mı çalmayayım mı diye kendisiyle mücadeleye kalkışmaz mı? Ve niceleri de vardır ki çalmışlardır da duyulmadıkları için sosyal namuslarından bir kıymık kaybetmemişlerdir.”
“Asıl namuslu adam halk önünde olacak hükümlülüğünden ziyade kendi vicdanının suçlamasından korkar. Aslında fena bir adamı halkın iyi bilmesinden çok fenalıklar çıkar. Böyle bir adam vicdanı karşısında iki katlı sorumludur. Birinci suç gizli hırsızlığı, ikincisi de halkı aldatmasıdır. Böyleleri insanlık için kelepçelerle hapishanelere götürülenlerden daha korkunçtur.”
Edip Münir birdenbire horoz gibi kabardı. Gözlerini ihtiyarın üzerine açarak:
“Efendi baba, efendi baba! Eski kafa, eski kafa… Boğazıma tıkılanları söylemezsem tıkanacağım!”
“Tıkanma, söyle, yeni kafa…”
“Dinine sıkıdan sıkıya bağlıysan Allah, dinsizsen talih sana vermiş, bana vermemiş. İşte ben bu paylaşmayı beğenmiyorum.”
Hacı Ömer Efendi aynı ateşle bağırdı:
“Sus! Sus! Komünist sözünü işitiyordum ama davasını bu kadar pervasızlıkla yüzüme haykıran bir küstaha henüz rastlamamıştım!”
Edip Münir: “Ortada bir komünist sözüdür dönüyor. Bunun anlamını bilen de söylüyor, bilmeyen de…”
Ömer Efendi: “Bunun anlamını bilmeyecek ne var? Soygunculuk… Sermaye sahiplerini vur aşağıya, halkın ağzına uygulanması imkânsız prensiplerle bir parmak bal çal. Bu yanda açları avut, öbür yanda kapışabildiğin kadar kapış… Troçki’ler gibi bir tarafa savuş. Prens hayatı sür. Bollukta, rahat yaşamada eşitlik nerede? Bugün Rusya’da bir banka direktörüyle bir mujik aynı hayatı mı yaşıyorlar? Hükûmet şekli ne olursa olsun her zaman ve her yerde efendi efendidir. Uşak uşaktır. Eğer aşağı tabaka yukarıkine üstün gelirse bu, yerleri değiştirilen bir tahterevalli oyunu olur. Biri iner, öbürü çıkar. Bunun için daima bir alt bir de üst bulunacaktır. Tabiatın yarattıklarına verdiği değişmez yasa böyledir.”
Bu tartışma sırasında Edip Münir’in gözleri arada bir köşedeki demir kasaya kayıyor, mağaza sahibi de bunun farkına varıyordu.